EMİRDAĞ LÂHİKASI II

Demek bir Müslüman mümkün değil, başka bir dine girip, ya Hıristiyan ve Yahudi, hususan Bolşevik gibi olmak… Çünkü, bir İsevi, Müslüman olsa, İsa Aleyhisselâmı daha ziyade sever. Bir Mûsevî, Müslüman olsa, Mûsa Aleyhisselâmı daha ziyade sever. Fakat bir Müslüman, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın zincirinden çıksa, dinini bıraksa, daha hiçbir dine girmez, anarşist olur; ruhunda kemâlâta medar hiçbir hâlet kalmaz. Vicdanı tefessüh eder, hayat-ı içtimaiyeye bir zehir olur.

Onun için Cenâb-ı Hakk’a şükür Kur’ân-ı Hakîm’in işarat-ı gaybiyesi ile kahraman Türk ve Arap milletleri içinde lisan-ı Türkî ve Arabî ile bu asrı kurtaracak bir mu’cize-i Kur’âniyenin Risale-i Nur namiyle bir dersi intişara başlamış. Ve onaltı sene evvel altıyüz bin adamın îmanını kurtardığı gibi, şimdi milyonlardan geçtiği sâbit olmuş.

Demek Risale-i Nur; beşeri anarşistlikten kurtarmağa bir derece vesile olduğu gibi, İslâmın iki kahraman kardeşi olan Türk ve Arabı birleştirmeğe, bu Kur’ân’ın kanun-u esasîlerini neşretmeğe vesile olduğunu düşmanlar da tasdik ediyorlar.

Mâde bu zamanda küfr-ü mutlak Kur’ân’a karşı çıkıyor. Küfr-ü mutlukta cehennemden ziyade dünyada da daha büyük bir cehennem var. Çünkü, ölüm mâdem öldürülmüyor. Her gün beşerde otuz bin cenaze ölümün devamına şehadet ediyor. Bu ölüm küfr-ü mutlaka düşenlere, yahut taraftar olanlara; hem şahsın idam-ı ebedîsi ve bütün geçmiş, gelecek akrabalarının da îdam-ı ebedîsi olarak düşündüğü için, cehennemden on defa daha fazla dehşetli cehennem azâbı çeker. Demek o cehennem azâbını küfr-ü mutlakla kalbinde duyuyor. Çünkü; her bir insan akrabasının saâdetiyle mesut, azabıyla muazzeb olduğu gibi.. Allah’ı inkâr edenlerin îtikadlarınca bütün o saâdetleri mahvoluyor, yerine azaplar geliyor. İşte bu zamanda, bu dünyada bu mânevî cehennemi insanların kalbinden izale eden tek bir çâresi var: O da Kur’ân-ı Hakîmdir. Ve bu zamanın fehmine göre onun bir mu’cize-i mâneviyesi olan Risale-i Nur eczalarıdır.

Şimdi Allah’a şükrediyoruz ki, siyasî partiler içinde bir parti, bir parça bunu hissetti ki; o eserlerin neşrine mâni olmadı; hakik-ı îmaniyenin dünyada bir cennet-i mâneviyeyi ehl-i îmana kazandırdığını isbat eden Risale-i Nur’a mümanâat etmedi, neşrine müsaadekâr davrandı; nâşirlerine de tazyikattan vazgeçti.

Kardeşlerim! Hastalığım pek şiddetli; belki pek yakında öleceğim veyahut bütün bütün konuşmaktan –bâzan menolduğum gibi- menedileceğim. Onun için benim Nur âhiret kardeşlerim, “Ehvenüşşer” deyip bâzı bîçare yanlışçıların hatâlarına hücum etmesinler. Dâima müsbet hareket etsinler. Menfi hareket vazifemiz değil… Çünkü dâhilde hareket menfice olmaz. Mâdem siyasetçilerin bir kısmı Risale-i Nur’a zarar vermiyor, az müsaadekârdır; “Ehvenüşşer” olarak bakınız. Daha “a’zamüşşer”den kurtulmak için; onlara zararınız dokunmasın, onlara fâideniz dokunsun.

Hem dâhildeki cihad-ı mânevî; mânevî tahribata karşı çalışmaktır ki, maddî değil.. mânevî hizmetler lâzımdır. Onun için ehl-i siyasete karışmadığımız gibi, ehl-i siyaset de bizimle meşgul olmağa hiçbir hakları yok!...

Meselâ: Bir parti bana binler vecihle sıkıntı verdiği halde, hattâ otuz senede hapisler de tazyikler de olduğu halde, hakkımı helâl ettim. Ve azaplarına mukabil, o bîçarelerin yüzde doksanbeşini tezyif ve itirazlara, zulümlere mâruz kalmaktan kurtulmağa vesile oldum ki, âyet hükmünce kabahat ancak yüzde beşe verildi. O aleyhimizdeki partinin şimdi hiçbir cihetle aleyhimizde şekvaya hakları yoktur.