TAHLİLLER
Kimin haddi var ki, onu oradan söküp atsın’’ diye olan hakikatlı beyanatınızın açık bir tezahürü ve bu ulvî hizmetinizin İlâh^æ ve Kur’ânî olduğunun parlak bir delili bilerek, bu beraet kararının lem-i İslâmın ve bâhusus bu millet-i İslâmiyenin saadetlerinin başlangıcı olması itibariyle, başta, bütün varlığiyle bu zaferleri bekleyen ve Nur ailesine reis ve hakikatlar deryasına kaptan tâyin edilen ve zulmet-i küfürle tuğyan etmiş insanlığa hâdi ihsan olunan aziz, sevgili Üstadımız ve buna vesile olmakla ehl-i imanı kendilerine dost ve taraftar eyleyen dindar Demokratları ve âdil heyet-i hâkimeyi sonsuz minnetlerle tebrik eder ve arzederiz ki:
Uzun senelerdenberi terakki ve tealisi için çalıştığınız ve uğrunda feda-yı nefs ve can eylediğiniz hakikat-ı Kur’âniyenin bugün bütün bir memleket, bir millet çapında ehl-i imanın kalblerine sürûrlar getirerek fevkalâde inkişafı, hizmetine memur kılındığınız ve bilfiil muvaffak olduğunuz kudsî dâva ve hizmetinizin ne kadar yüksek ve parlak olduğunu Güneş gibi isbat ediyor.
Yirmibeş - otuz senedenberi bütün mânilere ve sıkıntılara rağmen bu kadar sabır ve metanetiniz ve Kur’ândan kalb-i münevverinize gelen Risale-i Nurun neşri cihetinde bu hârika hizmet ve mücahedeleriniz, istikbalin nesillerine ve İslâmın kahraman mücahidlerine bir nümune-i iktida ve imtisal oluyor. Kur’ân güneşinin sönmeyen nurları ve ebedî lem’aları olan Nur şualariyle cehl ve dalâlet karanlıklarını izale ederek, milyonlar kalbleri o nurla nurlandırıp, ehl-i imanı kendinize minettar ettiniz. Bu vatan ve bu millet, bu tarih ve bu toprak, sizin bu hizmetinizi, bu fedakârlığınızı hiçbir zaman unutmayacaktır._Ebediyet âlemine göç eylediğinizde dahi, sizin bu hizmetiniz bir çekirdek olup, ondan fışkıran bir şecere-i âliye her tarafı kaplayacak ve o Nur ağacının etrafına toplanan büyük cemaatler ve Risale-i Nur’un yükselen ebedî şuaları, o hizmetinizi ilelebed ve daha parlak ve daha şaşaalı idame edecekler.
Siz, Risale-i Nur’un tercümanı haysiyetiyle ve bu iman hizmetinizin İslâm ufuklarında parlaması cihetiyle, bu asrın bir hidayet serdarısınız.
Kur’ân-ı Kerîmin On Dördüncü Asr-ı Muhammedîdeki (A.S.M.) aziz dellâlı ve o müthiş zamanın müthiş zulümatına karşı Nur-u Kur’ânla mukabele eden büyük fedakârı ve Risale-i nur’un yüzbinler nüshalarını yüzbinler talebelerinin kalemleriyle her tarafta neşredip dinsizliğe ve küfr-ü mutlaka karşı bir sedd-i Kur’ânî tesis eden muhteşem kahraman sevgili Üstadımız!
Alemlere rahmetler ve saadetler getiren ve insanlığa selâmet ve teselliler bahşeden bu mukaddes hizmetinizle ehl-i imana zuhurunu müjde verip isbat ettiğiniz ve emareleri gözükmeye başlayan ve bütün kıtalara şâmil hâkimiyet-i İslâmiyenin nurlu ve büyük bayramını bütün ruhumuzla tebrik eder. Cenab-ı Haktan uzun ömürlerinize dualar eder, ellerinizden tâzimle öperiz.
Ankara Üniversitesi Nur Talebelerinden
İSMAİL, SALİH, ATIF, AHMED, ZİYA, MEHMED, ABDULLAH
Üstadın Barla’ya Gidişi
Üstad, Barla’dan yirmi beş sene evvel ayrılmış ve o zamana kadar hiç gitmemişti. Barla ile, kendi Nurs köyünden ziyade alâkadardı. Çünki, hayat-ı mâneviyesi olan Risale-i Nur burada te’lif edilmeye başlamıştı. Kur’ân-ı Hakimin hidayet nurlarını temsil eden ‘’Sözler’’ ve ‘’Mektubat’’ ve ‘’Lemeat-ı Nuriye’’ buradan etrafa yayılmıştı. Bu itibarla Barla, Risale-i Nur dershanesinin ilk merkezi idi.
Barla’daki hayatı gerçi nefiy ve inziva içinde ve tarassud altında geçmekle acı idi; fakat Risale-i Nur hakikatlarının te’lif yeri olduğundan Üstad’ın en tatlı ve şirin hayatı da yine Barla hayatıdır denilebilir. Bu defa Barla’ya nefiy ile değil, hapis ile değil, kendi rızası ile ve serbest olarak gidiyordu. Güzel bir bahar günü Barla’ya geldi. Barla’daki talebelerinin mühim bir kısmı Üstad’ı karşıladılar. Üstad, sekiz senelik ikâmetgahı olan Medrese-i Nuriyesine yaklaşırken kendini tutamadı, mübarek gözlerinden yaşlar boşandı. Haşmetli çınar ağacı da adeta kendisini selâmlıyordu. Bir vakitler -yani Barla’da sekiz sene ikâmetten sonra Isparta’ya celb edilmişti. O zamanki gidişinde mübarek çınar ağacı Üstadı mânen teşci etmiş, haşmetli kanatları olan dallarının Cenab-ı Hakka olan secdevâri ubudiyetiyle Üstad’ı uğurlamıştı. Bu defa da yine uzun bir müfarekattan sonra tekrar Üsrada kavuşmanın süruru içinde Hâlik-ı Rahmâna secde-i şükrana kapanıyordu. Üstad, o mübarek çınar ağacına sarılmış yanındaki talebelerine ve ahaliye kendisini yalnız bırakmalarını söylemişti; zaten göz yaşlarını tutamıyordu. Sonra, Nur Dershanesi olan odasına girdi ve iki saat kadar kaldı, hazin ağlayışı dışarıdan işitiliyordu.
Evet, şüphesiz rahmet-i İlâhiyenin nihayetsiz tecellilerine mazhardı. Bir zamanlar Şarkî Anadoludan Isparta havalisine sürülmüştü... Isparta’dan da, dağlar arasındaki Barla Nahiyesine nefyedilmişti.. burada ölüp gidecekti. Eski tarihçe-i hayatının şehadetiyle çok kahraman ve fedakâr olan bu zât, doğrudan doğruya Kur’ân-ı Hakîmin hakikatlarını benimseyen; ferdî ve millî saadeti, İslâmiyet hakikatlarına sarılmakta gören ve bunu haykıran ve delâil-i akliye ile ilim meydanına çıkan bir kimse idi.
Üç devir geçirmiş, cebbar kumandanlara boyun eğmemiş, kudsi dâvasından dönmemiş; yaralanmış, zehirlenmiş, ölmemiş; dağlar gibi hâdiselerin dalgalarından yılmamıştı...
Milletleri, kavimleri içine alan, zihniyet ve telâkkileri değiştiren, asr-ı hâzırın cereyanları, bu zâtı Kur’an ve îman davasındaki yolundan çevirememişti. O, ruhundaki şecaat-ı îmaniye ile kat’î inanıyordu ki, dâva ettiği hakikat bir gün milletçe benimsenecek; bir Said, binler belki yüzbinler Said olacak. İnsanlık camiasında neşrettiği hakaik-ı îmaniyenin fütuhatı ve inkişafı başlıyacak.. ve âfâk-ı İslâmı saran zulmet bulutları Kur’andan eline verilen bu meş’ale-i hidayetle dağıtılacak.. ölmeye yüz tutmuş zannedilen îman ruhu yeniden canlanacak.. canlara can katacak.. mânen ölmeye yüz tutan millet-i İslâmiyeyi ihya edecek.. âleme efendi olan İslâmiyetin -Biiznillah- cihana efendiliğinin maddî mânevî mübeşşiri olacaktı.
İşte, bu kudsî hakikatin hâmili ve naşiri olan ve hakikatta bugünkü beşeriyetin medar-ı iftiharı bulunan bu aziz zât, din düşmanlarının plâniyle -vaktiyle- bu beldeye gönderilmiş, Anadolu’da tesis ettirilen rejimin aleyhinde bulunmasına, fiilî müdahalesine mümanaat olunmuştu. Heyhat! Esasen kendisi siyasetten çekilmişti; ehl-i dünyanın dünyasına karışmıyordu; O, istikbali nurlandıracak bir hakikatın te’lif ve neşrine çalışıyordu. Kâinatın sahibi ve hâdiselerin mutasarrıfı olan Allah; onun hâmisi, muîni ve yardımcısı idi.
Devam Edecek