ÇÖZÜM SÜRECİ, KARANLIK BİR DEVRİN KAPANMA SÜRECİDİR!

Evet, sevgili okurlar.

Malumunuz üzre;

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 22. MÜSİAD Olağan Genel Kurulu’nun açılışında tarihi bir konuşma yaptı.

İçerik ve değinilen konular gerçekten, çok inandırıcı ve ümit verici, müjdeleyici!

Yani anlamlı bir konuşmaydı.

Gerek, ülke insanını ümitlendirdiği gibi o kadar da dünyaya da adeta bir mesaj niteliğindeydi.

Özellikle çözüm sürecinde daha iyimser ve daha umutlu bir noktada olduklarını belirtmesi daha bir "ümit" yeşerticiydi.

Ki, toplumun tüm kesimlerinden destek istemesi de, ayrı bir önem arz ediyordu.

***

Başbakan Erdoğan, ülkenin "kayan" meselesine karşı algı zafiyeti içerisinde olan Muhalefeti de eleştirirken özetle şunları söyledi;

“Şu anda biten, sona eren sadece 30 yıllık terör değil, çok daha uzun yıllara yayılmış bir sorunlar manzumesidir”

El hak.

Hakikat şudur ki sona erdirilen, adeta sorunlar yumağı haline gelen veya kokuşmuş tarihi yaranın biriktirdiği kan ve irinin kurutulması için vurulan neşterin bir ifadesidir!

Bize göre "vurulan neşter" salt yaranın iltihabının dökülmesi değil.

Türkiye’nin; "kokuşmuş vesayetçi" zihniyetinin de, imhasıdır.

***

Onun için diyoruz ki;

Sayın Başbakanın böyle güzel, ümit verici, tarihi ve anlamlı bu konuşmasının muhtevası, üç gün üst üste yazdığımız “ÜLKE GENELİNDE TERÖR ÇEŞİTLERİ” yazımızdaki hakikatlerin kanıtlayıcı delilidir.

Bir ölçüde derin hissiyatımızın ifadesidir.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Sadece terör sona ermeyecek, şu anda Türkiye için karanlık bir devrin kapıları kapanıyor.

Türkiye’nin adeta makûs talihi değişiyor.

Türkiye, yeni bir evreye, yeni bir kulvara geçiyor” demesi, inanın taş üzerine yontma yazısıyla yazılması gereken bir ifadedir.

Tarihi bir tespittir.

Dünya kamuoyu nezdinde büyük devlet adamlığıdır.

Diğer bir deyimle tarih sayfalarına altın harfle yazılması gereken "hakikatlerin" beyanıdır.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

“Karanlık bir devrin kapıları kapanıyor” cümlesi kapsamlı bir ifadedir.

Ama bu karanlık devir yalnız 30 yıla yayılmış bir terör dönemine münhasır değil.

Cumhuriyetten sonra oluşa gelen mezalimleri de kapsamına almaktadır ve almalıdır.

Yıllar yılı halkın ve ülkenin üzerine çöken bunaltıcı hava, adeta otoritenin, gelen giden yönetimlerin ve iktidarların devlet bünyesine yerleştirdikleri “dumanlı hava ve o havadan beslenen nice kurtların” varlığı ne yazık ki her daim söz konusu olmuştur.

İşte Başbakan, gençliğinden bugüne kadar hep bunları takip etmiş, bilgileri zihnine yerleştirmiş, not defterine de tescil etmiştir.

Gün gelir; "hesaplaşır" ve hakikatleri gün ışığına çıkarırım diye.

Onun için şuan gelinen nokta;

Başbakanın Milli Türk Talebe Birliği dönemlerinden başlamak üzere vermiş olduğu mücadelenin başarısıdır ve hedefine ulaşmasıdır.

Bundan ötürü Başbakanımızı her zaman olduğu gibi takdir ediyor, kutluyor ve şükranlarımızı sunuyoruz.

***

Evet, sevgili okurlar.

Şu karanlık devirler hangi devirlerdir derseniz?

Ve hangi mezalimlere halka dikte etmişlerdir.

Burada oluşan derin karanlık ve derin devlet varlığı!

Kaotik ortam içerisinde acımasız keyfilik, mezalim, kan emicilik ve nice ailelerin mağduriyeti ve nice ocakların söndürülmesi "bu yapıların" yaşam gücü olmuştur.

Yaşanan ve yaşatılan işte bu karanlık devrin tablolarıdır.

Bu karanlık devrin varlığı her daim Türkiye’yi kana ve gözyaşlarına bulamıştır.

Ekonomiksel olarak zayıflatmıştır.

Ahlaki çöküntüler sonucunda fakr-û zaruret, cehalet ve ihtilaf unsurları oluşturulmuştur.

Buna karşı çıkanlar da adeta birer devlet düşmanı olarak ilan edilmiş ve devletin gücünü bu tür kirli emeller doğrultusunda halkın aleyhine kullanmışlardır.

Halkı sindirmek için, halkın bağrından çıkan birer lider durumunda olan ulema kesiminin üzerine devlet gücü acımasız bir unsur olarak kullanılmıştır.

Bu söylediklerimizin yegâne ifadesi Bediüzzaman Hazretlerinin ve talebelerinin 1926’dan 1960’lara kadar uğradıkları mağduriyettir.

Kirli muamele ile hapisler, zindanlar ve öldürmeye yönelik girişimlerde bulunulmuştur.

Defalarca o büyük İslam düşünürü zehirlemek üzere ölümle karşı karşıya bırakılmıştır.

* * *

Evet, hiç uzağa gitmeyelim.

28 Şubat…

Tamamıyla geçmiş o safhaların deyim yerindeyse bir fihristidir ve fezlekesidir.

28 Şubat’ı hazırlamak üzere;

1990’lı yıllardan 1997’li yıllara kadar bu yörede olup bitenlere bir bakalım, neler yaşatılmadı ki?

Faili meçhul cinayetler?

Yargısız infazlar, nice köylerin ateşe verilmesi, evlerin yakılması.

Harmanların yakılması ve insanların zahiresiz bırakılması.

Sorgusuz-sualsiz gözaltılar.

Hayali suçlamalar.

JİTEM’in ne idügü belirsiz, zalim elemanları tarafından insanların gece yarısı evlerinden alınıp, el ve ayaklarını bağlayarak infaz edilmeleri.

***

Bu saydıklarımız deveden kulak bile değil.

Ama özellikle bizlere yönelik yapılanlar.

Yani Diyarbakır Söz Gazetesi ve Söz TV’ye yönelik "kozmik" yapının derin uygulamaları ve bunun PKK’ya ihale edilmesi.

Derin olduğu kadar da alçak ve karanlık!

Alçaklık olduğu kadar da yalakalık, yalakalık olduğu kadar da münafıklık.

Tüm bu saydığımız vasıfların yüzde doksanı PKK terör örgütünün adını kullanmak suretiyle JİTEM’in başrol oynadığı olaylardaki tarihi gerçektir.

JİTEM’i yöneten o günkü komutanlar yeri geldiğinde birçok sivil, sözde işadamı olarak geçinen korkak, yalaka ve dalkavuk kişilerle dostluk kurarak, kirvelik yaparak kene gibi kanlarını emerek çıkar ve rüşvet sağlamalarıyla, onların hedef gösterdiği namuslu ve suçsuz insanları, namussuz ve suçlu olarak göstererek, PKK’yı taşeron olarak kullanarak, işi PKK’ya ihale etmeleri de apaçık tarihi bir gerçekler silsilesidir.

* * *

2000 yılı 25 Nisan’ı 26 Nisan’a bağlayan gece!

Diyarbakır Söz Gazetesinin başyazarı Günün Yorumu adı altında yazı yazan Mehmet Ali Altındağ ile şirketlerin Genel Muhasebe Koordinatörü, Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni ve diğer bazı elemanları bir hiç uğruna, hiçbir gerekçe gösterilmeden, dönemin DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakar’ın resmi yazısıyla TEM şubesi vasıtasıyla gözaltına alındı.

Çakar'ın Altındağ Şirketler Gruplarının Yönetim Kurulu Başkanı merhum Mehmet Emin Altındağ’dan olaydan bir hafta önce rüşvet olarak almış olduğu 7 bin liranın deşifre edilmemesi için bu iğrenç komployu gerçekleştirmişti.

Ve gazetenin tüm arşivlerini alt üst ederek, arama tarama neticesinde bu iğrenç oyunu oynamıştı.

İşi münasebetiyle Erzurum’da bulunan Mehmet Emin Altındağ, 'gözaltı' olayını duyar duymaz o akşam yola çıkar ve Bingöl ile Diyarbakır arasındaki bir askeri bölgede sözde trafik kazasıyla dehşet verici bir suikasta uğrar.

Bu aleni suikastı örtbas etmek için olaya trafik kazası süsü verilir.

İşte bu hadise Başbakanın “böylesine karanlık bir devrin varlığının” ifadesinin tespitidir.

Başbakanın “Karanlık devrin kapıları kapanıyor” demesi bu noktada bize ümit veriyor!

Ama hala da o karanlıkların mucitleri ve kapıcıları ne yazık ki elini kolunu sallayarak, birçok yönüyle devletin himayesinde yaşamaktadırlar.

Aynı o karanlık günler özellikle terörle mücadele veren devletin kilit adamlarının askeri birliklerde bir suikasta kurban gitmeleri ve infaz edilmeleri aynı o paralelde rejimin mezalimine inanmayan bizler gibi nice vatansever işadamlarını da büyük çapta mağdur etmişlerdir.

Orgeneral Eşref Bitlis’inden tut, Hulusi Sayınlara kadar.

1993’te Lice’de askeri birlik içerisinde kanas kurşunuyla gözünden vurularak şehit düşen Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ına kadar yaşanan o karanlık günler, adeta kokuşmuş kirliliklerle birikmiş o yaralara hala neşter vurulmamıştır.

Evet, bu yazımız seri olarak devam edecektir.

Başbakanın “Karanlık bir devrin kapıları kapanıyor” vecizeli ifadesine inanarak, elimizdeki tüm belge ve bulguları siz değerli okurlarımıza ve kamuoyuna bundan böyle yansıtarak, paylaşacağız.

Bakalım, o karanlık devrin kapılarının kapanma şekli ve biçimi nasıl gerçekleşecek?

İsimlendirerek, bilgilendirebileceğimiz o kirli işler yapan rantiyeci, JİTEM’le işbirlikçi bürokratların kaçta kaçı hakkında savcılıklarımız soruşturma açacaklar ve bizim ifadelerimize de başvuracaklar?

Bekleyelim ve görelim.

Saygılarımızla.

Diyarbakır Söz.