EMİRDAĞ LÂHİKASI
Tevhid, Nübüvvet, Haşir ve Adalet’tir. Çünkü: Vakta kâinat sahrasında benî-Âdem bir acîb ve büyük bir kafile ve sair taifeler beraber birbiri arkasında asırlar üstünde geçmiş zamanın derelerinden, şehir ve meşherlerinden sefer edip vücut ve hayat sahrasında yürüyüşle istikbalin yüksek dağlarına azîmetle oradaki bağlarına gözleri müteveccih olmak cihetiyle hilâfet-i zemine mazhariyet noktasında ve sâir zîhayata tasarrufatı cihetinde rû-yi zeminde ekser eşyanın nev-i beşerle münasebatı iktizasıyla heyecana gelmesinden kâinat dahi onlara yüzlerini çevirip nev-i beşerle ciddî alâkadar oluyor. Benî-Âdem bir tek tâife iken yüz binler tâifelere karışmasında kâinat zemin gibi onlara netice-i hilkat-i âlem noktasında bakıyor. Güya hilkat-i kâinat hükûmeti; o hükûmetin zâbıta me’muru hükmünde fenn-i hikmeti, bir müstantık ve sorgucu olarak o misâfir kafileye gönderip ondan sual edip soruyor ki:
“Ey benî-Âdem! Nereden geliyorsunuz ve nereye gideceksiniz? Ve ne yapacaksınız? Ve her şeye karışıyor ve bâzen karıştırıyorsunuz. Sultanınız ve hatîbiniz ve reisiniz ve ileri geleniniz kimdir? Tâ bana cevap versin.”
O muhavereler içinde birden kafile-i beni-Âdemden Muhammedü’l-Hâşimî (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), emsalleri olan ulülazm peygamberler gibi fenn-i hikmete karşı kalktı. Ve Kur’ân’ın lisanıyla dedi ki:
“Ey müstantık hikmet! Biz mevcudat kafilesi, adem karanlıklarından Sultan-ı Ezelî’nin kudretiyle çıktık, ziyâ-yı vücuda girdik. Varlık nurunu bulduk. Her bir tâifemiz bir vazifeye girdik. Ve biz benî-Âdem tâifesi ise, bir emanet-i kübra rütbesi ve hilâfet-i zemin vazifesiyle sâir mevcudat kardeşlerimizin içinde imtiyazlı ve memuriyet sıfatı ile bu meşher-i kâinata gönderilmişiz. Her vakitte yola çıkmaya müheyya bir vaziyetteyiz ve haşir yolu ile saâdet-i ebediyenin kazanmasının tedariki ile meşgulüz. Ve bizim re’sü’l-mâlimiz olan istidadlarımızın çekirdeklerini sümbüllendirmeye, iman ve Kur’an’la inkişaf ettirmekle iştigal ediyoruz. İşte o kafilenin reisi ve hatibi benim. İşte elimdeki bu fermanı; mânevi ve maddi hava, bir tek lisan gibi bütün kâinata o fermanın her kelimesini bir anda milyarlar yapıp işittiriyor. İşte o menşur ferman, Ezel ve Ebed Sultanının kelâmıdır. Ve emirleri ve konuşmaları olduğuna delil-i kat’i, üstünde parlayan sikke-i şahanesi ve turra-i sermediyeisne bak, gör, git, söyle.”
Evet, en müşkil, en umumi ve bütün mevcudata sorulan bu üç dört gayet acib suale tam doğru ve mükemmel cevap veren yalnız ve yalnız Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’dır.
Devam Edecek