Emirdağ Lahikası

Altıncısı: Bundan otuz sene evvel, Cenab-ı Hakkın inayetiyle, dünyada muvakkat şân ü şeref ve enaniyetli hodfüruşluk ve şöhretperestlik ne kadar zararlı ve ne kadar faidesiz ve manasız olduğunu hadsiz şükür olsun ki, Kur’ân’ın feyziyle anlamış bir adam, o zamandan beri bütün kuvvetiyle nefsi emaresiyle mücadele edip, mahviyet etmek ve benliği bırakmak ve tasannu ve riyakârlık yapmamak için, elinden geldiği kadar çalıştığına ona hizmet veya arkadaşlık edenler kat’î bildikleri halde ve yirmi seneden beri herkes kendi hakkında hoşlandığı ziyade hüsn-ü zan ve teveccüh-ü nâs ve şahsını medh ü senadan ve kendini mânevi makam sahibi olduğunu bilmekten, herkese muhalif olarak bütün kuvvetiyle kaçtığını, hem has kardeşlerinin, onun hakkındaki hüsn-ü zanlarını kırması ve kendini faziletten mahrum gösterip, bütün fazileti Kur’ân’ın tefsiri olan Risale-i Nur’a ve dolayısıyla Nur şâkirdlerinin şahs-ı mânevisine verip, kendini adi bir hizmetkâr bilmesi, kat’î isbat ediyor ki, şahsını beğendirmeğe çalışmadığı ve istemediği ve reddettiği halde, onun rızası olmadan bâzı dostları uzak bir yerden, onun hakkında ziyade hüsn-ü zan edip medhetmek gibi, bir makam vermesi ve Kütahya havalisinde tanımadığı bir vâizin bâzı sözleriyle ve Kütahya’ya kendim hiçbir mektup göndermediğim halde ve benim imzamı taklid ile ve medâr-ı mes’uliyet tevehhüm edilen bir mektup ile ve kimin yazısı bilinmeyen dokunaklı bir kitap Balıkesir’de bulunmasiyle, acaba hangi kanunla medâr-ı mes’uliyet olur ki, o bîçare ve hasta çok ihtiyar garib ve münzevî adamın odasına bir cinayet işlemiş gibi kilidini kırıp taharri memurlarını sokmak, hem evradından ve levhalarından başka bahane bulamamak, acaba dünyada hiçbir kanun, hiçbir siyaset bu taarruza müsaade eder mi?

Yedincisi: Bu sırada dahilde, o kadar dahili-harici heyecanlı parti cereyanları varken ve bundan tam istifade etmek, yâni mahdud birkaç arkadaşına bedel ve çok diplomatları kendisine tarafdar kazanmak için, zemin hazır iken, sırf siyasete karışmamak ve ihlâsına zarar vermemek ve hükümetin nazarını kendine celbetmemek ve dünya ile meşgul olmamak için, bütün arkadaşlarına yazıp ki, “Sakın cereyanlara kapılmayınız, siyasete girmeyiniz, âsâyişe dokunmayınız” dediği ve bu iki cereyan bu çekinmesinden ona zarar verdikleri, eskisi evhamından, yenisi bize yardım etmiyor diye, ona çık sıkıntı verdikleri halde, ehl-i dünyanın dünyalarına hiç karışmayıp kendi ahretiyle meşgul olan ve memleketinde ve Nurs karyesinde öz kardeşine yirmiiki sene zarfında bir tek mektup yazmayan ve o vilâyetlerdeki dostlarına yirmi senede on mektup yazmayan bir biçareye onun ahiret meşguliyetine bu kadar ilişmek hangi kanun müsaade eder? Bu vatana ve millete, ahlâka çok zararlı olan dinsizlerin kitaplarının intişarına ve komünistlerin neşriyatlarına serbestiyet kanunu ile ilişilmediği halde, üç mahkeme medâr-ı mes’uliyet olacak, içinde hiçbir maddeyi bulmayan, millet ve vatanın hayatı içtimaiyesini ve ahlakını ve asayişini te’mine yirmi seneden beri çalışan ve milletin hakiki nokta-i istinadı olan âlem-i İslâmın uhuvvetini ve bu millete de dostluğunu iade ve takviyesine tesirli bir surette çabalayan ve Diyanet Riyasetinin uleması tenkid niyetiyle, dahiliye vekilinin emriyle, üç ay tedkikten sonra tenkid etmeyerek tam kıymetini takdir edip, “Kıymetdar eser” diye diyanet kütüphanesine konulan Zülfikar ve Asâ-yı Mûsa gibi, nur eczalarını evrak-ı muzırra gibi toplayıp mahkeme eline vermeye acaba hiçbir kanun, hiçbir vicdan, hiçbir insaf, buna müsaade eder mi?

Sekizincisi: Yirmi sene sıkıntılı ve sebepsiz bir nefiyden sonra, tam serbestiyet verildiği halde, binler akraba ve ahbabı bulunan doğduğu memleketine gitmeyerek gurbeti, kimsesizliği tercih ederek, tâ ki dünyaya ve hayat-ı içtimaiyeye ve siyasete temas etmesin ve çok sevaplı olan câmideki cemaatın hayrını bırakıp, odasında yalnız namazını kılıp oturmasını tercih eden, yâni halkın hürmetinden çekinmek olan bir halet-i ruhiyeyi taşıyan ve yirmi sene hayatının şehadetiyle yüzbinler Türk, kıymetdar zâtların tasdikıyle, bir dindar müttakî Türkü, lâkayd çok Kürdlere tercih eden hatta mahkemede Hâfız Ali gibi kuvvetli imanı bulunan Türk kardeşlerini yüz Kürde değiştirmediğini isbat eden ve hürmet ve ihtiram görmemek için zaruret olmadan halklarla görüşmeyen ve camiye gitmeyen ve kırk seneden beri bütün kuvvetiyle ve âsâriyle ve İslâmiyetin uhuvvetine ve Müslümanların bir birine muhabbetine çalışan ve şedid düşmanına karşı menfi hareket etmeyen ve hatta onunla meşgul olmayan, bedduayı dahi etmeyen ve Türk Milleti Kur’ân’ın bayraktarı ve sena-yı Kur’âniyeye mazhar olduğu için o milleti çok seven ve hayatını onların içinde geçiren bir adam hakkında, resmî lisaniyle ihanet için bir propaganda yapmak, dostlarını ürkütmek için “O Kürttür, siz Türksünüz, o Şâfiîdir, siz Hanefîsiniz” deyip halkları ürkütüp, ondan çekinmeyi ve yirmi iki senede ve iki mahkemede tarz-ı kıyafet değiştirmeğe mecbur edilmeyen ve şapkanın yarı askerin başından kalkmasiyle beraber münzevî bir adama zorla şapka giydirmeğe cebretmesi, hangi kanun buna müsaade eder?

Devam Edecek