TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR?! (V)
Sohbet serimiz devam ediyor... Ne diyoruz, “Türkiye Nereye Gidiyor?” Bu soruya, devleti yönetenler kadar siyasetçiler de 1,5 asırlık tüketilen zamana hükmeden Anayasal nizamname de “gerçekçi bir şekilde” cevap vermiş ya da verebilmiş değildir… Ki samimiyet karinesi içerisinde vermesi de “her babayiğidin harcı” değil... Çünkü tekçi, vesayetçi, jakoben, laikçi anlayış buna geçit vermiyor?
***
Tabi, Türkiye kadar İslam dünyası da aynı minvalde kısır bir döngü içerisindedir… Onun için de “İslam Dünyası nereye gidiyor” sorusunu da sormak lazım… Ve de kime hizmet ediyor? Şöyle ki... Gerçek manada İslam dünyası usule giriyor mu yoksa füruatla mı yetiniyor... İslam’ın ana gerçeği “Akaid” olmakla beraber, amentünün altı şartından hangisini, İslam dünyası yaşıyor?
***
İş lafa gelince, ahkâm kesiyoruz! Ağzını açan, “ben Allah’a inanıyorum, Meleklere inanıyorum, Kur’an’a inanıyorum” diyor! Ama gel gör ki iş amel etmeye gelince yok! Peki, iman ettiğiniz ve inandığınız bir hakikati niye icra etmiyorsunuz? Etmek gerekmez mi? Elbette ki edilmelidir… Şarttır ve elzemdir…
***
Namaz diyoruz! Her Müslüman için vaciptir diyerek, hüküm veriyoruz… Ama iş Namaz kılmaya gelince kılmıyoruz! Oruç diyoruz, onu da tutmuyoruz… Zekât diyoruz... Zekâtın zerre-i miskalini bile vermekten imtina ediyoruz! Tabi Hac diyoruz... Farzından söz ediyoruz. Ama haccın ve hacı olmanın gereğini yerine getirmediğimiz gibi, yaşamıyoruz da!
***
Evet, kala kala bize ne kaldı? Kelime-i Şehadet kaldı... “Allah’ın varlığına ve Peygamberimizin de onun elçisi olduğuna inanmak! Birbirini tescil eden, kanıtlayan, hakikatler manzumesine göre yaşamımızı biçimlendirmemiz gerekmez mi? O inancı fiiliyata, somut eyleme dönüştürmek lazım değil mi? Elbette ki lazım ve gereklidir…
***
Ne var ki, “inanıyoruz ve iman ettiğimizi” söylüyoruz, ama fiili ve somut bir şekilde üzerimize düşeni yapmıyoruz… Kaldı ki amelle pekiştirilmeyen bir iman da iman sayılamaz, iman edilmiş de olunmuyor? Çünkü imanın manası inançtır. Bir şeye inandığın zaman onu kendinden ayıramazsın, mutlaka onunla beraber olman lazım.
***
Nasıl ki aç kaldığında nefsin yemek ister! Ya da başka bir şey… İman noktasında, ibadet de aynen öyledir... İnanıyorsan, onunla amel etmen lazım... Uygulamayla pekiştirmek gerekir… Sadece inandım demek, o inanç için kâfi değildir... “Ben inancımı güçlendiriyorum, yalan söylemiyorum” diyeceksin ki inandığın hakikatin yolunda yol yürüyebilesin…
***
İman uygulama ister. Uygulaması olmayan bir mümin kesinlikle mümin-i kâmil değildir. O mükemmel bir Müslüman değildir. Tabir yerindeyse örümcek ağı gibi zayıf bir inançtır. Hafif bir dokunmayla hemen yıkılır gider. Farz et ki önünde bir yol var, yolun nereye gittiğini de biliyorsun. Ama o düz yoldan gitmiyorsun, taşlı yollara başvuruyorsun. O mesafeyi alamazsın, zamanında hedefine ulaşamazsın, ilk engelde düşer gidersin... O inancını uygulamayan bir Müslüman mükemmel bir Müslüman sayılamaz.
***
Bu itibarla diyoruz ki yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’e dayanarak ona inanarak, emirlerini ve yasaklarını tamamen fiilen yerine getirmekle Müslüman olunur... Sadece kupkuru kelimeyle, kupkuru bir inançla bir yere varılamaz ve de gidilemez! İnancımızı Kur’an’ın hükümleri doğrultusunda, Peygamber (S.A.V)’in hadisleri paralelinde, fıkıh ilminin ve kitaplarının göstermiş olduğu yol doğrultusunda hareket etmemiz gerekir…
***
Yoksa laf-ı güzafla “Ben Müslüman’ım” demekle olmaz. Bugün tüm İslam dünyası bunu yapıyor. Amma velâkin İslam dışı ne kadar ahlak dışı uygulamalar varsa, ne yazık ki İslam dünyasında mevcuttur. Küfür dünyasında var olduğu kadar aynı uygulamaları İslam dünyası da yapıyor. Camilerimiz var, minarelerimiz var, ezanımız var, cami-cemaatlerimiz var, var da var. Her şeyden önce inandığımız kıblemiz olan Kabetullah’ın varlığı her şeye bedeldir.
***
Ancak bununla yetinmek, bana göre yeterli değildir. İmanla İslam’ı birbiriyle pekiştirmeye yetmez. İllaki uygulama, amel etme, inancını pekiştirerek yaşam tarzını biçimlendirmek şarttır ve elzemdir. Kaldı ki İslam’ın ana direklerinden biri Namaz’dır. Ama müminin namazı onu kötülüklerden arındırmalıdır. Eğer bir namaz, bir ibadet sahibini kötülüklerden alıkoymuyorsa, o namazı kılanın o namaza inancı, zayıftır... Demek ki o namaz görsünler noktasındadır... Gösterişe, aldatmaya dair namaz kılana o namaz hayır getirmez!
***
Zira Kur’an-ı Kerim, Ankebût suresi 45. Ayette şöyle buyuruyor; “(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.”
***
Eğer namaz bizi kötülüklerden alıkoymuyorsa, demek ki samimiyet karinesi içerisinde namaz kılmıyoruz! Her Müslümanın buna dikkat etmesi ve takip etmesi gerekir. Yoksa boşa kürek sallamakla bir yere varılamaz. Kur’an-ı Kerim’in ibadete vermiş olduğu önem ve mana değeri çok yüksektir. Gerçekten yaşamak mana değeri demektir. İşte o manayla yaşarsa, kişinin ibadeti insanı kötülüklerden alıkoyar ve melek ruhunu taşıtır.
En derin saygı ve sevgilerimle.