BU DÜZEN HEP BÖYLE Mİ DEVAM EDECEK?! (II)

Sevgili okurlar…

Bugünkü sohbet faslımız, bir önceki sohbetimizin bir nevi tamamlayıcısı olacak! Şöyle ki; başlık olarak kullandığımız “BU DÜZEN HEP BÖYLE Mİ DEVAM EDECEK?” ifadesini bir kez daha yineleyerek, soruyoruz... Birileri deve kuşu misali, ülke hakikatlerine karşı sükût ve sessiz kalsa da biz gündeme getirdiğimiz soruya yanıt aramaya çalışacağız…

***

Tabi ki, dilimizin döndüğü, fikrimizin beyan sınırları noktasında; sorgulayacağız… Yanıt bulduksa, ne ala? Bulamazsak, sessiz ve suskun kalacağımız da beklenmesin! Çünkü suskun kalmak iyi bir şey değil… Hele ki ümmet şiarına sahip olmuş iseniz, hele ki bizim gibi kalem oynatanlar ise, hakikatleri haykırmak gerekir… Bizim hiçbir şekil ve koşulda, “sessiz kalmamız” beklenmesin, beklenmemeli ve beklenilemez de!

***

Zira bu minvalde Hadis-i Şerif var… Hadis der ki;

“La tekunu şeytanen ahrese”

“Dilsiz şeytanlardan olmayın.”

***

Mademki Müslüman’ız, mademki bu yüce İslam dinine inanmış bir milletiz.  Mademki içimizde Kur’an var. Mademki en mukaddes kitap Kur’an-ı Kerim’dir… O zaman, O Kur’an-ı Kerim’in hükümlerine göre hareket etmemiz lazım... Onu tozlu raflara kaldıramayız. Bu itibarla yüce kitab-ı mübin ne diyorsa, onunla bütünleşip, yaşamalıyız!

***

Bireyden tut toplumsal halimize kadar. Ailelerimizi, insanlarımızı, hatta devlet birimlerimizi tamamıyla Kur’an ahlakıyla ahlaklandırmamız gerekir… Onunla, yaşatmalıyız... Ondan uzak durmamamız gerekir. Onun hükümlerini “keyfemayeşa” tozlu raflara kaldırmamamız lazım. Eğer ki kaldırırsak, o zaman pusulamızı şaşırmış oluruz. Ki tamamıyla toplumsal dengeyi kaybederiz... Bir daha da kendimizi toparlayamayız.

***

Bu itibarla biz de âcizane siz değerli okurlarımızla bu gerçeği paylaşmak istiyoruz.

Çünkü Kur’an’sız yaşayan bir millet için, bir İslam memleketi ve bir İslam ümmetinin varlığından bahsedilemez. Pusulasını yakalayamaz, hedefine ulaşamaz. Bunu kesinlikle bilmemizde fayda vardır.

***

Zira yakın tarihimiz tüm söylediklerimizi tescil etmiştir… Tarihe not düşmüştür… Şöyle ki; yüz elli sene evvelki Osmanlının cihanşümul bir devlet olduğunu inkâr etmememiz lazım. Ama ne oldu da birden bire Sultan Abdülhamid düşman bellendi! Tahttan indirildi, Osmanlı gücü eriyip gitti… O büyük Ulu Hakan Sultan Abdülhamid’e birden bire “Kızıl Sultan” denildi... Aslında, onu söyleyenler, kızılların ta kendileriydi…

***

Kendi kirli gömleklerini terû taze bir devlet büyüğüne giydirmek istediler. İftira ve yalanlarla onu yok etmek için tuzak kurdular… Ne hazindir ki o tuzakla bir Osmanlı Devlet-i Âliyesi çökertildi… Maziye bıraktı… Getirdiler o 5 milyon 500 bin kilometrekarelik coğrafyayı, 770 bin kilometrekareye sığdırdılar. Ve buna da kurtarıcılık dediler. Böyle sahte kurtarıcılık mı olur? Böyle aldatmaca mı olur? Bir millete bu kadar hıyanetlik yapılmaz... Bu kadar açık ve aleni bir şekilde aldatılmaz bir millet!

***

Ama “Görünen köy kılavuz istemez” misaliyle hal-i âlem ortadadır.  Bundan yüz elli sene evvel, eğitim sistemimiz de, Osmanlı harfleriyle okutuluyordu. Bin senelik bir tarih, bin senelik bir harf kültürü, bir gece ansızın ortadan kaldırdılar ve Latince harfler getirildi.

***

Bir millet bir gecede cahil hale getirildi. Çünkü okuma yazmaları yoktu artık. Bu harflere alışıncaya kadar bin senelik kültür heba edildi... Şimdi buna vatanperverlik mi denir, hıyanet mi denir, kurtarıcılık mı denir?  Bunun yorumunu siz değerli okurlarımıza bırakıyoruz.

***

Sevgili dostlar.

İşte mevcut halimiz bundan ibarettir.

Bizden doğruları söylemek…

Millet olarak istikametimizi aba ecdadımızın, geçmişlerimizin, büyüklerimizin istikameti doğrultusunda yönlendirirsek, kesinlikle büyürüz, hem de çok çok büyürüz. Diğer devletlere karşı da alnı ak, başı dik, serfiraz bir hal kazanırız.

***

Ama böyle olmazsa, hem yerimizde sayarız ve bir hedefimiz de olmayacak. Ne yeni teknolojilere sahip oluruz, ne de yeni eğitim çağına sahip oluruz, ne de herhangi bir yenidünya medeniyetine dâhil olmuş oluruz?

Esasen dünya medeniyeti deyince, o dünya medeniyeti bundan yüz elli sene evvelki Osmanlı medeniyetiydi. Bütün dünyaya o medeniyeti götürmüştü. Avrupa kıyılarına kadar, viyana kıyılarına kadar ecdadımız gitti.

***

Kudüs-ü Şerif de Selahaddin-i Eyyubi Haçlıların elinden aldı. Allahû Ekber nidalarıyla gerçekleşti bunlar. Ama bugün o ilahi ses ne yazık ki yok. O kahramanlık yok. Bunun için bu hal-i perişanlığımızı düşünmemiz lazım.

“Eski hal muhal, ya yeni hal ya izmihlal.”

Bunu göz önüne almamız lazım… İslam büyüklerinin altın harflerle yazılması gereken cümleleri ve ifadeleridir bunlar?

***

Kulaklarımıza küpe etmemiz gerekir. Yeni yetişen neslimize de öğretmemiz lazım... Hatta bunu okullarda okutulan ders kitaplarına koymamız gerekir. İşte mevcut laiklik sistemiyle, Kemalizm anlayışıyla memleket yüz seneden beri idare edilmektedir, peki ne gibi bir gelişme kaydetmiştir? Hal-i âlem orta yerde. Öyle görünüyor ki hep solda sıfır olmuştur.

***

Eğer ecdadımızın terbiyesiyle, edebiyle, ilim ve irfanıyla, eğitimiyle gençliğimizi yetiştirmiş olsaydık, şimdi biz de ilerlemiş batı dünyasının bir kolu olmuş olacaktık…

Ama heyhat! Batı dünyası bizimle alay edercesine “biz sizi de içimize alırız” diyorlar ama bir türlü de alamıyorlar… İşte Birleşmiş Milletler. Birleşmiş Milletler diye geçinen batıcı bir kurum aslında…

***

Fakat bizi yönetenler bunlara hala nasıl aldanıyorlar bilemiyorum ve de anlamakta zorluk çekiyorum… Yarım asırdır, AB’nin kapısı önündeyiz… Sözde, bizi Avrupa Birliğine alacaklar? Peki, ne zaman alacaklar? Bize göre hiçbir zaman.

***

İsveç’te Kur’an’ımız yakılıyor, sonra da biz bir nefret duygusuyla iktifa ediyoruz, sonra da İsveç Başbakanı geliyor misafirimiz oluyor hasbıhal ediyoruz(!) Adamlar özür bile dilemiyor. Vay halimize! Ne hale geldik yahu? Niye böyle oldu bu Türkiye?

Bunun cevabını da yetkililer versin.

En derin saygı ve sevgilerimle.