EMİRDAĞ LÂHİKASI

Hususuyla, inkâr-ı Haşr müfkûresini mağlûb eden Onuncu Söz matbu nüshaları ve bilhassa gizli tab’edildiği halde kendini serbest okutan ve takviye-i imanda pek yüksek hârikaları taşıyan Âyetü’l-Kübra risaleleri; ve inkâr-ı Ulûhiyet mefkûresini zîr ü zeber eden Külliyat-ı Nur, ‘’Hüccetü’l-Bâliğa’’ ve ‘’Meyve’’ gibi eczaları meydanda...
İnşâallah, Kur’ân’ın etrafına çevrilmek istenilen imansızlığın emânsız sûrunu, Risale-i Nur temelinden kaldıracak, imansızlığın emânsız ateşini söndürüp, âb-ı hayat bahşeden şarâb-ı kevserini, bütün dünyaya emânlı iman vermekle içirecektir.
Çok kusurlu talebeniz
Hüsrev
Zâtınızın şahsıma karşı haddimden pek çok ziyade hüsn-ü zannınızı, Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsi namına kabul edebilirim; yoksa kendimi o makamlarda görmek benim haddim değil.
Hem, ‘’Risale-i Nur mesleği, tarîkat değil, hakikattır; sahabe mesleğinin bir cilvesidir. Bu zaman, tarîkat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır.’’ Risale-i Nur, bu hizmeti Lillâhilhamd en müşkül ve ağır zamanlarda yapmış ve yapıyor. Risale-i Nur dairesi, Hazret-i Ali ve Hasan ve Hüseyin’in (R.A.) ve Gavs-ı Âzam’ın (K.S.) -ihbarat-ı gaybiyeleriyle- şâkirdlerinin bu zamanda bir dairesidir. Çünkü Hazret-i Ali, üç kerameti gaybiyesiyle Risale-i Nur’dan haber verdiği gibi; Gavs-ı Âzam (K.S.) da kuvvetli bir surette Risale-i Nur’dan haber verip tercümanını teşcî etmiş. Bu mahrem dört risale -Keramet-i Aleviye ve Gavsiye’ye ait dört risale- inşâallah bir vakit size gönderilebilir. Mahkeme ehl-i vukufu, onlara itiraz edememiş, yalnız ‘’Bu yazılmamalı idi’’ diye küçük bir tenkid etmişler. Ben de cevap verdim, onlar sustular. Zaten Üveysî bir surette doğrudan doğruya hakikat dersimi Gavs-ı Âzam’dan (K.S.) ve Zeynelâbidîn (R.A.) ve Hasan, Hüseyin (R.A.) vasıtasıyla İmam-ı Ali’den (R.A.) almışım. Onun için, hizmet ettiğimiz daire onların dairesidir.
Cenâb-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki; duanızın himmetiyle, onbeş günden ziyade şiddetli bir hararet içinde tehlikeli ve zehirli hastalığın, iki gündür tehlikesi geçti. Hastalıkla bir saat ibadet bir gün kadar olması cihetiyle, inşâallah yapamadığım çok hayratın yerini bu hastalık doldurmuş ve çok kusuratıma da keffâret olmuş. Fakat zâfiyet ve hastalık devam ediyor.
Lâtif ve mânidar bir tevafukdur ki; dünkü gün, mâsumların mecmuası elime geçti, açtım. O mecmuanın başında, o mâsumların bir kumandanı hükmünde ve Medrese-i Nuriyenin kahramanlarından marangoz Ahmed’in gayet zînetli ve nakışlı ve dikkatli yazdığı Küçük Sözler, başında dercedilmiş gördüm. ‘’Mâşâallah Marangoz Ahmed dedim, mâsumların çavuşu olmuş.’’ Aynı günde bir mektubu elime geçti, açtım. Marangoz Ahmed’in gönderdiğimiz mektupları arkadaşlara gecede okumak zamanında, iki çekirge mektubun başına gelip tâ bitinceye kadar dinlemelerini gördüm. Bir kaç gün evvel biz mektubu yazarken, iki güvercin, mektubun makbuliyetini ve müjdeci serçe ve kuddüs kuşlarının müjdelerini tasdik ettikleri gibi; marangozun iki çekirgeleri de güvercinleri ve müjdeci kuşları tasdik ederek, biz dahi Risale-i Nuru tanıyoruz diye, lisan-ı halleri ifade ediyor diye lâtif ve mânidar tevafuk olmuş.
Bu münasebetle, o mecmua içinde mübarek kahramanlardan Küçük Ali’nin biraderzâdesi mâsum ve küçük bir Abdurrahman olan Hâfız Ahmed’in yazdığı Sekizinci Şuâ’nın Sekizinci Remzi’den bir sahife evvel bir fıkra nazarıma değdi. Bir-iki aydır size Risale-i nur’un makbuliyetine dair yazılan mektuplarda şahsımın hisse-i şerefi ve hüneri olmadığını ve sırf bir ikram-ı İlâhî olmasına dair yazılan parçayı bu fıkrayı, o fıkraya alâkadar gördüm, size gönderiyorum, onlara münasip bir yerde ilhak edersiniz.
Devam Edecek