Emirdağ Lahikası
Aziz, Sıddık, Mütefekkir Kardeşlerim!
Evvela: Çok emarelerle kat’i kanaatim gelmiş ki gizli dinsizler, resmi bazı memurları aldatıp Nurun mahrem büyük risaleleri içinde yalnız Rehberi musırrane medâr-ı ittiham tutmaları ve bir buçuk seneden beri bana sıkıntı vermelerinin sebebi Rehberdeki “Hüve Nüktesi” olduğunu kat’iyyen bildim. Çünkü bu Hüve’nin keşfettiği sırr-ı tevhid pek kat’i ve bedihi bir surette küfr-ü mutlakı kırıyor. Hattâ bir kısmında hiçbir vesvese ve şüphe bırakmıyor. Gizli dinsizler buna karşı çare bulamadıklarından intişarına resmi yasak ile sed çekmek için çalıştılar. Bu Hüve Nüktesi’nin bir gün evvel Medresetü’z-Zehranın erkânlarına bir ders nev’inden söylediğim çok noktalarından yalnız üç noktasını sizlere beyan ediyorum.
Birinci Nokta: Hava unsurunun yüksek ve ehemmiyetli bir vazifesi, imani ve hakikatli kelimelerin kalem-i kaderin istinsâhiyle ve izn-i İlâhi ile intişar etmesiyle bütün küre-i havadaki melâike ve ruhanilere işittirmek ve Arş-ı Âzam tarafına sevketmek için Kudret-i İlâhi kaleminin mütebeddil bir sahifesi olmaktır.
Mâdem havanın kudsi vazifesinin, hikmet-i hilkatinin en mühimmi budur. Ve rüy-i zemini radyolar vasıtasiyle bir tek menzil hükmüne getirip nev-i beşere pek büyük bir ni’met-i İlâhiye olmaktır. Elbette ve elbette beşer bu pek büyük nimete karşı, bir umumî şükür olarak o radyoları her şeyden evvel kelimat-ı Tayyibe olan Kelâmullahın, başta Kur’ân-ı Hakîm ve hakikatları ve imanın ve güzel ahlâkların dersleri ve beşerin lüzumlu ve zarurî menfaatlerine dair kelimatları olmalı ki o nimete şükür olsun; yoksa nimet böyle şükür görmezse, beşere zararlı düşer.
Evet beşer, hakikata muhtaç olduğu gibi bâzı keyifli hevesata da ihtiyacı var. Fakat bu keyifli hevesat, beşte birisi olmalı. Yoksa havanın sırr-ı hikmetine münafi olur. Hem beşerin tembelliğine ve sefahetine ve lüzumlu vazifelerinin noksan bırakılmasına sebebiyet verip beşere büyük bir ni’met iken, büyük bir nıkmet olur. Beşere lâzım olan sa’ye şevki kırar.
Şimdi gözümün önündeki makinecik ve radyo kabı, Kur’ân-ı dinlemek için odama getirilmişti. Baktım, on hissede bir hisse kelimat-ı tayyibeye veriliyor. Bunu da bir hatâ-yı beşeri olarak anladım. İnşâallah, beşer bu hatasını tamir edecek. Ve bütün zemin yüzünü bir meclis-i münevver, bir menzil-i âlî ve bir mekteb-i imani hükmüne geçirmeğe vesile olan bu radyo ni’metine bir şükür olarak beşerin hayat-ı ebediyesine sarfedilecek kelimat-ı Tayyibe, beşte dördü olacak.
İkinci Nokta: Nur Risalelerinde denilmiş ki: “Kâinatı halk edemeyen, bir zerreyi halkedemez. Bir zerreyi tam yerinde halkedip muntazam vazifeleriyle çalıştıran, yalnız kâinatı halkeden Zât olabilir.”
Bu cümlenin külli hüccetlerinden bir cüz’i hücceti şudur ki: Kelimelerin envaının kabı ve mahfazası olan yanımdaki bu radyo makineciğindeki bir avuç hava, kat’iyyen gösteriyor ki, şimdi elimizde baktığımız radyo “istasyon cetveli” namındaki listede yazılı ikiyüze yakın merkezden bir saatten bir seneye kadar uzak ve muhtelif mesafelerden aynı dakikada bir tek kelime-i Kur’âniye, meselâ “Elhamdülillah” kelâmı tam hurufatiyle ve şivesiyle ve söyleyenin mahsus sedâsının tarzıyla, bu makinedeki bir avuç havanın zerreleriyle, hiç tegayyür etmeden kulağımıza gelmek için ve muhtelif kelimat-ı Kur’âniyeyi ayrı ayrı sedâ ile, çeşit çeşit şive ile, keza hiç tegayyür etmeden ve bozulmadan bizim kulağımıza getirmek için o bir avuç havanın her bir zerresinde öyle hadsiz bir kuvvet ve ihâtalı bir irade ve bütün rûy-i zemindeki merkezlerde o Kur’ân’ı okuyan hâfızların ayrı ayrı şîvelerini bilecek ihatalı bir ilim; ve onları bütün görecek ve işitecek muhit bir göz ve her şeyi bir anda işitebilir bir kulak olmazsa, elbette bu mu’cize-i kudret vücuda gelmeyecek.
Devam Edecek