İSLAM’DA KADINA ŞİDDET Mİ?…
Kesinlikle yok!.. Ne İslam’i bakışta, ne de yaşamda “kadına şiddet” söz konusu değil.. Ve ne de İslam’la bağdaşmaktadır.. Ki kabulü de mümkün değil.. Belki ironi olacak ama!.. Böyle bir hal vaki olsaydı; “kendini dindar saymayanlar ya da ateistler hiçbir şekilde, şiddette bulaşmamaları gerekirdi.?”
***
Oysa ki, yer küresine bakılırsa!.. Dünyada bir bütünlük içerisinde görüyoruz ki “kadına şiddet” her yerde var.. Her toplumda, millette vuku bulan bir vakıa.. Onun için, “kadına şiddeti, ya da genel şiddeti” dinle, hele ki İslam’la bağdaştırmak, tamamen gaflet ve delaleti içerdiği gibi, asla mümkün görülmez…”
***
Sorun aslında nettir!.. Mevzu, “kadın-erkek” ilişkilerinden sosyal ve siyasal, ekonomik çevrenin “negatif” etkilerinden kaynaklanmaktadır.. Ki, İslam hiçbir şekilde “kadına bakışında” bir ayırımcılık, içerisinde olmamıştır.. Erkeğe bakışı da, kadına bakışı da aynıdır.. Yüce Allah insanlara “kulum” diye hitap eder.. Kadın ve Erkek diye bir hitabı yok.. Ne diyor Mevlana hazretleri.. “Ortada bir yanlış varsa o insanların yanlışıdır; yoksa İslam’ın değil..”
***
Yaratılıştan gelen bir takım farklılıklar onların kul olmalarında değil, toplum içindeki rollerinden kaynaklıdır.. Zaten, toplumsal vazife ve roller açısında herkes kendine özgü bir sorumluluk görevini taşır, ama insan olma noktasına bakıldığında ise; hepimiz aynıyız?… Ki Peygamber Efendimiz (S.A.V) kadına İslam’ın bakış açısını “annelik vasfı” üzerinden, ifade etmiştir.. “Kadınlar Allah’ın bize birer emanetidir..” Onlara en güzel ahlakla muamele edilmesini tavsiye etmektedir..
***
Peygamber’in yaşamına baktığımızda, görüyoruz!.. Kendi etrafındaki kadınlara.. Yani hanımlarına, kızlarına, kız torunlarına, yani bir bütünlük içerisinde “muhabbet, merhamet ve şefkat” gösterdiğini görüyoruz.. Buna da bir çok hadiste şahit oluyoruz.. Karısını dövene tepki göstermiştir, “Allah’ın kadın kullarını dövmeyin” uyarısında bulunmuştur.. Sonuç itibariyle; “herkes gibi birer “insan” olan müslümanların da kendi zaaflarından kaynaklanan “şiddet hadiselerini” İslam dinine onaylatmaya kalkmak, kimsenin haddi değildir.. Olamaz da!…
***
Kadına şiddet!.. Ki bugüne özgü bir mesele olmadığı gibi, insan oğlunun yaradılış tarihine kadar, uzuyor.. Onun için, şiddeti “bir kesimle” sınırlamak doğru değil.. Sınırlandırılacak nokta; bugün yer küresinde sosyal, siyasal, ekonomik ve çevresel faktörlerin etkisiyle oluşan bir “şiddet sarmalı” söz konusu..
İşte bu sarmaldır aslında; insanı insan olma vasfından çıkarıp “canileştiren?”.. Merhametsiz, vefasız, haksız ve adaletsiz bir tutumdan kurtulmamız gerektiği gibi, bizim bu cani ruhun, etkenlerine odaklanıp, çözümü bulmamız gerekir.. Ki o çözüm de; “insani, vicdani ve rahmani” bir iklime sahip toplum yaratmaktır!..
***
AHDE VEFA...
Hz. Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girerler, derlerki
-Ey halife bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin.
Bu söz üzerine Hz.Ömer suçlanan gence dönerek:
-Söyledikleri doğrumu diye sorar.
Suçlanan genç derki evet doğru bu söz üzerine Hz Ömer:
-Anlat bakalım nasıl oldu diye sorar.
Bunun üzerine genç anlatmaya başlar,derki :
-Ben bulunduğum kasaba hali vakti yerinde olan bir insanım ailemle beraber gezmeye çıktık kader bizi arkadaşların bulunduğu yere getirdi.
Hayvanlarımın arasında bir güzel atım varki dönen bir defa daha bakıyor hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyve koparmasına engel olamadım, arkadaşların babası içerden hışımla çıktı atıma bir taş attı atım oracıkta öldü, nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir taş attım babası öldü, kaçmak istedim, fakat arkadaşlar beni yakaladı, durum bundan ibaret ,dedi.
Bu söz üzerine Hz Ömer söyleyecek bir şey yok bu suçun cezası idam, madem suçunu da kabul ettin…
Bu sözden sonra delikanlı söz alarak:
-Efendim bir özrüm var, ben memleketinde zengin bir insanım babam rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı, gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım şimdi siz bu cezayı infaz ederseniz yetimin hakkını zayi ettiğiniz için Allah nezdinde sorumlu olursunuz, bana üç gün izin verirseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim, bu üç gün için de yerime birini bulurum der.
Hz Ömer dayanamaz derki:
-Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalırki? der,
Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar derki,
-Bu zat benim yerime kalır, o zat Hz peygamber (s.a.v) efendimizin en iyi arkadaşlarından, daha yaşarken cennetle müjdelen Amr ibni Asr’ dan başkası değildir. Hz Ömer Amr ‘a dönerek
-Ey Amr delikanlıyı duydun, der.
O yüce sahabi:
-Evet, ben kefilim der ve genç adam serbest bırakılır.
Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber yoktur, Medine'nin ileri gelenleri Hz. Ömer'e çıkarak gencin gelmeyeceğini, dolayısıyla Amr İbni Asr’a verilecek idamın yerine, makulün diyetinin verilmesini teklif ederler, fakat gençler razı olmaz ve babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz, derler.
Hz. Ömer kendinden beklenen cevabı verir, derki,
-Bu kefil babam olsa farketmez, cezayı infaz ederim.
Hz. Amr ibni Asr ise tam bir teslimiyet içerisinde derki,
-Biz de sözümüzün arkasındayız.
Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve insanların arasından genç görünür.
Hz Ömer gence dönerek derki,
-Evladım gelmeme gibi önemli bir fırsatın vardı neden geldin.
Genç vakurla başını kaldırır ve:
-Ahde vefasızlık etti demeyesiniz diye geldim, der.
Hz.Ömer başını bu defa çevirir ve Amr ibni Asr’a derki,
-Ey amr sen bu delikanlıyı tanımıyorsun nasıl oldu da onun yerine kefil oldun?
Amr ibni Asr :
-Bu kadar insanın içerisinden beni seçti, insanlık öldü dedirtmemek için kabul ettim der.
Sıra gençlere gelir derlerki,
-Biz bu davadan vazgeçiyoruz, bu sözün üzerine Hz Ömer :
-Ne oldu biraz evvel babamızın kanı yerde kalmasın diyordunuz ne oldu da vazgeçiyorsunuz?
Gençlerin cevabı dehşetlidir :
- Merhametsiz insan kalmadı deneyesiniz diye.
——
Hz. Ali (r.a.) İle Karıncanın İbretlik Kıssası
Hazret-i Ali (r.a.) bir gün yolda aceleyle giderken farkına varmadan bir karıncayı incitti. İncinen karınca, elini ayağını oynatarak yerde çırpınmaktaydı.
Hazret-i Ali, karıncanın içine düştüğü durumu görünce pek üzüldü.
O Allâh'ın arslanı, bir karıncanın incinmiş hâlinden dolayı perişan oldu.
Karıncanın kendine gelip yürümesi için bir hayli emek sarf etti, birçok çâreye başvurdu.
Fakat nâfile...
O gece Hazret-i Ali, rüyasında Rasûlullah Efendimiz’i gördü. Efendimiz ona şöyle buyurdular:
“?Ey Ali! Yolda acele etme! İki gündür bir karınca yüzünden gökler mâteme boğuldu. Buna da sen sebep oldun. Yoldaki karıncayı incittin. Öyle bir karıncayı incittin ki, o Allâh’ın nârin ve hassas bir mahlûkuydu. Vazifesi, Allâh’ı zikretmekti.”
Hazret-i Ali’nin vücudu titremeye başladı. Allâh’ın arslanı, bir karınca yüzünden ne hâllere düşmüştü. Efendimiz:
“?Merak etme! Allah indinde şefaatçin, yine o karınca olacak. O karınca Cenâb-ı Hakk’a ilticâ edecek ve: «Yâ Rabbi! Hazret-i Ali bu işi kasten yapmadı. Bana bir zarar verdiyse de o, Sen’in velî bir kulundur. Sen onu bağışla!» diyecek.” buyurdular.
Ey yiğit! İyi bil ki böyle bir mâneviyat arslanının bir karıncaya karşı bu hâle düşmesi, dînî hassâsiyetinden kaynaklanıyordu. Görüldüğü üzere Hazret-i Ali gibi haşmetli bir yiğit bile, bir karınca yüzünden nasıl dertlere düştü!
Hakk’ın tecellîlerinden haberdar olan, Allâh’ın emrine uyan ve bu emre göre hareket eden kişiye ne mutlu!
***
GÜNÜN SÖZÜ
Dünya bir gök kuşağı, zihin bir prizma ve varlık ise beyaz bir ışındır.