“YARGININ MEŞRUİYET DEBİSİ DİBE VURMUŞTUR!”

Bilindiği gibi ülkemizin, milletimizin, bugün karşı karşıya kaldığı sorunların baş çıbanı hukuksuzluktur, adaletsizliktir, yargı terazisinin demokratik olarak işlememesidir.

Eğer bir toplum birliğini, dirliğini, varlığını, direnişini, sağlam bir zemin üzerine oturtturuyorsa, o toplumun elbette ki geleceği parlaktır.

O toplum; barışla, kardeşlikle ve dürüstlükle hayatını idame edebilir.

Zira toplumsal bir güvenilirliğin varlığı söz konusudur.

O da yine hukuk ve adalet terazisinin sağlam tartmasıyla oluşur.

Milli benliğinden, tarihinden, kültüründen, inancından haz alarak yürüyen bir toplumun varlığı, mutlaka hukukun, adaletin, sağlam ve dürüst işleyişine bağlıdır.

Tüm bu sayılanların başında da adalet gelir, hukuk gelir, yargı gelir ve bunun başını çeken de devletin yargılama erki olmalıdır.

Eğer bir toplum; yargının, hukukun, adalet mekanizmasının, milli benliğine, birliğine, inancına, tarihine paralel hareket etmiyorsa, o toplum ne kadar güçlü olursa olsun, hiçbir zaman kendini badirelerden, ülkesini kargaşalardan, geleceğini kararmadan kurtaramaz.

Bu badirenin, bu kargaşanın, mevcut kavganın, terörün varlığı, eğer toplumun bünyesinde yaşıyorsa, demek ki o toplum kendini adaletin ve hukukun varlığına bağlayamamıştır.

Böyle olunca toplum; ülkesiyle, milletiyle, devletiyle büyük bir birliktelik içerisinde yaşama fırsatını yakalayamaz.

Yine temel sebep ve ana unsur, devletin uyguladıkları ve devletin dayanaksız olarak uyguladığı antidemokratik keyfiliğe bağlı bir hukuk sisteminin sağlam işlememesidir.

Yıllardan beri Güneydoğu coğrafyasına ve tüm Türkiye’ye hitap eden gerek yazılı olsun, gerek görsel olsun, medyamız gecesini gündüzüne katarak bu olumsuzlukları her zaman görmeye çalışmış, halkıyla paylaşmak istemiş, yaralara parmak basmış ve dün nasıl ise bugün de öyle devam ediyor, yarın da devam edecektir.

* * *                                                                     

Değerli okurlar.

Bildiğiniz üzre dün de “Manşetten” olarak bu köşede kamuoyunu aydınlatmak üzere Diyarbakır’da toplanan Yargıda Birlik Platformunun amaçlarını ve çalışma şeklini sizlere anlatmaya çalışmıştık.

Adalet Bakanlığı ve Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı makamında bulunan Başsavcı Ramazan Solmaz Beyefendi’nin de çabası paralelinde böyle güzel bir platformun hazırlanması da apayrı bir değer kazanmaktadır.

Ama gönül arzu ediyor ki bu “Birlik Platformu” geçmişte olduğu gibi sadece bir gürültüden ibaret olmasın.

Geçmişe yönelik olup bitenleri kapsamına alıp, devletin üç ana sacayağından olan yargı ayağını tüm aktifliğiyle harekete geçirerek, artık bu milletin dertleriyle dertlenmelidir.

Mağdur edilmiş bireylerden tutun da ailelere ve toplumun çok önemli kesimlerine kadar herkesle diyalog sağlanmalıdır.

Mağdurların önceden yapılmış şikâyetlerini yeniden değerlendirmelidir.

Aksi takdirde şekli olarak eski dönemlerde olduğu gibi “söz olsun” diye bu tür girişimler, korkarız ki yine neticesiz kalsın.

Günlük yazılı medyanın manşetlerine ve köşe yazarlarının yazılarına önem verilerek, kamuoyunun istek ve arzuları doğrultusunda adım atmalıdırlar.

* * *

Dün bu köşede anlatmaya çalıştığımız gerçek şudur:

“Sahte deliller üretmek ağır suçtur” diyen hukukçuların bu tespitlerine bakanlık artık kulak vermelidir.

Yargı; artık güvenilir bir yargı niteliğini taşımalıdır.

Zira tüm Türkiye insanı gerçekten bu arayış içerisindedir.

Bu camia; geçmişe yönelik ateist, inkârcı, sağlam bir hukuki anlayışa dayanmayan hukuk sistemi içerisindeki ehliyetsiz insanların kilit noktalara gelip, devletin makam, mevki ve adalet simgesini kötüye kullanan insanlardan arındırılmalıdır.

Keyfiliğe, ranta, kirli ideolojiye dayalı, ne idügü belirsiz insanların sadece ve sadece hukuk fakültelerinden diploma alıp, adalet cübbesi giymekle, herkesin bir hukuk adamı olamayacağını dev1et artık anlamalıdır.

Yıllardan beri hukuk terazisinin gerçek, hukuksal bir mekanizmaya dayanmayan, nerdeyse yüzyıldan beri ve her gün biraz daha gittikçe antidemokratik uygulamalara itilen ülkemizin şiddetle bir hukuk ve adalet mekanizmasına ihtiyacı vardır.

Prof. Dr. Sami Selçuk’un dediği gibi;

“Yargının meşruiyet debisi maalesef diplere vurmuş”

İstanbul Anadolu Yakası Cumhuriyet Başsavcı Vekili Ömür Topaç Bey’in de dediği gibi;

“Yargı tüm bireylerin sığınabileceği en son limandır, bu liman herkese güven vermelidir, herkese açık olmalıdır, bu limana herkes demir atmalıdır”

Ama “Görünen köy kılavuz istemez” misali bugün Türkiye’deki yargı erkinin tümüyle olmasa bile büyük bir ekseriyet içerisinde, yukarıda anlattığım gibi bu makam ve görevi hak etmemiş, sadece şekilcilikten ibaret olan, hukukun bilgi derinliklerinden yoksun olup, sadece yanlış mezhepçilik ve kişisel ranta dayalı kişilerin elinde olması kuşku götürmeyen gerçeklerdir.

Yıllardan beri bu ülkeyi kargaşaya, teröre, kavgaya, kan ve gözyaşlarına boğduran temel unsur; birçok yönüyle yargı erkinin yanlış uygulamasıdır.

Bunun kanıtı da 1961’de, Yassıada Mahkemesinin üç devlet büyüğünü idama götürmesidir.

Devletin yasama, yürütme ve yargı erki sağlam zemin üzerine oturtturulmuş olsaydı, yıllardan beri bu memleket kan ve gözyaşları içerisinde boğulup durmazdı.

Yargının verilen birçok kararları çifte standarttan ibaret olup, halkı derin ızdıraba ve mağduriyete sokmuş durumda.

* * *

Sevgili okurlar.

İşte dikkatinizi çekebilecek birkaç uygulamayı da sizinle paylaşmak istiyoruz.

Geçmişe yönelik Güneydoğu Anadolu yöresinde, özellikle Diyarbakır’ımızda yargının ve adaletin baş temsilcisi olarak buraya atanan bazı savcılar ve başsavcılar, Milli İstihbarat Bölge Teşkilatının başındaki zevat, 7. Kolordu Komutanlığı’nın ve Jandarma Bölge Komutanlığının bünyesine yerleşmiş JİTEM’in önemli unsurları bu memleketi karanlıklara sürüklemiş, yanlış, sahte ve düzmece evraklar tanzim etmiş, iftiralar atmış ve insanları karalamış.

Ve faili meçhul cinayetler işlemiş.

Ve bunlarla bir işbirliği içinde olan DGM Cumhuriyet Başsavcılığını temsil eden zat, bunlara alet olmuş ve büyük kirlenmelere neden olmuş ve birçok aileyi mağdur etmiş, deyim yerindeyse ocaklarına incir ağacı dikmiş gibi zulüm etmiş ve bu zulmün işlenmesine de müştereken ve müteselsilen yardımcı olmuş bazı yargı mensupları, işte bunlar Türkiye’nin yüz karası olmuştur.

Bunların yaptıkları antidemokratik, hukuk dışı mezalimi engellemeye çalışan ve onların kirlenmesine katılmayıp da, adil vicdanlarına dayanarak karar veren hakim ve savcılar olmuşsa da onlar da bu mütecaviz hareketlerinden zarar görmüş ve dönemin HSYK’sı, onları adil karar verdikleri için sorgulamaya tabi tutmuştur.

Hiç kimse bunları inkâr edemez.

İnanıyoruz ki bugünkü Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ ve bugünkü HSYK, inşallah bu tarihi kirlenmeleri göz önüne alarak o dönemdeki yapılan bu kirlenmelerin ve bu mezalimin elebaşları olan kimseleri takibat altına alarak, sorgulayacaklarına inanıyoruz.

* * *

Bakınız, burada siz değerli okurlarımıza o döneme dayalı bir iftira ve kirlenme vesikasını organize eden ve o sahte evraka meşruiyet kazandırmak isteyen, dönemin Cumhuriyet Başsavcısı N.Ç’nin ibret levhası olarak, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdiği, “Gazetemizin mensupları hakkında” yazdıkları sözde bir temyiz dilekçesini sizinle burada paylaşmak istiyoruz.

Ancak bugün bu dilekçenin tümünü buraya taşıyamadığımız için affınıza sığınarak yarın ki köşemize bunu taşıyacağız ve tüm kamuoyuna, geçmişe yönelik yargı erkinin temeline adeta dinamit atılmış ve keyfi olarak yargıyı ne kadar kötüye kullanmış olduğunun bir vesikasıdır.

Aynı o vesika paralelinde dönemin Yargıtay’ı o itiraz dilekçesini esastan reddederek, yerel mahkemenin vermiş olduğu beraat kararını onamış.

Demek ki o dönemlerde yargının ne kadar karanlık ellerde yıpranmışlığı söz konusuysa, bir o kadar da karşı taraftaki çok değerli, helal süt emmiş, nice hakim ve savcılarımızın da varlığı söz konusu olmuştur ki hala bu memleket bu sayede ayaktadır.

28 Şubat da bu yörede had safhasına ulaşan kişisel rant, çıkar, ideolojinin varlığı, ne yazık ki askeri vesayet ile dönemin DGM ve MİT teşkilatının organizesiyle gerçekleşmiştir.

İşte, halkın bu devletten, bu yargıdan beklediği yegâne umut, yargı eliyle yapılan antidemokratik mezalimin ortadan kaldırılmasıdır ve yapanların da takip altına alınmalarıdır.

Hala da bugünkü Diyarbakır Adliyesinde bulunan bazı İş Mahkemelerinin vermiş olduğu çifte standartlı kararları da gözden geçirilmelidir.

Sabah aynı dosya üzerinde verilen bir kararın, ne yazık ki öğleden sonra tersyüz edilerek, başka bir şekilde biçimlendirilmesi, Türk hukukunun ayıbı olmalıdır.

Saygılarımızla.

Diyarbakır Söz Gazetesi