BİR AVUÇ YAHUDİ NELER YAPIYOR?! (III)

Sevgili okurlar..

Denir ya, hal-i âlem orta yerde cereyan ediyor.. Yer küresinde, oluşan, gelişen, yaşanan haller, tüm çıplaklığıyla kendini ifşa ediyor.. İşte İslam dünyası.. Piyon, devşirme, kukla, batılın ve batının emir eri kesilen liderlerin yönetiminde, “zilleti” yaşar hale geldi.. Vahim bir girdap içerisinde..

*

Milletler “ümmet olabilme” şiarıyla düştükleri ve düşürüldükleri girdaptan kutulmaya çalışsa da.. Ne yazık ki, kifayetsiz kalıyor.. O İslam hakikatlerini, Kur’an-ı Kerim’in şuurunu ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V)’in şefaatine bir türlü ulaşıp, yakalayamıyor.. Nedeni de; kendi içine ekilen “nifak tohumlarındandır..”

*

Zira İslam “ümmet” demektir.? Ki Kur’an buna hep dikkat çekmiştir.. Peygamber Efendimiz de, Hadis-i Şeriflerinde bunu zikretmektedir…Der ki; “Müminle diğer bir mümin vücudun bir parçası gibidirler..” Eğer ki, vücudun bir uzvunda hastalık vaki olursa, o vücut bir bütünlük içerisinde tüm uzuvlarıyla o acıyı hisseder ve yaşar..

*

“El mu’minu lil mu’minu kel bünyanil marsus..” Yani; “Mümin, müminin kardeşidir. Birbirine kenetlenmiş bir millettir.. Örülmüş bir duvarın birer tuğlalarıdır…Eğer ki bu örülen duvardan bir tuğla alırsanız, o duvar yıkılmaya mahkûm olur.. Ama o tuğla yerinde sabit kalırsa, sıvası da badanası da sağlam ise; ne o duvar yıkılır, ne de inşa edilen binası!..  Hadis işte böyle bir benzetmede bulunuyor…

*

İslam “ümmeti de” İslam dünyası da böylesi bir teoriye sahiptir.. Mademki Hadis-i Şerif böyle  bir benzetmede bulunuyor.. Ve biz de hem inanıyoruz hem de benzetmeye devam ediyorsak, o zaman bu dağınık halimiz nedir? Demek ki; sürekli o duvardan, inşaattan tuğla çekiyoruz! Dış etkenlere karşı, savunma gücünü göstermiyoruz!?

*

Yoksa, bugün İslam dünyası bir ümmet şiarıyla birlik içerisinde olmuş olsaydı; bir avuç Yahudi’nin haddine miydi ki “Gazze’ye kan kusturması”.. Bakar mısınız, İsrail’e! Bir avuç Siyonist Yahudi.. İslam dünyasının göbeğinde, Müslümanları vahşice ve sapkınca katlediyor.. İnsanları işkenceden geçiriyor.. Ama İslam dünyası, olup-biteni sinema filmi gibi izliyor..

*

Ayette ve Hadis-i Şerif’teki İslam tanımı ve Müslümanların ümmet olabilme kriterlerine göre, bu  hal kabul edilebilir mi? Ne mümkün? Ne sineye çekilebilir, ne de sessiz kalınabilir? Önceki yazılarımızda da değinmiştik; “sükût kesilmek, kabullenmek, zilletlikten öte bir haldir?” Çünkü İslam dünyası bir bütündür.. İman şuurunu içerir.. Mükemmel bir mimariyle, ciddi, ihlaslı ve imanlı bir şekilde inşa edilmiş bir binadır.. Her şeyiyle muhafaza altına alınmıştır..

*

Hep ifade ederim.. İslam dünyası örf, âdet, gelenek, görenek, aba ecdat kültürü mutlaka yeniletmesi gerekiyor. Ki her şeyden evvel orta yerde Kur’an-ı Kerim vardır…  İlahi bir kelamdır.. Fani ve ebedi dünya için insanı, doğru yoldan şaşırtmayan bir iman meşalesidir… Allah’ın kelamıdır.. İnsanları doğru yola sevk ediyor… Kötülükten çekinmeyi ve uzak durmayı emreder, iyiliklere ve güzelliklere de meyil eder…

*

Belki cümlelerimizde tekrarlar vardır.. Her yazımızda aynı temasda bulunuyorsak da, özünde hakikatin ifşasıdır.. Bugün, Kur’an fiziksel olarak cilt olarak kabul görür hale gelinmiştir… Nitekim, duvara da asılıyor, mezarlıkta da okunuyor. Ama heyhat; içtihatına yönelik yok… Hükümleri göz ardı ediliyor… Hal böyle olunca da Kur’an hiçbir şekilde bize sahip çıkmaz…

*

Kaldı ki Kur’an diriler içindir, ölüler için değil… Kur’an sadece ölülere okunmak, geçmişlere Cuma akşamları Yasin okuyup da teslim etmek için indirilmemiştir. Kur’an emir ve yasaklar zincirini anlatıyor, gösteriyor ve öğretiyor bize.  Demek ki Kur’an ipine sımsıkı sarılmamız lazım.. Kur’an’ın Hadis’teki diğer adı da “Hablullah’il Metin”dir. Allah’ın kopmaz bir ipidir. Bu kopmaz ipi muhafaza etmek ve ona sarılmak Müslümanların varlık nişanesidir…

*

Mademki o nişane Müslümanlara düşüyor. Öyle ise Kur’an’ın nurlu hakikatlerine ve gösteren yolundan şaşmamamız, sapmamamız gerekir.. Emir ve yasaklarına uymalıyız… Kur’an hüküm ve adalet kitabıdır. İnsanları cezalandırıp affetme kitabıdır. Bunu özünden, mecrasından çıkarmak kimsenin haddine değildir.. Dar bir çerçevede tutmak da… Bu söylemlerimiz, aktardıklarımız bir vaaz değildir, birer hakikatlerin yüksek sesle dile getirilmesidir.. Bilimsel bir paylaşımdır.

*

Hangi tefsire bakarsanız bakın… Hangi fıkıh kitabına bakarsanız bakın… Kur’an’ın mecrası bir bütün olarak ayrıdır. Bugünkü toplumun girdiği yörünge de ayrıdır. Bu ayrım ne yazık ki Kur’an’ı bizden uzaklaştırdığı gibi küstürmüştür de… Bu uzaklaşmayı ve bu küskünlüğü gidermek, kendimizi “affettirmekle” mümkündür.. Onu da, ümmet olabilme şiarıyla ve iman şuuruyla, gerçekleştirebiliriz..

*

Bilelim ki Kur’an, ilahi bir hukuk kitabıdır, bir ibadet kitabıdır, bir ahlak kitabıdır, bir ticari, sosyal, içtimai birlikteliği anlatan ilahi bir kitaptır.  Kur’an, ilahi hükümler silsilesidir.

Kur’an, şeriatı ortaya koyan ve onunla hüküm veren ilahi bir manzumeler silsilesidir.

Bu itibarla biz bu şekilde Kur’an’a sarılırsak, Kur’an bizden uzak durmaz! Biz, Kur’an’ın içindeki emir ve yasaklarla beraber, hüküm ve adalet kitabı olarak gerçeğini yaşarsak, Kur’an her daim bize sahip çıkar… Ve biz de Kur’an’la yaşamış oluruz.

İşte o zaman da değil bir avuç Yahudi..

Yedidüvel gelse de küfür dünyası hep birlikte bize saldırsa da “kayadan toz almış” gibi hiçbir şey yapamaz..

Ne İsrail, ne ABD ve ne de AB…

Yeter ki ihlaslı ve imanlı olalım…

Aksi takdirde her şey gerçek dışı bir yaşam hali  alır ki kimse bunu sineye çekemez…

Kur’an da kabul etmez…

En derin saygı ve sevgilerimle.