EMİRDAĞ LÂHİKASI -II-

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

Evvela: Bütün ruh u canımızla Receb-i canımızla Receb-i Şerifinizi ve Şuhur-u Selasenizi tebrik edip Cenâb-ı Erhamürrahiminden niyaz ediyoruz ki; hakkınızda ve hakkımızda seksen sene bir manevi ömr-ü bâki kazandırmağa bu üç mübarek ayı vesile eylesin. Âmin. Saniyen: Otuz-kırk gündür hakiki ehl-i imana bir nevi hücum içinde üç dindar vekilin İslâmiyet şeâirini bir derece tâmir etmeğe meydan vermemek için bir sarsıntı verildi. Hizmet-i îmaniye içinde en büyük kuvveti Nurcularda buldular. Bahanelerle onlara fütur vermek, şevklerini kırmak için çok desiseler yapıldı. Tarsus, İstanbul gibi Emirdağ’ında da acib desiseler ile beni hiddete getirip bir gaile çıkarmak istediler. Halbuki Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle bana fevkalâde bir sabır ve tahammül verildi. Onların plânı zîr ü zeber oldu. Hattâ Afyon’da ve burada üç büyük memurun belki azl olmak ihtimali var. Ve üç vekil de lehimde bulunmuşlar. Demek inayet-i İlâhiye daima bizi himaye ediyor, elhamdülillâh. Bu gibi şeyleri merak etmeyiniz. Yalnız ihtiyat her vakit iyidir.

Sâlisen : Risale-i Nur’un mânevi avukatı ve bir kahramanı Ahmed Feyzi, İzmir’deki Nurun teksiri ve intibahkârâne İzmir vaziyeti ile Ahmed Feyzi alâkadar olmuş; teksirdeki tashihatı deruhte etmiş. Mehmed Yayla ve Abdurrahman gibi ve yardım eden kardeşler gibi İzmir’de Nurun teksirinde alâkalarını devam ettireceklerine dair mektubu hapishanede Nurun küçük bir kahramanı olan Bayram getirdi. Ve Ahmed Feyzi onunla bir miktar zeytin ve zeytinyağı göndermiş. Ben Abdülmecid kardeşimin hediyesini kabul etmediğim halde Ahmed Feyzi kardeşimi daha ziyade kendime yakın gördüğümden hediyesini kabule mecbur oldum. Fakat kaidem bozulmamak için o hediyeye mukabil benim hesabıma bir Sözler Mecmuası, beş tane Cevşenü’l-Kebir, üç tane Nazif’in mektubunda yazdığı bana ait nüshalardan ve İstanbul’dan size gelecek Hizb-i Nuriyeyi ona gönderiniz. İki Nurcu Ankara’ya gittiler. Hem Başvekil, hem Dahiliye Vekili, hem Maarif Vekili lehimizdedir. Ve bize müjdeli haber geldi. Onun için beni merak etmeyiniz. Ben gelen sıkıntıdan mânevî sürur duyuyorum.

* * *

(Seyyid Salih’in mektubundan bir parçadır.) Bu sene onbeş talebe birlikte Hicaz’a gidecekler. Hicaz’da olan masraflarını da Hicaz almayacak. Kendilerine düşen masraf çok az bir şey olacak. Dönüşlerinde Salih ile bir-iki arkadaşı, İran ve diğer hükümetleri gezdikten sonra Pakistan’a İslâm Gençlik Konferansına âza olarak gidecekler. Belki bunların yol masrafını hükûmet verecek. Bu hususta emirlerinizi intizar ediyoruz. Ali Ekber Şah’ı, Said Ramazan’ı, Abdurrahim Zapsu görmüş; Pakistan’da çok hürmet etmişler. Üstadımız yerine ellerini öptüler, duânızı rica etmişler.

Seyyid Salih

* * *

Evvelâ: İstifsar-ı hatırla el ve ayaklarınızdan öper, sıhhat ve afiyetinizi Cenab-ı Haktan dilerim ve ziyade muhtaç olduğum duanızı beklerim efendim. Saniyen: Bura için merak edecek hiç bir şey kalmadı. 5 Mart’taki merak 18 Nisan’da ferah buldu. Polis dairesi Nur dairesi oldu. Tarsus savcısı tetkik edip, “Bu kitapları geriye verin” o vakit demişti. Komiser Bey bana “Git, Mersin’dekilerini de al, gel, hepsini bir verelim” diye beni Mersin’e gönderdi. Mersin Emniyeti “Biz senin kitaplarını Ankara’ya gönderdik, gelirse veririz, gelmezse burada kitabın yok” dedi. Döndüm tekrar Tarsus komiserine geldim. Komiser Bey boynunu bükerek; “Hoca, biz emir kuluyuz, gücenme, kusura bakma. Biz senin kitaplarını emirsiz veremeyiz” cevabında bulundu. 18 Nisan’da “Kitapların gelmiş. Git al da gel” dediler. Hemen gittim. Zülfikar, Sikke-i Tasdik, Tılsım, Afyon Müdafaanızı, Hulâsa bu beş kitaplarımızın Ankara’ya varıp geldiğini, dışındaki sarılı kağıttan anladım.

Devam Edecek