Emirdağ Lahikası

Hâşiye: Kardeşlerim! Evvelce gördüğünüz şiddetli ihtarın bir derece tağyirine üç şey vesile oldu.

Birincisi: Nur kahramanı Husrev’in beyaniyle yirmibeş adliye mahkemelerinin “Risale-i Nurda suç yok” diye itiraflarıdır.

İkincisi: Nurun bir kahraman avukatı “Ankara hükûmeti Said aleyhinde olmadığından şiddetli kelimeler ta’dil edilse münasiptir” demesidir.

Üçüncüsü: Kat’i haberlere göre Afyon Mahkemesi “Nurun altıyüz bin fedakâr talebesi var” demesine binaen Malatya hadisesi bahanesiyle hiç olmazsa Nur talebelerinden altıyüz faal ve muktedir olanlarını mahkemeye vermek plânı var iken, yalnız onaltı adamı ve bundan yalnız altı adama ve bundan bir tek adamın bir sene mahkûm edilmesi Nurcular aleyhindeki zâlimane tazyikat hafifleşmesi ve def olmasının alâmetidir. Onun için bir derece şiddetli kelimeler ta’dil edildi.

(Hazret-i Üstadın Emirdağ’ında Santral Sabri, Sıddık Süleyman’a Arabî İşârât-ül-İ’câz’dan verdiği derstir.)

İşârâtü’l-İ’caz’ın birinci cüz’ü ki: Tamamı yetmiş cüz olacaktı. Fakat Risale-i Nur mânevi bir tefsir-i Kur’ani olduğu için dedi: Bu zamanda bana daha lüzum var. Öteki cüz’ler yerinde onlar yazıldı. Evet, İşârâtü’l-İ’caz, umum Risale-i Nur’un bir fihristesi, bir listesi ve o nur bahçesinin bir fidanlığı ve sırr-ı i’câzi’l Kur’ân’ın bir menbaı olduğu görünüyor. Gayet ince ve derin olduğu için şimdiye kadar âlimler pek azını anlamışlardı. Fakat kimin eline geçmiş ise, fevkalade takdir etmiş ve “emsalsiz” demiş. Dehşetli eski harb içinde, avcı hattında bazan da at üzerinde icazdaki i’cazın en ince münasebâtını görmek ve onlarla tam meşgul olmak ve koca dehşetli harbin tehlikesi onu müşevveş etmemek ve incimad derecesindeki soğukta avcı hattında o incecik i’caz münasebetlerini her şeyden daha ehemmiyetli görmek, eski Said’in hakikaten hizmet-i Kur’aniyede harika bir fedakarlığıdır. Hatta Yeni Said’in otuzbeş senede bu acib zamanda gazeteleri okumamak ve on sene İkinci Harbi bilmemek, sormamak ve idam niyetiyle hapisliğinde, Kur’an esrarını yazmaktan vazgeçmemek ve bütün tehlikeleri hiçe saymaya nisbeten Eski Said’in o acib vaziyetinde o dehşetlere ehemmiyet vermeden İşârâtü’l-İ’câz nüktelerini yazdığı zaman gösterdiği ilmi ve mânevi fedakârlığını Yeni Said’in bu otuz senedeki fedakârlığından daha hârika görüyoruz.

Saniyen: Bu İşârâtü’l-İ’câz’ın matbu nüshasında hakikaten bir keramet var ki; tesadüf ihtimali yoktur. Onun için bir defa daha aynı tarzda ve kerametli kıt’ada tab’ etmek ve Arabistan’a ve Pakistan gibi yerlere göndermek münasip görüldü. Fakat Eski Said, icazdaki i’cazı beyan ettiği ve en ince münasebet-i belâgatı beyanı içinde gayet ince ve kısa, icazlı cümleleri bir derece izah ve Türkçe’ye tercüme etmek lâzım geliyor.

İşârâtü’l-İ’câz’ın hârikalarından birisi de budur ki: Her bir âyetin sair âyetlere münasebatını ve her âyetteki cümlelerinin birbirine karşı nisbetini ve nizamını ve her cümledeki hey’etlerin ve harflerin mânâ-yı maksuda karşı nisbetlerini ve teveccühlerini gösterip âyetlerin intizamından ve cümlelerin nizamından ve her cümlenin hey’etinin nazmından bir lem’a-i i’caz göstermesidir. Adeta bir saatin saniyeleri sayan mili ve dakikaları sayan yelkovanı ve saatleri sayan ibresi gibi o nazımdaki nükteleri beyan ve ondaki hakikati bürhanlarla izah, hattâ bazen bir tek harfte büyük bir hakikatı ifade etmesidir. Ve her bir âyetin hakikatini gayet i’caz ile ve kat’i hüccetlerle isbat ediyor ki; şimdi yüzotuz risalenin çekirdekleri ve hulâsaları hükmündedirler. Ve cümlenin ve cümledeki hey’etlerin ve harflerin nüktelerini ve ifade ettikleri zımni hükümlerini bilâ istisna ilm-i mantığın ve usûl-i din ve sair ilimlerin kanunlariyle beyan eder. Hattâ hurtebini bir mânevi âletle, görünmeyen incecik münasebât-ı belâgati beyan ediyor ve emarelerini gösteriyor. Ve Kur’ân’ın nazarı küllî olmasından bütün beyan edilen hak mânalara ve nüktelere, elbette kudsî elfâz-ı Kur’âniye zımni, remzi işaret ve delalet eder denilebilir.

Hüsrev, Sungur, Hayri, Sâdık, Sabri, Sıddık Süleyman

Devam edecek