Emirdağ Lahikası

Nurların erkânlarından bir-iki doktor, benim hastalığımın şiddetiyle beraber o hâlis, sâdık zâtlara hastalık noktasından müracaat etmeyip ve ilâçlarını da yemeyip çok ağır hastalıklar içinde onlarla meşveret etmeyerek ve şiddet-i ihtiyacım ve elemlerim içinde yanıma geldikleri vakit, hastalığa dair bahis açmadığımdan endişeli bir merak onlara geldiğinden, sırlı bir hakikatı izhara mecbur oldum. Belki size de faidesi var diye yazıyorum. Onlara dedim ki:

‘’Hem gizli düşmanlarım, hem nefsim; şeytanın telkiniyle zaif bir damarımı arıyorlar ki, beni onunla yakalayıp Nurlara tam ihlâs ile hizmetime zarar gelsin.

En zaif damar ve dehşetli mâni, hastalık damarıdır. Hastalığa ehemmiyet verdikçe, hiss-i nefs-i cisim galebe eder; ‘’zarurettir, mecburiyet var’’ der, ruh ve kalbi susturur, doktoru müstebid bir hâkim gibi yapar ve tavsiyelerine ve gösterdiği ilâçlara itaate mecbur ediyor. Bu ise; fedakârane, ihlâsla hizmete zarar verir.

Hem gizli düşmanlarım da bu zaif damarımdan istifadeye çalışmışlar ve çalışıyorlar. Nasılki korku ve tama’ ve şân ü şeref cihetinde çalışıyorlar. Çünkü, insanın en zaif damarı olan ‘’korku’’ cihetinde bir halt edemediler, îdamlarına beş para vermediğimizi anladılar.

Sonra insanın bir zaif damarı, ‘’derd-i maişet ve tama’’ cihetinde çok soruşturdular. Nihayetinde, o zaif damardan bir şey çıkaramadılar. Sonra onlarca tahakkuk etti ki: Onlar mukaddesatını feda ettikleri dünya malı, nazarımızda hiç ehemmiyeti yok ve çok vukuatlarla onlarca da tahakkuk etmiş. Hattâ bu on sene zarfında yüz defadan ziyade resmen ‘’Ne ile yaşıyor?’’ diye mahallî hükûmetlerden sormuşlar.

Sonra en zaif bir damar-ı insânî olan ‘’şân ü şeref ve rütbe’’ noktasında bana çok elîm bir tarzda o zaif damarımı tutmak için emredilmiş. İhanetler, tahkirlerle, damara dokunduracak işkencelerle dahi hiç bir şeye muvaffak olamadılar. Ve kat’iyyen anladılar ki, onların perestiş ettiği dünya şân ü şerefini bir riyakârlık ve zararlı bir hodfüruşluk biliyoruz, onların fevkalâde ehemmiyet verdikleri hubb-u cah ve şân ü şeref-i dünyeviyeye beş para ehemmiyet vermiyoruz, belki onları bu cihette divane biliyoruz.

Sonra bizim hizmetimiz itibariyle bizde zaif damar sayılan, fakat hakikat noktasında herkesin makbulü ve her şahıs onu kazanmağa müştak olan ‘’mânevî makam sahibi olmak ve velâyet mertebelerinde terakki etmek’’ ve o nimet-i İlâhiyeyi kendinde bilmektir ki, insanlara menfaatten başka hiçbir zararı yok. Fakat böyle benlik ve enaniyet ve menfaatperestlik ve nefsini kurtarmak hissi galebe çaldığı bir zamanda, elbette sırr-ı ihlâsa ve hiçbir şeye âlet olmamağa bina edilen hizmet-i îmaniye ile şahsî makam-ı mâneviyeyi aramamak iktiza ediyor; harekâtında onları istememek ve düşünmemek lâzımdır ki, hakikî ihlâsın sırrı bozulmasın. İşte bunun içindir ki, herkesin aradığı keşf u keramatı ve kemâlât-ı ruhiyeyi Nur hizmetinin hâricinde aramadığımı zaif damarlarımı tutmağa çalışanlar anladılar. Bu noktada dahi mağlûb oldular.’’

Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve gelecek Leyle-i Kadri herbir Nurcu hakkında seksen üç sene ibadetle geçmiş bir ömür hükmüne geçmesini hakikat-ı Leyle-i Kadri şefaatçi ederek rahmet-i İlâhiyeden niyaz ediyoruz.

Kardeşiniz

Said Nursî

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

Evvelâ: Bu aşr-ı âhir-i Ramazanda her gece, hususan tek gecelerde Leyle-i Kadrin bulunmak ihtimali kuvvetli olduğunu Hadîs-i Şerif ferman ediyor. Onun için Nurcular o nur-u âzamdan istifadeye çalışmak gerektir.

Saniyen: Husrev ve Tahirî gibi vazifelerini tam yapan ve bin Husrev ve beşyüz Tahirî meydanda bırakan iki kardeşimizi ve onların sisteminde bir Nurcuyu sulh mahkemesine vermek... İnşâallah, neticesinde büyük bir inayet ve fütuhat olacak, hiç merak etmeyiniz.                                        

Devam Edecek