KUTLU DOĞUM HAFTASI’NDA İSLAM PEYGAMBERİNİ (S.A.V) ÖRNEK ALMAK!

Evet, sevgili okurlar.

Bildiğiniz gibi dün bu köşede “Kutlu Doğum Haftası ve Diyarbakır” başlıklı yazımızın ana stratejisi Diyanet İşleri Başkanlığının “Her insan o nurla doğar” sloganıyla tüm Türkiye’de 14 Mart ve 20 Nisan arasında organize ettiği, etkinlikler..

Pek tabi ki; Diyanet İşleri Başkanı Sayın Prof. Dr. Mehmet Görmez’in Diyarbakır Atatürk Stadyumunda büyük bir insan kitlesine hitaben yaptığı konuşmanın muhtevası!

Keza Batman’da da, Adıyaman’da da ve öyle inanıyoruz ki Doğu ve Güneydoğu’nun birçok ilinde bu meyanda kutlamalar devam edecek.

Gerçekten Sayın Başkan Görmez çok büyük bir ilmi kariyere sahip..

Hele ki konuşma anlatımı, beliğ bir dille meramını ifade etmesi, başlı başına bir deha ve ilim ustalığı ister.

İnsanı ikna eden bilimsel, evrensel konuşma tarzı da dinleyenlerini büyülemektedir.

Büyük bir ihlâs ve samimiyetle, kişisel çıkar, menfaat ve rantı ön plana almadan Hz. Muhammed’in ümmetinin bir mensubu olarak Efendimiz (s.a.v)’in tüm hal ve davranışlarını örnek alan biri..

Ve bu hakikatle insanlara “İslamiyeti” anlatıyor.

Bu güzel anlatımlarından dolayı da şükranlarımızı hem ona hem de Başbakanımıza bu köşeden ifade etmiştik.

* * *

İnanın,

Sayın Prof. Dr. Görmez kalbi içtenliklerinden büyük bir ihlâsla hakikatleri anlattığı içindir ki halkın takdirini topluyor.

Ve dinleyenlerini de etkiliyor..

Konuştuğu her mevzuuda “Resulullah sizin için en iyi ve güzel bir örnektir” ayetinin manasını bünyesine alarak, ifade etmektedir.

Zira her konuşmasında; İslam Peygamberinin (s.a.v) tüm davranışlarından ve sözlerinden örnekler getirmektedir.

Biz de burada Resul-i Ekrem (s.a.v)’den hayatında uyguladığı çok çarpıcı bir örnekle yazımıza devam ediyoruz.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Osmanlı İslam hukukunun mahkemelerde uygulanan “Mecelle” isimli hukuk kitabının 3. cildinin “Rehin” bahsinin başından Efendimiz (s.a.v)’den şöyle bir örnek hatırlatalım.

Anılan kitabın adı “Durer-ül ahkâm Şerh-û mecellet’il ahkâm” bunun müellifi Osmanlı temyiz mahkemesinin başkanı Ali Haydar, yani bugünkü deyimle Yargıtay Başkanı.

Rehin konusunu anlatırken İslam fıkhına göre rehin meselesi çok önemlidir, diyor.

Zira hem ayetle hem hadisle sabittir.

Ayetten örnek getirdiği gibi, Resulullah’ın takriri bir sünnetinden de örnek getirmektedir.

Yani bizzat Resulullah’ın yaşadıklarından örnek getiriyor.

***

Şöyle ki;

“Efendimiz (s.a.v) bir gün bir Yahudi’den bir ölçek arpa borca alıyor ve o borç karşılığında kendi giydiği savaş miğferini (zırh) rehin olarak Yahudi’ye veriyor.

Ve Resulullah Efendimiz (s.a.v) vefat edinceye kadar o Yahudi’nin bir ölçek arpasını ödeyemediği için, o mübarek harp miğferi Yahudi’nin yanında rehin kalıyor.

Hz. Ebubekir’in hilafet döneminde Hz. Ebubekir tarafından Yahudi’ye o bir ölçek arpa ödeniyor ve Efendimiz (s.a.v)’in o savaş miğferini teslim alınıyor”

* * *

İşte bakınız, sevgili okurlar.

İnsanlığın yegâne timsali olan o büyük önder Resulullah (s.a.v), ev yiyeceğini gidermek için gidiyor Yahudi’den miğferini rehin olarak bırakıyor, karşılığında bir ölçek arpa borca satın alıyor.

Eğer o büyük insan isteseydi gidip o arpayı kendine yakın herhangi bir sahabeden isteyebilirdi ama istemedi ve hiçbir sahabeye ve yakınlarına bile duyurmadan direk Yahudi’yle bu alışverişi gerçekleştiriyor.

Neden mi?

Zira Resulullah Efendimiz (s.a.v) kendi ihtiyacını herhangi bir sahabeden temin etmeyi isteseydi onun arkadaşları ve ashabları içerisinde öylesine fedakâr insanlar vardı ki değil ki bir ölçek arpa vermesi, tüm malını, canını, hayatını, evlatlarını bile onun uğruna her an için feda etmeye hazırdı.

Ama onları etki altına almamak için, onlara yük olmamak için, onların eziklik içerisinde etkilenmemeleri için bu ihtiyacını gidermek amacıyla onları değil, bir Yahudi’yi tercih etmesi büyük bir ciddiyetin samimi bir ihlâsın örneği olması gerek.

Onun için Osmanlının “Mecelle” isimli hukuk kitabında rehin konusu anlatılırken Resulullah’ı bu hususta örnek göstererek getirmesi gerçekten çok çarpıcıdır ve anlamlıdır.

* * *

İşte bu münasebetle başta ifade etmek istediğimiz ve Diyanet İşleri Başkanımızın da sık sık Resulullah’tan örnek getirerek konuşmasındaki vurgular çok dikkat çekicidir.

Gönül arzu ediyor ki tüm İslam dinini temsil eden din adamlarına da bir ders-i ibret olsa..

Zira hiçbir zaman hiçbir din adamı gerçek manada İslam adına hareketle yola çıkıyorsa ve İslamiyet’i topluma anlatmaya çalışıyorlarsa kötü örneklerle değil, en iyi örneklerle yola çıkmaları gerekir.

Ki o zaman anlattıkları toplumun üzerine daha fazla etki yapar ve daha da ciddiyetini korur.

Hiçbir zaman yüce İslam dininin temsilcileri olan din adamları, en alt kademesinden en üst kademelerine kadar diğer semavi dinlere mensup olan din adamlarına kendilerini benzetemezler.

Ve onların batıl yollarla yaptıkları yanlışları temsil edemezler.

Halkın emeklerinden nemalanamazlar.

***

Mesela;

“Tevbe” suresinin 34. ayeti haham ve rahipleri şöyle anlatarak tanıtıyor bize;

“Ey iman edenler! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksız yollarla yiyorlar ve Allah'ın yolundan alıkoyuyorlar. Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele”

35. ayet;

“O gün bunlar cehennem ateşinde kızdırılacak da onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak ve “İşte bu, kendiniz için biriktirip sakladığınız şeylerdir. Haydi tadın bakalım biriktirip sakladıklarınızı” denilecek”

İlahi kelam, iman edenlere hitapla başladığı şu ayet-i kerimelerle biraz daha duruma açıklık vermek üzere ehli kitabın yani semavi dinlerin hakikatini gözler önüne sermektedir.

* * *

İşte biz de burada diyoruz ki;

Resulullah’a intisap etmiş bir ümmet olarak ve bu ümmetin temsilcileri olan din adamlarının dünya emtiasını batıl ve yanlış yollarla, yüce Kur’an-ı Kerim’i ön plana alarak onunla dünyalığı toplamaları yanlıştır, şık değildir ve haramdır.

Bu nedenle ihlâs ve samimiyeti zedeleyen her ne husus olursa olsun, tüm Müslümanlara örnek olması gerekirken din adamlarının hiç ama hiç bu tür olumsuzluklara yanaşmamaları gerekir.

İlk ayette âlim ve rahiplerin fonksiyonları beyan ediliyor..

Ve ehli kitabın Allah’tan gayrı kimseleri rab edindikleri ibadet ve muamelat hususunda onların koyduğu kanunlara tabi oldukları belirtiliyor.

Bu âlim ve rahipler hem bizzat kendi kendilerini itaat edilmesi gerekli ilahlar olarak ilan ediyorlar ve hem de kavimleri onlara bu hakkı vermekten imtina etmiyor.

Bu davranış ve suistimaller ehli kitap arasında halen de mevcuttur.

Kişisel rant veya mevkii temin etmek için helali haram, haramı da helal kılmak üzere verdikleri fetvalara mukabil aldıkları paralar, sevap kazanmanın (!) mukabili olarak papazların, kahinlerin aldıkları paralar bütün çeşitleri ve bütün şubeleriyle faiz muamelelerinden alınan paralar ve diğer birçok kaynaklardır.

Keza hak dine karşı savaşmak için de insanların mallarını topluyorlardı...

Rahipler, Metropolitler, Kardinaller ve Papalar haçlı savaşlarında yüzlerce milyon servet toplamışlardı.

İnsanları Allah yolundan men etmek için müsteşriklik ve misyonerlik perdesi altında hala toplamaya devam ediyorlar dünya emtiasını.

Bu hususta Allah kelamındaki Kur’an-ı Kerim’in inceliği ve ilahi adaleti dikkate almamız gerekir ve o büyük İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v)’in en üstün ve güzel huylarını örnek alarak yaşamalıyız.

Böylelikle hahamların ve rahiplerin düştükleri hatalara bizim din adamlarımız da düşmemelidirler.

Pek tabi ki çeşitli bahanelerle insanlardan yardım toplayarak gününü gün etme sevdalarından da vazgeçmeleri lazım.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Mazi denilen geçmiş zamanlara göz atarsak bu coğrafyamızda çok büyük din ulemaları, meşaikler, ehli tarikatların varlığı söz konusu olmuştur.

Bunların hemen hemen tümü İslam’a büyük hizmetler yapmışlar, büyük insanları yetiştirmişler.

Ama ne çare ki bakıyorsunuz bugün yaptıkları o hizmetler hiç görünmüyor, solda sıfır gibi bir kıymeti harbiyeleri olmamıştır.

Çünkü anlaşılan budur ki yapılan hizmetler herhalde halkın alın teriyle, halkın emekleriyle, halkın fitre ve zekâtlarıyla olmuştur.

Ama o zevatı kiramlar ne çare ki Allah yolundan daha fazlasıyla kendi evlatlarına miras olarak tescil etmişlerdir.

Hala da nice hayırsız, yaramaz o evlatlar onların o sermayeleriyle bugün siyasi hayatlarını bile sürdürüyorlar.

Başta söylediğimiz gibi bu tür şık olmayan davranışlardan din adamlarımızın uzak durmaları lazım.

Türlü bahanelerle para toplayıp da belirsiz, kaynak göstermeden harcama göstermelerine, ne dinimizin yüce kariyeri buna izin ve yer verir, ne de yasalarımızda yeri vardır.

Saygı ve sevgilerimizle.

Diyarbakır Söz Gazetesi