EMİRDAĞ LÂHİKASI
Evet, İmam-ı Ali’nin (R.A.) Âyetü’l-Kübra hakkında verdiği haberi tam tamına Denizli hadisesi tasdik etti, çünkü bu risalenin gizli tab’ı hapsimize bir vesile oldu; ve onun kudsî ve çok kuvvetli hakikatı galebesiyle beraet ve necatımıza ehemmiyetli bir sebep oldu. İmam-ı Ali’nin (R.A.) keramet-i gaybiyesini körlere de gösterdi. Hakkımızdaki duasının kabulünü isbat etti.)
Onlar bana ait değil ve o kerametlere sahip olmak benim haddim değil. Belki Kur’ân’ın mu’cize-i mâneviyesinin tereşşühatı ve lem’alarıdır ki hakiki bir tefsiri olan Risale-i Nurda kerametler şeklini alarak şâkirdlerinin kuvve-i mâneviyelerini takviye etmek için, ikramhat-ı İlâhiye nev’indendir. İkram ise, izharı bir şükürdür, caizdir. Hem makbuldür. Şimdi ehemmiyetli bir sebebe binaen cevabı bir parça izah edeceğim. Ve, ‘’Niçin izhar ediyorum ve niçin bu noktada bu kadar tahşidat yapıyorum ve niçin birkaç aydır bu mevzuda çok ileri gidiyorum? Ekser mektuplar o keramete bakıyor’’ diye suâl edildi.
Elcevap: Risale-i Nur’un hizmet-i imaniyesinde bu zamanda binler tahribatçılara mukabil yüzbinler tamiratçı lâzım gelirken, hem benimle lâakal yüzer kâtip ve yardımcı bulunmak ihtiyaç varken, değil çekinmek ve temas etmemek, belki millet ve ehl-i idare takdir ile ve teşvik ile yardım ve temas etmek zaruri iken ve o hizmet-i imaniye hayat-ı bâkiyeye baktığı için hayat-ı fâniyenin meşgalelerine ve faidelerine tercih etmek, ehl-i imana vâcip iken, kendimi misâl alarak derim ki:
Beni herşeyden ve temastan ve yardımcılardan men’etmek ile beraber aleyhimizde olanlar bütün kuvvetleriyle arkadaşlarımın kuvve-i mâneviyelerini kırmak ve benden ve Risale-i Nur’dan soğutmak ve benim gibi ihtiyar, hasta, zaif, garip, kimsesiz bir bîçareye, binler adamın göreceği vazifeyi başına yüklemek ve bu tecrid ve tazyiklerde maddî bir hastalık nev’inde insanlar ile temas ve ihtilâttan çekilmeğe mecbur olmak, hem o derece tesirli bir tarzda halkları ürküttürmek ki, en ziyade merbut görülen bazı dostların bana selâm vermemek, hatta bazı namazıda terketmek derecesinde ürkütmekle kuvve-i mâneviyeyi kırmak cihetleriyle ve sebepleriyle.. ihtiyarım hâricinde bütün o mânilere karşı, Risale-i Nur şâkirdlerinin kuvve-i mâneviyelerinin takviyesine medar ikramât-ı İlâhiyeyi beyan ederek Risale-i Nur etrafında mânevî bir tahşidat yaptırmak ve Risale-i Nur kendi kendine, tek başıyla -başkalarına muhtaç olmayarak- bir ordu kadar kuvvetli olduğunu göstermek hikmetiyle bu çeşit şeyler bana yazdırılmış. Yoksa, hâşâ kendimizi satmak ve beğendirmek ve temeddüh etmek, hodfuruşluk etmek ise; Risale-i Nur’un ehemmiyetli bir esası olan ihlâs sırrını bozmaktır.
İnşâallah Risale-i Nur kendi kendine, hem kendini müdafaa ettiği hem kıymetini tam gösterdiği gibi, bizi de mânen müdafaa edip kusurlarımızı affettirmeğe vesile olacaktır.
***
Aziz Kardeşlerim!
Risale-i Nur’un zuhurundan kırk sene evvel, geniş bir hiss-i kablelvuku, acîb bir tarzda; hem bende, hem bizim köyde, hem nahiyemizde tezahür ettiğini şimdi bir ihtar-ı mânevî ile kat’î kanaatım gelmiş. Şefik ve kardeşim Abdülmecid gibi eski talebelerime bu sırrı fâşetmek isterdim. Şimdi Cenâb-ı Hak sizlerde çok Abdülmecidleri ve çok Abdurrahmanları verdiği için, size beyan ediyorum:
Ben, on yaşında iken, büyük bir iftihar, hattâ bazen temeddüh suretinde bir hâletim vardı; istemediğim halde pek büyük bir iş ve büyük bir kahramanlık tavrını takınıyordum. Kendi kendime derdim: Senin beş para kıymetin yok. Bu temeddühkârane; hususan cesarette çok fazla gösterişin niçindir? Bilmiyordum; hayret içinde idim. Bir iki aydır o hayrete cevap verildi ki; Risale-i Nur, kablelvuku kendini ihsas ediyordu. Sen, âdi odun parçası gibi bir çekirdek iken, o firdevs saldıklarını bilfiil kendi malın gibi hiss-i kablelvuku ile hissedip hodfuruşluk ederdin.
Bizim Nurs köyümüz ise; hem eski talebelerim, hem hemşehrilerim biliyorlar ki; bizim köyümüz, fevkalâde gösteriş ve cesarette, ileri göstermek için temeddühü çok severdiler; güya büyük bir memleketi fetheder gibi kahramanâne bir tavır almak istiyordular. Devam edecek