EMİRDAĞ LÂHİKASI II

Hem âzamî ihlâsın zedelenmemek için şimdi düşmanlar da, dostlara inkılâb ettiği bir zamanda sohbet etmek, konuşmak; bu dünyada da uhrevî hizmetlerin bir güzel ve fâni meyvelerine vesile olabilir. O vakit; âzamî ihlâs ki, hiçbir şeye âlet olmayacak.

Hem vazife-i İlâhiyeye karışmamak için kader-i İlâhî hakkımdaki bu şiddetli hâlete aleyhimde değil, lehimde olarak fetva verdi, müsaade etti. Ben yanımdaki vasiyetnamemdeki evlât kabul ettiğim küçü evlâtları tevkil ediyorum.Onlarla konuşanı benimle konuşmuş gibi kabul ediyorum...

Kardeşiniz

Said Nursî

Üstadımızın bu hastalığı gösteriyor ki, gizli dinsizler konuşturmamak için bir ilâç bulmuşlar, yedirmişler. Elhâsıl; Üstadımızın musafahadan, sohbetten ve konuşmaktan men’edildiğini biz de görüyoruz.

Üstadımızın hizmetinde bulunan

Tahirî, Zübeyr, CeylânHüsnü, Bayram

* * *

Berâ-yı Mâlûmat hem Resmî Zâtlara, hem Dostlara Mühim Bir Hakikati Beyan Ediyoruz:

Üstadımız gençliğinde ve hattâ çocukluğundan itibaren izzet-i ilmiyeyi muhafaza için şiddetle halktan istiğna ediyordu. Zekât ve sadakayı kat’iyyen almadığı gibi, İkinci Mektup’ta da beyan edildiği üzere hediyeyi kabul etmiyordu. Bu hâlin, şimdiki ihtiyarlık ve zayıflık zamanında devam edebilmesi için Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle o istiğna düsturu hastalığa inkılâb etti. Yâni mukabilsiz bir lokma alsa, derhal hasta olur.O lokmayı yiyemiyor. Üstadımız gençliğinde bu kadar muhtaç değildi. Tek başına yaşadığı zamanlar pek az bir masraf kendisine kâfi idi. Şimdi pekçok talebelerine tayin verdiği ve birkaç hastalıkla hasta bulunduğu bir zamanda, o istiğna düsturunun muhafazası için, rahmet-i İlâhiye onu mukabilsiz hediyelerden hasta ediyor.

Aynen öyle de: Üstâdımıza hürmet dahi mânevî bir hediye gibi olduğundan şiddetle nâsın hürmetinden ve elini öpmesinden kaçıyordu. Tarihçe-i Hayatını ve İhtiyarlar Lem’asının şehadetiyle gençliğinde emsallerinin fevkınde olarak Siirt’in Tillo kasabasında inzivaya girmişti. Ağrı Vilâyetinde Şeyh Ahmed Hânî Hazretlerinin türbesine kapandı. Rusya’ya esir düştüğünde, doksan kadar esir zâbit kendisinin dinî derslerini şevkle dinledikleri halde, üsera kampında Tatarların küçük hâlî bir câmiinde bir yer bularak orada yalnızlığa çekildi. İstanbul’da Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye âzalığı gibi câzip ve şa’şaalı bir hayat içinde iken, Yûşâ Tepesinde kimsesizliği tercih etti. Van’a döndüğünde pek çok eski ve yeni talebeleri arasında sürurlu bir ömrü istemeyerek Erek Dağındaki bir mağaraya kapandı. En son defa otuz senede gördüğü emsalsiz zulümlerin neticesi olarak hapishanelere gönderildiği zaman, kanunen tecrid müddeti onbeş gün olmasına rağmen yirmi ay ve hattâ bütün hapis müddetince tecrid-i mutlakta tutulduğu halde kimseye şekva etmedi.

Bütün bu haller gösteriyor ki: Üstadımızın fıtratında inziva dâima hüküm sürmüştür.Fakat ihtiyarlığında pekçok yardıma, hizmete, sohbete muhtaç olduğu bir vakitte bunun devam etmesi için, bir nevi hastalık hâleti verilmiş. Beş dakika konuşsa; şiddetli bir hararet başlıyor, sesi çıkmıyor. Hattâ Şâfiî Mezhebinde olduğu için namazda Fâtihayı kendisi işitecek derecede okuması lâzım gelirken, hastalık sebebiyle sesi çıkmadığından, Mezheb-i Hanefîyi takliden namazlarını edâ ediyor. Bu hastalığına dâir, iki mühim doktorun iki raporu var. İstenilirse gösterilecektir.                     

Devam Edecek