SAVUNMA ERKİ ADALETİN ÜÇÜNCÜ SAC AYAĞIDIR!

Evet sevgili okurlar!

Bilindiği üzre dünya hukuk literatüründe; "hukuk ve adalet" terazisinin sağlam, dürüstce tartabilmesi için yargılamada şu üç sacayağının işlem görmesi gerekir…

Yani vücut bulmalı…

Birincisi hakim…

İkincisi savcı..

Üçüncüsü avukat…

Malum, iddia makamı kamu adına iddianameleri hazırlamakla görevli, yargılama hakimi de karar verme yetkisine sahip...

Adaletin ve hukukun bu iki sac ayağının var olması tartışılmazdır…

Aynı hukukta yargılanmanın bir de savunma erki vardır...

Bu üç güç milletin, toplumun, ülkenin, hakkın ve hukukun yerli yerinde tahakkuk edilmesi için; var olabilmiş hukuksal normlardır…

Elbette ki yargının bu her üç sac ayağından biri eksik olursa o yargılama şekli geçerliliğini yitirir.

Hüküm ne olursa olsun ister lehte, ister aleyhte olsun geçerliliği tartışma götürür…

Şüphe doğurur…

Onun için savunma erki yargılama esnasında iddia makamı ile hüküm verme makamı kadar önemlidir.

Ama ne var ki; savunma erki Türk hukuk ilkeleri doğrultusunda birçok yönüyle zaman zaman hukuk adına değil kişisel rant adına olayı ters yüz ederek yanlışlara ve hukuksuzluğa sebebiyet vermektedir.

Bu yargılamanın üçüncü sac ayağı olan savunma erkindeki kastımız elbette ki; avukatlık mesleğidir.

Mahkeme heyetinin huzurunda savunma yapan kişidir!!…

Meslek itibarıyla adaleti, hukuku savunmak elbette ki kutsal bir meslektir savunma erki!.

Avukatlık..

Yani savunma erki, kavram itibariyle güçlünün değil güçsüzün yanında yer alıp, "hakkını" savunmasıdır…

Bu mesleği icra ederken elbette ki mağdurun hakkını, hukukunu ön plana alarak güçlüyü değil güçsüzü savunması gerekir.

İşte hukuk bu…           

***

Eğer bu meslek yani avukatlık mesleği kişisel rant karşılığında güçlünün yanında tavır alarak, güçlüyü daha fazlasıyla güçlendirmek için kullanırsa…

Mağduru da daha fazla mağdur etmek üzere olayları, gerçekleri, ters yüz ederek yargı mekanizmasını yanıltmaya kalkıyorsa…

Çok değişik oyun ve tezgahlarla güçlüyü daima üstün kılarak haklı çıkarmaya çalışıyorsa….

Meslek itibariyle vahim bir işleyiştir, gayri ahlakidir, yanlıştır..

En önemlisi; mesleğe hakarettir…

Halel getirmektir...

Hiç kuşkusuz ki avukatlık gibi kutsal bir mesleği rant karşılığında kirleterek, hukuk dışı yanıltıcı, yalan dolanlarla, çeşitli tezgahlar hazırlayarak suçluyu ve caniyi savunma adına kullanırsa…

Hele ki mahkeme heyetini, iddia makamını yanıltıcı bilgilerle ikna etmeye çalışırsa orada, ne hukuktan, ne adaletten ne de hakkaniyetten hiçbir zaman bahsedilemez…

Bırakın hukuku, adaleti, savunma erkini icra etmi görevini yerine getirmek, adeta bir fitne unsuru olmaktan başka bir icraat olmaz…

Hasımlar arasında daha kışkırtıcı bir oyuna dönüşür...İnsanlar arasında düşmanlık daha da alevlenir.

Yargılamanın üçüncü sac ayağı durumunda olan avukatlık mesleği hakimlik mesleği kadar kutsaldır…

Ama ne yazık ki bazı baroların, bazı mensupları kutsal adalet cübbesi altında çok kirli, hukuk dışı yargıyı yanıltma tezgahıyla, boy göstermektedirler…

İş yapmaktadırlar…

Bariz şekilde de suç işliyor…

Para kazanmak için, adalet adına, hukuk adına giydiği o kutsal adalet cübbesini kişisel rant için kullanmaktadır…

Elbette ki vebali çok ağırdır…

Hukukun üstünlüğüne inanan demokratik bir hukuk devleti tüm mekanizmasıyla; bunu içine sindiremez, kabul de etmez..

Geçit vermesine de imkan vermemesi gerekir..

Ama “Görünen köy kılavuz istemez” misali..

Yaşanan olaylara bakarsak açık ve net olarak görünen şudur ki bazı adli mekanlarda aynı yukarıda belirttiğimiz gibi "adalet" kirletiliyor…

Hukuk çiğneniyor..

Meslek taassubuyla o meslek itibarsızlaşıyor, kirletiliyor, taraf tutuluyor…

Güçlüyü daha fazla güçlü kılıyor…

Para sahibi daha fazla haklı çıkartılıyor, güçsüz, parasız pulsuz mağdur olan da; mağduriyetine mağduriyet ekletilerek daima eziliyor..

Lakin hukuk adına bu yapılıyorsa ve adalet mensupları tarafından kabul görüp, hoş görüntü veriliyorsa vay o memleketin haline, vay o hukukun perişanlığına…

 

***

Örnek mi istiyorsunuz?.. İşte size bir örnek...

İki gün önce Diyarbakır adliyesinde bir cinayet dosyasından dolayı 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan yargılama esnasında cinayet işleyenlerin avukatlarından biri, maktulü mağdur olmaktan çıkarıp sanki cinayeti kendisi işlemiş gibi göstermeye çalışıyor…

Dışardan parayla bilirkişi ayarlayıp kendi kendine bir rapor tanzim etmiş…

Neymiş; maktul çift silahla geziyormuş ve katillerle çatışmış…

Adeta suç makinesi bir kişiymiş gibi suçlamada bulunuyor…

Bunlar yetmiyormuş gibi duruşma esnasında maktulün yakınlarına da suçlamada bulunuyor…

"Saldırgan, tehditkar, kendilerini tehdit etme, hatta çocuk kaçırma gibi" yaftalar uydurarak savunmada bulunuyor ve bunları da zapta geçiriyor…

Mağdur tarafı ise böyle bir şeylerinin olmadığını söylüyor…

"Avukat tahrik edici davranıyor. Kışkırtıyor. Bizim böyle bir tehdit, ya da saldırgan bir tututumuz olmadı.. Avukat kendinden uyduruyor… Resmi evrakta, maktulun silah kullanmadığını söylüyor. Balistik incelemede elinde, barut izi yok. Silah yok. Ama avukat özel bilirkişiye ısmarlama rapor hazırlatmış. Çifte silahtan söz ediyor.. Avukat doğru konuşmuyor.."

Duruşma böyle bitiyor...

Her iki taraf dışarıya çıkarken söz konusu avukat kendini haklı göstermek için, mahkeme heyetini, yargılama heyetini etkilemek için mağdur tarafının bulunduğu yera doğru; "kasıtlı olarak, laf atıp, geçiyor ve ters ters bakıyor…"

Tabiri caizse; "biz adamı böyle yaparız" deme getiriyor...

 

Hal böyle iken…

Hiç tartışmasız bu yörenin insanları tarafından bu hareketler kabul edilemez…

Nitekim, ölen şahsın kardeşi ve yeğeni kendine hakim olamayıp "sen ne yapmak istiyorsun" diyerek, tepki veriyor..

Vay senmisin diyen!..

Karşı koyuyor ve birden kavga; kargaşa çıkıyor…

Sonuç…

İş "avukat saldırıya uğradı" kumpasına sokuldu…

Garip olan ki, Diyarbakır Barosu..

Hiç bir sorgulama, araştırma, hakikata vakıf olabilme mekanizmasını işletmeden, "meslek taasubuyla" bel çıkıyor..

O avukatın yanında yer alıyor…

Kamuoyuna yönelik bir de basın açıklamasıyla "kınama mesajı" yayınlıyor..

Kamu baskısı, tahrik ve nüfuz edicilik neticesinde vakıa "husumete" dönüştürüldü. Ve cinayete kurban giden maktulün kardeşi ve yeğeni; "tutuklanarak" cezaevine gönderiliyor…

Sanki çok büyük suç işlemişler..

Silahla, bıçakla, adam yaralayıp, öldürmüşler gibi!...

Yazık...

Şimdi gelelim pirincin taşının ayıklanmasına…

Gerçekten kamuoyu bunu soruyor?

Bu tür davranışlar hukuksal mıdır?

Hukuk demek, yargı demek, mağduru daha fazla mağdur etmek, zalimi de, güçlüyü de daha güçlendirmekten mi ibarettir?

Yoksa mağduru savunup adalet terazisini yörüngesinde tutmak mıdır?

Böylece gelişen olaylar hukukun varlığına gölge düşürmektedir…

Savunma erki durumundaki avukatlık mesleğini ranta dönüştürür, hukuku ve adaleti ayaklar altına alır…

İtibarsızlaştırır…

Keyfilik olur, cebri olur, mezalim olur…

***

Bakın sevgili dostar!

Geçenlerde Diyarbakır’da İş Mahkemesi’nde görülen bir işçi – işveren davasında S.K. isimli bir avukat işçileri kışkırtarak sadece para kazanmak suretiyle işçinin hakkını hukukunu aldığı halde, ibranameyi imzaladığı halde işçilere “Gelin yeniden davacı olun, siz hakkınızı eksik almışsınız, sizden hiç masraf almadan dava açıyorum” diyor…

Diyarbakır Barosunu mensubu olan bu kişi, zaten işi gücü haksız yere zenginleşme uğruna "işçileri işveren" üzerine kışkırtarak zincirleme olarak dava açtırmayı kendine meslek edinmiştir.

***

İşveren avukatı mahkemeye hitaben şöyle diyor…

“Hakim bey bu adam hakkını almıştır, hiçbir hakkı hukuku kalmıştır, ıslak imzası vardır, bu nedenle bu dosyanın reddedilmesi gerekir. İstiyorsanız kendisine sorun, sen madem ki hakkını almamışsın niye imzaladın…”

Hakim tabi soruyor: “Peki kardeşim sen hakkını almışsın, imzan var, niye dava açıyorsun..”

İşçi; “Valla hakim bey ben imzaladım ama dayatma altında imzaladım ve okuryazarım da yoktu ben bilmiyordum ne yazdığını” diye kendini savunuyor…

İşveren avukatı buna karşı diyor ki:

“Hakim bey eğer okur yazarı yoksa ve ilkokul diploması da yoksa nasıl ehliyet imtihanına giriyor, ehliyet alıyor ve şoförlük yapıyor, hatta pompa operatörlüğü yapıyor sorar mısınız?…”

Hakim soruyor….

“Okur yazar olmayan, herhangi biri diploması olmayan nasıl ehliyet alır, bu yolsuzluktur ve şaibedir”

Tabi elbette ki işçi cevap veremiyor, ancak verdiği tek cevap şu oluyor:

“Valla hakim bey benim avukatım bana bunu söyledi, ben de söyledim..”

İşte buyurun gelin ayıklayın pirincin taşını..

Böyle hukuk mu olur, böyle adalet mi olur, böyle yargılama usulü mü olur böyle savunma erki mi olur?…

Adam yalan dolan, mahkemeyi yanıltma pahasına bunları söylüyor..

Bazı avukatlar var ki, yalancı şahitler temin ediyor…

İşte bu davada görüldüğü gibi…

Yalan yerde şahitlik yapan kişi suç üstü yakalınca, ne diyor?

Diyor ki “vallahi ben yapmadım beni avukatım yönlendirdi?..”

Velhasıl, vay o hukukun haline…

Vay o baronun varlığına…

Vay o yargılama usulünün üçüncü sac ayağı durumunda olan savunma erkine…

Peki sevgili dostlar!

Gerçekten Adalet Bakanlığı yargının bu perişanlığına ne diyor, özellikle Doğu ve Güneydoğu’da, özellikle Diyarbakır’da bunu önlemek için ne gibi tedbirler alıyor?

Bu sorulara cevap bekliyoruz…

DİYARBAKIR SÖZ