DİYARBAKIR’DAN BARIŞ SÜRECİ VE ANNELERİN SESİNİ OKUMAK

Diyarbakır dün (06.06.2014), tarihi günlerinden ikisini bir arada yaşadı. Birisi sevse de sevmese de burada yaşayan neredeyse herkes tarafından etkisi kabul edilen 40 yıllık bir örgütten, çocuklarını canı pahasına da olsa tarihte ilk kez geri isteyen annelerin 44 gündür süren çığlığı; ikincisi ise içinde (y)etkili bakanların, akademisyenlerin, gazetecilerin ve seçilmiş azizlerin olduğu, Türkiye’nin prangalarından kurtulması için gelen yeni arz-ı endamlar. Bu yazıda her iki konu üzerinde durulacaktır.

Barış Süreci                     

AK Parti AR-GE Başkanlığı tarafından organize edilen Yeni Türkiye’nin Açılan Kilidi: Çözüm Süreci konulu çalıştayda, on yıl önce burada üç yıl valilik yapan İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın yeni Türkiye vurgusu gerçekten heyecan vericiydi. Ala’ya göre, eski Türkiye sorunlardan beslenirken, yeni Türkiye sorunları çözüyordu. Din ve vicdan özgürlüğü ile etnik özgürlük bunların başında geliyordu. Ancak buraya bir ifade daha eklenseydi bence işlem tamamlanacaktı: Başkanlık sistemi, merkezi ve bürokratik devletten vazgeçip, yönetişim ve kuvvetli yerel yönetimler…

Bu kelimeler belki de bilerek konuşulmadı. Çünkü bundan çıkarılacak sonuç federalizm ve Kürdistan gibi hala korkulan kelimeler olacaktı. Sahi Osmanlı böyle değil miydi? Hatırlatalım, Kürdistan bölgesinde 340 yıl böyle bir yönetim vardı. Ve bu tarih aynı zamanda Kürtlerin de Türklerin de altın çağıydı. Fransız İhtilali değerleri sizce buraya ulaşmadı mı? Her neyse şimdilik bu eksikliğine rağmen bile bu ifadelerle, gerçekten bırakın Türkiye’de, Ortadoğu hatta Dünya tarihinde bile ender görülen tarihi günlerden bir gündü Diyarbakır’da yaşanan.

Sürecin yasal temsilcisi Beşir Atalay’ın, tarihli, somut ve sonuç odaklı yol haritası… Gerektiriyorsa yasal düzenlemeler de yapılacak ve Meclis’e gidilecek. Çözüme mecburuz. Atalay’ın bu sözleri, barış ağacına dökülen can suyu olarak görülmektedir.

Burada Öcalan’ın mektupları ile Atalay’ın sözleri örtüşüyor. Nereden nereye... İşte eski ve yeni Türkiye arasındaki fark. Barışın dilini kullandığımızda aramızda bir fark olmadığı ve bu kardeş kavgasının anlamsızlığı ve uluslararası vesayete dur denmesinin anlamı daha iyi anlaşılır.

Kısaca, yol haritası üzerinde ortak çalışma kararı, dağdakileri indirecek genel bir af, Oslo’dan ağzı yanan Türkiye’nin, Uluslararası aracılara ihtiyaç duymaması ve çalıştayın %90 barış isteyen Diyarbakır’da yapılması anlamlıdır.

Annelerin Çığlığı

Bundan yaklaşık bir buçuk ay önce (23.04.2014), PKK’nın kurulduğu yer olarak bilinen Lice’nin Fis Köyü Ovası’ndaki şenliklere katılan Liseli gençlerden 15 kişinin dağa çıktığı, önce aileleri sonradan da tüm Türkiye tarafından duyulacaktı.

Bu durum, burada çocuğu akşam eve gelmeyen her ailenin düşüneceği ilk şeydir. Özellikle emniyetten gizlenerek yapılacak çalışmada başvurulacak ilk yer BDP teşkilatları olur. Alınan cevap, 100 yıllık eski kuruşlu maliye formları gibidir. Haberimiz yok. Hem ne olacak ki?, diğer çocukların da anaları yok mu? Sizden ne farkları var. Bir de kahramanlardan örnekler verilir. Hainlikle suçlanmamak için de boynu bükük ailelerin verdiği klasik cevap şu olur: “canım orada olsun da… ama… daha küçüktü 14 yaşındaydı…”.

Aileler genellikle boynu bükük olarak, oradan çıkıp menhus Diyarbakır cezaevi ve Emniyet Müdürlüğünün Berlin Duvarı gibi tellerle örülü duvarına, yan baka baka sessizce Kandil’e kadar… İçin de her şeyin olduğu, ucu açık bir yola girerlerdi.

İşte ilk kez bir anne, bu yollardan saparak Mahatma Gandi’nin İngilizlere veya Muhammed Buazzizi’nin, son Arap firavunlara karşı Arap isyanı gibi sivil itaatsizlik örneği sergileyerek, Dicle nehrinin kenarındaki Fiskaya’nın havadar bir yerine çadır kurduğunu göreceğiz.

Her gün önünden geçtiğim bu çadırı yakından gördüğümde, TC’nin bile 30 yılda diz çöktüremediği PKK’nin, elinde Kur’anı okuyan nur yüzlü Aysel anneye diz çökeceğini ve kendisinin de Kürt Gandi ve Buazzizi’si olduğunu, birlikte çıktığımız ikinci ve üçüncü ailelere, Uzay TV’nin (27.05.2014) canlı yayınında dile getirmiştim. Zaman beni haklı çıkardı.

Lise ikinci sınıf öğrencisi Mehmet Sinan Bökçüm’ün ailesi, PKK yanlısı gençlik tarafından organize edilen bu pikniğe götürülen oğluna kısa sürede kavuşunca, bu sivil direnişin TC’den de BDP’den de kuvvetli olduğu görülmüştür. Bunun üzerine diğer anneler de aynı yola girer ve neredeyse Türkiye’nin tüm illerinden anneler, babalar, dedeler ve nineler toplanmaya başlar. Sayıları bugün yaklaşık yüzü bulmuştur. BDP’nin kapıdan kovduğu, Demirtaş’ın para almakla suçladığı ailelere her gün maddi ve manevi destekler artmaktadır. Bu direnişle en son üç çocuk daha kurtarıldı.

Burada yaşayan ve konuyu yakından takip eden bir akademisyen olarak rahatlıkla diyebilirim ki, PKK’ye katılım barış sürecinde çok ciddi oranlara ulaşmıştır. Bunun başlıca sebepleri şunlardır: Suriye Kürtlerinin (Rojava) IŞİD ve El Nusra örgütlerine karşı acil yardım isteği, kalekol inşaatı ve uzayan barış sürecine duyulan güvensizlik, velev ki barış süreci olsa o zaman hadi biz de katılıp kahraman olalım ve örgüte katılması halinde yarın kurulacak yapıdan pay sahibi olalım düşüncesi (Belediyelerde zabıta ve memur olma gibi). Tıpkı Türkiye’nin II. Dünya savaşı biterken Japonya ve Almanya’ya savaş ilanı gibi bir durum.

Bir diğer gerçek ise bu kişileri ve onları dağa götürenleri de bilen emniyetin yasal olarak bir şey yapamaması. Görüştüğüm bir üst düzey emniyet yetkilisi bana şöyle dedi: Hocam biz ancak iyi niyetimizle ve ankesörlü telefondan bir dost olarak aileleri, çocukları konusunda uyarabiliyoruz. Yasal olarak elimiz kolumuz bağlıdır.

Sonuç

Sürecin yetkili kişisi olan Beşir Atalay’ın yasal, somut ve açık bir yol haritasına yaptığı vurgu ile bugün gelen üç çocuk hem annelerin hem de çalıştayın ilk somut çıktıları olarak görülmektedir. Ancak böyle, Ankara’nın kırkikindi yağmurları gibi bir günlük çalıştaylar değil de, iki tarafın da onaylayacağı kurumsal bir örgütün Diyarbakır’da olması gerekir.

Ülkemize 1.200 milyar dolara ve kırk bin cana mal olan bu sorunun sebebi olarak gördüğüm, 1930’lardaki eski Türkiye zihniyetinin yıkılmasını sağlayacak olan ve tek tipli kafatasçı istemezük zihniyeti artık yıkılmıştır. II. Gaffar Okkan olarak gördüğüm İçişleri Bakanı Efgan Ala’nın yeni Türkiye vurgusuna, son on yıllık devrimleri de ekleyecek olursak ikinci Türkiye Cumhuriyeti olarak görülebilir. 2015 sonrası seçimlere ertelendiği görülen yeni anayasa ve Başkanlık sistemi üçüncü cumhuriyet olarak görülebilir.

Aynı şekilde annelerin bu direnişi bir sivil itaatsizlik olarak görülmelidir. Aysel Bökçüm bu anlamda Arap Baharını başlatan Tunuslu Muhammed Buazizi gibi tarihe geçmiş bulunmaktadır. Bu sorunun kendi çözen bir Türkiye Ortadoğu’da gerçekten yurtta sulh cihanda sulh ilkesini ispatlamış ve örnek olur.