Barla Hayatı - “Risale-i Nur'un telifi ve neşri” Devamıdır
BARlA HAYATı - “RİsAlE-İ NuR'uN TElİfİ vE NEşRİ” DEvAMıDıR
Bundan on üç sene evvel, "Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiye" âzâsından iken, küçükten beri şimdiye kadar izn-i İlâhîyle onun bir muîni ve nâsırı ve muhafızı olan kutb-u Rabbânî ve kandil-i nurânî Abdülkadir-i Geylânî (r.a.) Hazretlerinin Fütûhu'l-Gayb risalesini tefe'ülen açtığı esnada, "Sen dârü'l-hikmettesin; önce, kalbini tedavi edecek bir tabip ara." ibâresi çıktı. O ibare, "Sen kendin hastasın; kendine bir tabip ara." onun hakkında pek mânidar olarak, Eski Said'i Yeni Said'e çevirmesine sebebiyet vermiştir.
Eski Said olduğu zamanlarda, İngilizlerin dinî suallerine gayet lâtif ve müskit bir cevap vermiştir. Ve ilm-i mantıkta, İbni Sina'nın telifatını geçecek Tâlikat namında harika bir risalesi var. İşkâl-i mantıkıyeyi kıyâs-ı istikrâî cihetiyle on bine kadariblâğ edip, hiçbir âlimin yetişemediği bir derece-i ihata göstermiş... Sünuhatisminde bir risalesinde gördüm ki, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, âlem-i mânâda, bir medresede ona ders verdiğini görmüş. O ders-i mâneviyeye binaenİşârâtü'l-İ'câz namındaki harika tefsiri yazmış. Bana birgün dedi ki:
"Harb-i Umumî hâdisat ve netâicleri mâni olmasaydı, İşârâtü'l-İ'câz'ı Allah'ın izniyle altmış cilt yazacaktım. İnşaallah, Risale-i Nur, âhiren o mutasavver harikatefsirin yerini tutacak."
Üstadımla yedi-sekiz sene musahabetim esnâsında mühim meşhudatım çoktur. Fakat "Bir damla su denize delâlet eder." mucibince, deryaya delâlet maksadıyla bu fıkrakâfi görüldü. Çünkü Üstadımdan iftirak zamanı idi; acele yazdım. Üstadım, ""Yanınızdaki arkadaşa..." Nisâ Sûresi" âyetinin sırrıyla çok defa yanlarında beni musahipbulmak hakkını ve teveccüh duasıyla yerine getireceklerine eminim…
Hafız Halid
Üçüncü Kısım
Eskişehir hayatı
Risale-i Nur'un gittikçe inkişaf ettiğini, iman ve İslâmiyetin kuvvetlenmeye başladığını anlayan gizli din düşmanları, "Bediüzzaman, gizli cemiyet kuruyor, rejim aleyhindedir, rejimin temel nizamlarını yıkıyor" gibi uydurma ve hükûmeti aldatıcı tertip ve ithamlarla, 1935 senesinde, Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde, idam kastıyla ve muhakkak surette mahkûm edilmesi direktifiyle hakkında dâvâ açtırılıyor. Bunun üzerine, Dahiliye Vekili ve Jandarma Umum Kumandanı, teçhizedilmiş askerî bir kıt'a ile birlikte Isparta'ya geliyorlar. Isparta-Afyon yolu boyuncasüvari askerleri yerleştiriliyor. Isparta vilâyeti ve civarı askerî birliklerle kontrol altında bulunduruluyor. Bir sabah vakti, mâsum ve mazlum Bediüzzamaninzivagâhından çıkarılarak, talebeleriyle beraber, elleri kelepçeli olarak kamyonlarla Eskişehir'e sevk ediliyor. Yolda, Bediüzzaman ve talebelerine yakın bir alâka duyan müfreze kumandanı Ruhi Bey kelepçeleri çözdürüyor. Bu suretle namazlar kazaya bırakılmadan yola devam ediliyor. Hakikati ve Bediüzzaman'ınmâsumiyetini idrak eden müfreze kumandanı, Bediüzzaman ve talebelerinin bir dostu olmuştur.
Yüz yirmi talebesiyle Eskişehir Hapishanesine getirilen Said Nursî, tam bir tecrid-i mutlak içerisine alınarak, kendisine ve talebelerine dehşetli işkenceler tatbikine başlanıyor. Bediüzzaman Said Nursî, kendisine yapılan bu işkence ve azaplara rağmen, Otuzuncu Lem'a ve Birinci ve İkinci Şuaları telif ediyor. Hapisteki birçok kimseler, Üstad Bediüzzaman hapse girdikten sonra ıslah-ı nefis ederekmütedeyyin bir hale geliyorlar.
Gizli dinsizler, Isparta havalisinde, "Bediüzzaman ve talebeleri idam edilecek" diye propagandalar yaptırarak, korku ve dehşet saçıyorlar. "Evet, zulmün sonu, zalimin mahvına olarak öyle tecellî eder ve etmiştir ki, o plânları yapanlar, şimdi ölümün idam-ı ebedîsine mahkûm bir vaziyette Cehennemin esfel-i safilînine yuvarlanmakta, tam mağlûbiyet ve Cehennem azabından daha şedid azaplar içerisinde,şevketi sönmüş olarak, zelilâne bir ömür geçirmektedirler. Bediüzzaman ise, iman ve İslâmiyetin bahadır ve kahraman bir hâdimi olarak, İslâmî bir izzet ve imanî bir şehametle hâlâ yaşamakta, Kur'ân ve iman hizmetini devam ettirmekte ve İslâmî zaferleriyle Müslüman Türk milletine ve âlem-i İslâma mânevî bayramlar idrak ettirmektedir."
Diğer taraftan Bediüzzaman'ın hapse konulmasından mütevellit muhtemel bir isyan hareketininvukuundan korkan istibdat ve ceberut devrinin hükûmet reisi, şark vilâyetlerineseyahate çıkıyor.
Halbuki Bediüzzaman, ömrü boyunca müspet hareket etmeyi düstur edinmiş, "Birkaç adamın hatâsıyla yüzer adamların zarar görmesine sebep olunamaz" demiştir. Bunun içindir ki, yapılan o kadar gaddarane zulümler esnasında birtek hadise meydana gelmemiş ve Bediüzzaman Said Nursî, talebelerine daima sabır ve tahammül ve yalnız iman ve İslâmiyete çalışmayı tavsiye etmiştir. Ve bu gibievhamların, dinsizlik hesabına, maksad-ı mahsusla husule getirildiğini herkes anlamıştır.
Bediüzzaman yüz yirmi talebesiyle beraber 1935'te Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesine sevk ediliyor. Âni yapılan araştırmalarla elde edilen bütün risale ve mektuplar meydanda olduğu halde, mahkûmiyetlerini intaç edecek bir delile rastgelinememiş ve neticede kanaat-i vicdaniye ile, keyfî bir surette Said Nursî'ye on bir ay ve on beş arkadaşına da altışar ay ceza vererek, mütebaki kalan yüz beş kişiyi beraat ettirmiştir. Halbuki isnad edilen suç sabit olsaydı, Bediüzzaman Said Nursî'nin idamına ve arkadaşlarının da hiç olmazsa ağır hapsine hükmedilecekti. Nitekim bu yersiz karara Bediüzzaman itiraz etmiş ve bu cezanın bir beygir hırsızına veya bir kız kaçırıcısına lâyık olduğunu belirterek, kendisinin ya beraatine veya idamına veyahut yüz bir sene hapse mahkûmiyetine hükmedilmesini ısrarla istemiştir.
Burada, harika bir hadiseyi nakletmeden geçemeyeceğiz. Şöyle ki:
Bediüzzaman hapiste iken, birgün, o zamanın Eskişehir Müddeiumumisi Üstadı çarşıda görür. Hayret ve taaccüple ve vazifesine son vereceği ihtarıyla, hapishane müdürüne, "Niçin Bediüzzaman'ı çarşıya çıkardınız? Şimdi çarşıda gördüm." der.