Emirdağ Lahikası
Ulema-i İlm-i Kelâmın ve Usûl-üd-din allâmelerinin ve Ehl-i Sünnet Velcemaatın dâhi muhakkiklerinin İslâmî akîdelere dair çok tedkik ve muhakematla; ve âyât ve hadîsleri müvazene ile kabul ettikleri Usûlü’d-Din düsturları, şimdiki Risale-i Nurun meşrebini muhafazaya emrediyor, kuvvet veriyor. Hattâ, hiçbir yerde, hattâ ehl-i bid’a kısmı da bu meşrebimize ilişemiyorlar. Hakikat-ı ihlâs tam muhafaza edildiği için, her nevi, ehl-i İslâm içine giriyor. Şîalıkta mutaassıp ve Vehhâbîlikte de müfrit, feylesofların en maddîsi ve mütefennini ve mutaassıp hocaların en enaniyetlisi, beraber Nur dairesine girmeğe başlamışlar ve kısmen şimdi de kardeşçe bulunuyorlar. Hattâ bâzı misyonlerler de, Dîn-i İsa’nın (A.S.) hakikî ruhânîsi de o daireye gireceklerine emareler var. Birbirine hücum değil; belki bir tesanüd, bir musalâha lüzumunu hissedip medâr-ı münakaşa mes’eleleri ortaya atmıyorlar. Demek İmam-ı Ali’nin (R.A.) otuz-kırk işaretiyle sarahat derecesinde haber verdiği Risale-i Nur, bu zamanın müdhiş yaralarına tam bir ilâçtır. Onun için, o daire bize kâfi gelmiş, harice çıkmıyoruz.
İmam-ı Ali (Kerremallahü veche)nin şahsına ve hayatına ve adalet-i hakikî üzerine giden siyasetine ilişmek, darbe vurmak başkadır. Şahsiyet-i zâhirîsinden ve hayat-ı dünyeviyesinden ve siyaset-i içtimaiyesinden binler derece daha yüksek olan şahsiyet-i mânevîsine ve kemâlât-ı ilmiyesine ve makamat-ı velâyetine ve varisliğine darbe gelmez ve gelmemiş ve gelemiyor. Kimin haddi var? Onun için, iki ciheti birleştirmek ve tevehhümiyle karşısında muarazaya çalışanların taarruzu, pek dehşetli görünüyor. Ehl-i îman ortasında nasıl böyle vukuat olabilir? diye hayret veriyor. Halbuki Yezid ve Velid gibi habis herifler müstesna, ötekilerin kısm-ı âzamı, İmam-ı Ali’nin (R.A.) hârika kemâlâtına ve kerametlerine ve verasetine ilişmek değil; belki yalnız hayat-ı içtimaiye-i insaniyeye ait idaresine darbe vurmağa çalışmışlar, hatâ etmişler.
Hâricî ve büyük bir düşmanın hücumu zamanında, dahilî küçük düşmanlıkları bırakmak elzemdir. Yoksa, hücum eden büyük düşmana yardım hükmüne geçer. Bunun için daire-i İslâmiyede eskidenberi tarafgirâne birbirine mukabil, muârız vaziyetini alan ehl-i İslâm o dâhilî düşmanlıkları muvakkaten unutmak maslahat-ı İslâmiye muktezasıdır.
Aziz, Sıddık, Bahtiyar Kardeşim Süleyman Rüştü!
Seni ve kardeşin kahraman Burhan’ı ve senin iki mübarek, mâsum evlâdını ve senin hane halkını, Risale-i Nur namına ve umum şâkirdler hesabına ruh u canımızla sizi tebrik ediyoruz. Böyle kudsî ve daimî sevab kazandıracak uhrevî bir hizmete muvaffakıyetinizi, Isparta ve bu memleket istikbalde alkışlayacaktır. Size çok hayırlı duaları kazandıracak. İnşâallah, Zülfikar gibi daha çok emsaline muvaffak olursunuz. Bu acib şerait içinde bu fevkalâde muvaffakıyet; hem Zülfikar’ın, hem sadakatınızın bir kerametidir. Çok mübarek olan senin rüyan ki, emr-i İlâhi ile, Kur’ân’ı, Hazret-i Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâma vermek, Hazret-i Cebrail’in vazifesinin bir cilvesidir. İşarettir ki, bu hizmetiniz; hem rıza-yı İlâhiyeye, hem rıza-yı Peygamberîye (A.S.M.) muvafıkdır. Mu’cizat-ı Kur’âniyeyi, Mu’cizat-ı Ahmediye vasıtasiyle ümmet-i Muhammediyeye (A.S.M.) tebliğ etmek mânasiyle senin rüyan tâbir edilir.
Nasıl, bir küçücük cam parçasında güneşin bir timsali, ziyasiyle o elindeki camı tutanla münasebetdar olur; bir nevi muhabere eder. Öyle de hususî bir tecelli ile, rü’yalarda -selef-i sâlihînde bu çeşit rüyalar görülmüş- makbuliyet ve rıza alâmetidir. Hazret-i Peygamberin (A.S.M.) yanında gördüğün adam da, Nur ve Risale-i Nur şâkirdlerinin şahs-ı mânevîsidir.
Vazifemiz, ihlâs ile ve sebat ve tesanüdle ve mümkün olduğu kadar ihtiyat ile (sırren tenevveret) irşad-ı Alevîyi fiilen tasdik etmek, ona göre hareket etmektir. Yoksa, muârızlara mukabele etmek ve onların hücumundan telâş etmek değil. Muvaffakıyet ve fütuhat-ı Nuriye ve revç ile intişarı ise, vazife-i İlâhiyedir. Vazifemizi yapıp, vazife-i İlâhiyeye karışmamak gerektir diye hem bana, hem sizin bedelinize teselli buldum.
Devam edecek