Emirdağ Lahikası

O beş Ahmed’den Safranbolu’da Hasan Feyzi’nin tam yerine geçen tam vârisi Safranbolulu Ahmed Fuad’ın gayet samimî ve fedakârane mektubunda, benim bedelime, aynen Hasan Feyzi, Hâfız Ali gibi; bâki kalan hayatını bana verip, benden evvel berzaha gitmek için dua ediyor. Halbuki şimdi Nurlara onun hayatı daha ziyade faidelidir. Bana nisbeten genç, faal bir kardeşim, benden sonra, kardeşlerim gibi vazife-i Nuriyemi yapıyorlar diye kemâl-i istirahat-ı kalble ecelimi beklerim. Cenâb-ı Hak, onun gibi çok fedakârları Nurlara kavuştursun.

Hem çok eski, hem çok sâdık, hem çok muktedir, sebatkâr medrese-i Nuriye kahramanlarından Marangoz Ahmed’in; ve medresenin üstadı olan merhum Hacı Hâfız’ın kerametli vefatına dair güzel, hazîn mektubunda, o medrese-i Nuriyenin şâkirdlerinin, o merhum üstadlarına karşı gösterdikleri dindarane vaziyet ve yağmurun zahmet vermemek ve onları ıslatmamak ve üşütmemek için durması, iş bittikten sonra başlaması, o merhum zâtın ruhuna büyük rahmetlerin nüzulüne emare...

Cenab-ı Hak o rahmet katreleri adedince ona ve onlara rahmet etsin. Âmin.

Kastamonu’da, sekiz sene mübarek mahdumu ve merhum refikasiyle Risale-i Nur’a fevkalâde bir sadakatle çalışan ve kalemiyle Risale-i Nur’a çok hizmet eden ve çokları Nur dairesine getiren ve hapishanede kendi gibi kahramanlardan olan Sadık Beye; hem istirahatıma, hem Nur şâkirdlerinin tesanüdüne ehemmietli hizmet eden ve Feyzi ve Emin ve İhsan ve Ahmedler gibi has kardeşlerimizle; yine Kastamonu’da Nurlara hizmet eden Küçük Şeyh namında Hilmi Bey bana mektubunda, Nurcu olan refikasının vefatını bildiriyor. O merhume hakkında medâr-ı şükrandır ki; bir-iki aydır, dualarımda Zehralar dediğim vakit, Hacerler de derdim; içinde, o merhumeyi de niyet ediyordum. Vefatını bilmiyordum. Cenâb-ı Hak, ona binler rahmet eylesin ve akrabasına sabr-ı cemîl ihsan etsin. Âmin!

Risale-i Nur dairesinde bulunan ve bilfiil çalışan hocalardan ve Konya hocalarından  başka, sair hocalara, bugünlerde, tashihat yaparken şiddetli bir hiddet bana geldi. Çünkü, arabî okumayan Nur şâkirdlerinin fedakârları, arabî bilmemesinden sehivler, hatâlar oluyor. Ben de zahmet çektiğimden, hem eski talebelerimden olan hocalara ve kardeşime, hem şimdiki Ankara’da ve İstanbul’daki resmî hocalara bağırarak dedim:

‘’Ey insafsızlar! Neden hem vazifeniz, hem medresenin mahsulü, hem size farz-ı ayn gibi lüzumu bulunan bu hizmet-i îmaniyede bana yardım etmiyorsunuz. Belki de sizin lâkaydlığınızdan çokların çekilmesine sebebiyet veriyorsunuz. İmam-ı Ali’nin (R.A.) âhir zamanın bir kısım hocalarına vurduğu tokattan hissedar oluyorsunuz’’ diye dehşetli bir itiraz kalbe gelirken, birden, kalbini bozmayan hocaları müdafaa etmek için üç mânâ ihtar edildi.

Birincisi: Resmen iki büyük merkezde, iki heyet-i ilmiye, beyanı münasip olmayan çok esbaba binaen, her vesile ile, hoca kısımlarının Risale-i Nur’dan çekilmeleri için çok vasıtaları istîmal ediyorlar. Memuriyet gibi derd-i maişet belâsiyle bîçare hocaları dairelerine çekip, Nurlardan uzaklaştırıyorlar. Bîçare hocalar, Nurların kıymetini bilmiyorlar değil; belki derd-i maişet veyahut o heyet-i ulemadaki büyük hocalar îtimad edip ve kendi tahsil ettiği ilm-i dinî kendi îmanını kurtaracak derecesindedir zanniyle lâkayd kalıp, ruhsatla amel etmeğe kendine fetva buluyor.

İkinci Mânâ: Bu kadar dehşetli bir hücum ve tazyike mâruz kalan Risale-i Nur şâkirdlerini, evham yüzünden, güya Menemen ve Şeyh Said vâkıaları gibi bir hadisenin ihtimali var diye iki defa imha için, hem perde altında eskiden beri düşmanlarım, hem resmen kanun ve idare ve siyaset cihetinde merhametsiz bir surette bâzı erkân-ı hükûmetin bizi iki defa hapis ve ittiham etmesi ve resmî ve gayr-ı resmî propagandalarla herkesi bizden ve Nurlardan ürkütmesiyle elbette hassas ve bir derece zaif hocalara ehemmiyetli bir korku verip bir mâzeret olur.

Devam edecek