EMİRDAĞ LÂHİKASI

Çünkü o on adam, tam o hakikatı herşeyin fevkınde gördüklerinden sebat edip, o çekirdekler hükmünde olan kalbleri, birer ağaç olabilirler. Fakat o binler adam, dünyadan ve felsefeden gelen şüpheler ve vesveseler ile, o kutbun derslerini, ‘’Hususi makamından ve hususi hissiyatından geliyor’’ nazarıyla bakıp, mağlûb olarak dağıtılabilirler. Bu mâna için hizmetkârlığı, makamatlara tercih ediyorum.
Hattâ bu defa bana; beş vecihle kanunsuz, bayramda, düşmanlarımın plânıyla bana ihanet eden o mâlum adama şimdilik bir belâ gelmesin diye telâş ettim. Çünkü, mes’ele şa’şaalandığı için, doğrudan doğruya avâm-ı nas bana makam verip hârika bir keramet sayabilirler diye, dedim: ‘’Yâ Rabbi, bunu ıslah et veya cezasını ver. Fakat böyle kerametvâri bir surette olmasın.’’ Bu münasebetle bir şeyi beyan edeceğim. Şöyle ki:
Bu defa mahkemeden bana teslim olunan talebelerin mektupları içinde, çok imzalar üstünde bulunan bir mektup gördüm; belki Lâhikaya girmiş. Risale-i Nur’un şâkirdlerinin maişet cihetindeki bereketine ve bazıların tokatlarına dairdi. Burada, aynen Kastamonu’daki tokat yiyenler gibi şüphe kalmamış. Beş adam, aynen burada da tokat yediler. (* Evet; biz, gözümüzle gördük, hiç şüphemiz kalmadı. Buranın Talebeleri Namına Ceylan, İbrahim)
Risale-i Nunr’un bir kâtibi dedi ki:
‘’Neden dostların kusuratına tokat gelir. Hücum eden düşmanlara bu tarzda gelmiyor?’’
Elcevap: Memur olmayan, veya hususi, şahsı itibariyle hiyanet eden, hususi tokat yer. Bu nevi vukuat, pek çoktur; ve tam sadakat edenlerde, maişetindeki bereket ve kalbindeki rahat cihetinde ikramlara mazhar olanlar dahi pek çoktur. Eğer memur ise, kanun namına kanunsuz hiyanet eden, ilişen; o memlekete, o bîçare ahâliye bir umumî tokada vesile olur. Ya zelzele, ya yağmursuzluk, ya hastalık, ya fırtına gibi umumî belâlara bir vesile olur. Kendisi, zâhiren hususi tokat yememiş gibi görünüyor.
Hem eğer, dinsizlik hesabına, imanî hizmetimize ilişenler olsa kaidesince, küfür derecesine giren öylelerin zulümleri -büyük olduğu gibi- âhirete tehir edilir, ekseriyetçe küçük zulümler gibi cezaları dünyaca tâcil edilmez.
Said Nursî
Ankara’da Bulunan Emniyet-i Umumiye Müdürü Bey’e!
Yirmi senedir gayr-ı resmî, hem haps-i münferid, hem tecrid-i mutlak içinde bulunduğu ve sebepsiz evham yüzünden emsalsiz tazyik gördüğü halde sükut eden bir bîçare ile resmî değil, hakikî ve ciddi görüşmek istersen az sizinle konuşacağım.
Evvelâ: İki sene, iki mahkeme, yirmi sene hayatımın eserlerini, mektuplarını tedkikten sonra, idare ve âsâyiş aleyhinde hiçbir madde bulunmadığına ve bulmadıklarına delil, mahrem ve gayr-i mahrem bütün kitaplarımı beraetimle beraber iade etmeleri cerhedilmez bir hücettir, bir senettir. Yirmi seneden evvelki hayatım ise, bu vatan ve millet lehinde fedakârane sarfolunduğuna delil, eski Harb-i umumîde gönüllü alay kumandanı olarak başkumandanın takdiratı altında hizmetlerimle ve harekât-ı milliyede fevkalâde hizmetimi Ankara’daki hükûmet reisleri takdir ile ve Meclis-i Mebusan beni orada görmekle alkışlamasıdır. Demek bu yirmi senede bana verilen azap, bütün bütün kanunsuz ve keyfî bir muameledir. Bu yirmi sene kırk bayramımı münzevî, yalnız geçirdim. Artık yeter! Kabir kapısındayım beni dünyaya baktırmayınız...
Hem emniyet-i umumiye reisi olduğunuz cihetle, benim hizmetime taraftar olmanız lâzım. Çünkü mahkemelerce sabit olduğu gibi, Risale-i Nur’un dersleri, dünyaya baktığı vakit bütün kuvvetleriyle âsâyişin temellerini muhafaza etmek, korumak ve fesat ve ihtilâllerin önünü kesmek olmasından, kudsî ve mânevî inzibat komiserleri hükmünde olduğuna delil, üç vilâyet zâbıtaları anlamışlar.                             Devam Edecek