EMİRDAĞ LÂHİKASI II

Vasiyetnamenin Bir Zeyli

Eşref Edib’in neşrettiği Tarihçe-i Hayatın otuzuncu sahifesindeki Said’in hususiyetlerinden altı nümunesinden yedinci nümunesi ki, mukabelesiz hediyeyi ömründe kabul etmemek, kanaat ve iktisada istinaden, şiddet-i fakriyle beraber altmış-yetmiş sene evvelki kendi talebelerinin tâyinatını da kendisi verdiği acib vaziyetin şimdiki bir misâli ve bir sırrı kaç  senedir anlaşıldı diye vasiyetnamenin âhirinde bunu yazmanın zamanı geldi.

Evet, şiddet-i fakr ve istiğna ile hediye almamakla beraber Cenâb-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, yasak olmayan daktilo makinesi ile intişar eden Risale-i Nur’un verdiği sermaye ile şimdi mânevî Medresetü’z-Zehranın dört-beş vilâyetinde hayatını Risale-i Nur’a vakfeden ve nafakasına çalışmaya zaman bulamayan fedakâr Nur Talebelerinin tâyinatına acîb bir bereketle kâfi gelen ve Nur nüshalarının fiatı olan o mübarek sermayeyi ben öldükten sonra da o hâlis fedakâr kardeşlerime vasiyet ediyorum ki, altmış-yetmiş sene evvelki kâidemi yetmiş sene sonraki şimdiki düsturlarıma aynen tatbik etsinler. İnşâallah Risale-i Nur’un tab’ serbestiyeti olsa, o düstur daha fazla inkişaf eder.

Medâr-ı hayrettir ki, o eski zamanda evkaftan beş talebenin tâyinatını Van’da Eski Said kabul etmiş, o az para ile bâzan talebesi yirmiye, otuza, altmışa kadar çıktığı halde kendi talebelerinin tâyinatını kendisi veriyordu. O kanaat ve iktisadın bereketiyle ve kendi beş-altı mavzer tüfeğini satmakla istiğna kâidesini bozmadı. O zaman meşhur Tâhir Haşa gibi çok yardımcılar varken kâidesini bozmadı. O altmış-yetmiş senelik düstûr-u hayatının bir işaret-i gaybiye ile altmış-yetmiş sene sonra o kanaat ve istiğnanın bir meyvesi inayet-i İlâhiye ile ihsan edildi ki, o kadar mahkemeler ve yasaklar ve müsadereler ve eski hurufla izin vermemekle beraber, kaç senedir dört-beş vilâyet vüs’atindeki mânevî Medresetü’z-Zehra’nın fedakâr talebelerinin tâyinatını Risale-i Nur kendisi hediye etti.

Halbuki, o nüshaların bir kısm-ı mühimmini hediye olarak mukabelesiz etrafa ve âlem-i İslâm ve Avrupa’ya gönderdiği ve elindeki nafakasını Nurun teksirine sarfettiği halde, yine Nurun nüshaları acib bir tarzda hem kendine, hem o hâlis fedakârlarına kâfi gelmesi, eski zamandaki işaret-i gaybiyesinin bir güzel meyvesi ve bir hikmeti olduğuna kat’iyyen kanaatim geldiğinden vasiyetnamemin âhirinde beyan ediyorum:

Bu vasiyetname benden sonra bhaki kalan tâyinat içinde de konulsun, tâ ki bâzı insafsız insanlar “Bu Said günde beş-on kuruşla yaşadığı ve kimseden para almadığı halde şimdiki mirası yüzer lira görünüyor, nerede buldu?” dememek için bu hakikatı izhar etmek münasib olur.

Şimdi mânevî evlâtlarım, fedakâr hizmetkârlarım olan Zübeyr, Ceylân, Sungur, Bayram, Hüsnü, Abdullah, Mustafa gibi ve has ve hâlis Nurun kahramanları olan Hüsrev ve Nazif, Tahirî, Mustafa Gül gibi zatların nezaretinde o düsturumun muhafaza edilmesini vasiyet ediyorum.

Said Nursî

[Bazı gazetelerde çıkan yalanlar hakkındaki bir tekzibi bera-yı malûmat gönderiyoruz.]

Bazı muhalif gazeteler, Risale-i Nur talebelerine tekrar “tarîkat kurmuşlar” ittihamını yaptıklarını gördük. Bunun hakikatle hiçbir alâkası yoktur. Bu husus Risale-i Nur dâvasını gören 10’a yakın Ağır Ceza Mahkemesinin kat’iyyet kesbetmiş kararıyla sâbittir.

Devam edecek