“FOUCAULT, İYİ KONUŞUYOR, HOŞ KONUŞUYOR AMA BOŞ KONUŞUYOR”

Evet, sevgili okurlar.

Bugünkü başlığımız çok anlamlı, çok kapsamlı ve büyük mana taşıyan tarihi bir ifadedir!.

Yusuf Kaplan’ın dünkü Yeni Şafak Gazetesindeki “DÜNYA NEREDE, BİZ NEREYE KOŞUYORUZ?” başlıklı yazısından istimbat ederek, böylesi bir başlığı öne çıkardık...

Gerçekten cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek nerdeyse 100 yıllık bir süreç içerisinde sistem, mevcut müesses nizamın getirdikleri sosyal, siyasal, ekonomiksel, teknolojik, ahlaki tüm toplumsal günlük hayat akışları, ne hazindir ki oldukça havada kalmıştır...

Her geçen gün “iyileşme” yerine kangrenleşerek, yayılmıştır..

Hayat akışlarının getirdikleriyle ve götürdüklerini bir araya getirdiğimizde, ortaya vahim bir tablo çıkmaktadır...

Çünkü sadra şifa verici bir netice yok..

Herşey kaygan zemin üzerinde..

Ülke de, millet de, devletin mekanizması da, “freni patlamış” yokuş aşağı inen, kamyon misali!...

Nasıl duracak, nereye çarpacak bilinmiyor...

***

Yusuf Hocanın dediği gibi...

 “Foucault, iyi konuşuyor, hoş konuşuyor ama boş konuşuyor: Söylediği şeyin hiçbir karşılığı yok Batı’da zira. Batılılar bırakınız başkaları adına konuşmayı, başkalarına, açıkçası kendileri dışındaki hiçbir medeniyete hayat hakkı bile tanımadılar. İnsanlığın birikimi olan medeniyetleri durdurdular, kahir ekseriyetinin ise kökünü kazıdılar.

Şimdiyse, kendi kuyularını kazmakla meşguller. “Şimdiyse” dediğime bakmayın; kendi kuyularını kazma süreci yeni başlamış filan değil; başından itibaren her alanda alttan alta işleyen yıkıcı, yok edici bir süreç bu. Modern Batı uygarlığını kuran dinamikler, Batı uygarlığını yıkan dinamitlere dönüşüyor hızla. Bilim, ekonomi, siyaset, teknoloji, akıl gibi kurucu dinamikler zamanla yıkıcı birer dinamite dönüştü bile…”

* * *

Sevgili okurlar.

Biz de Yusuf Hocanın söylediklerini tenkit değil, teyit ederek bazı toplumsal gerçeklerimizi, aynı rotada sizinle paylaşmak istiyoruz.

Hakikat şudur ki, son yüz yıllık süreçte siyaset ne konuşmuşsa, oluşan ve oluşturulan gerçekler tam tersi vücut bulmuştur..

Huzur getiriyoruz denildikçe huzursuzluk artmıştır..

Huzur yerine yıkım, yıkılış, kargaşa, kavga ve terör “dizginlenemez” hale gelerek, büyümüştür..

Adalet ve hukukun üstünlüğünü savunuyoruz demişlerdir..

Lakin, gelen-giden tüm iktidarlarda mutlak bir adaletsizlik, mutlak bir hukuk dışı olgular, mutlak bir toplumsal ahlaki çöküntü ve çürümüşlükler ve çifte standart uygulamalar söz konusu olmuştur.

Bir haftadan beri bazı TV ekranlarındaki açık oturumları izlediğimizde bakıyoruz ki konuşanların hepsi laikçi, sosyalist, sekülar, Kemalist anlayışa sahip olmakla beraber, tümüyle İslam düşmanlığını körüklemektedirler...

Şeriat düşmanlığı yapılmaktadır...

Hem de Afganistan’daki Taliban’ın hareketini bahane ederek, o bahanenin zırhına bürünerek İslamofobi’yi gerçekleştiriyorlar..

Ne yazık ki yapılan bu işlemlerin patentini de “demokrasi kavramından” almaktadırlar...

Sözde uygulamasıdır.

Ne söylüyorsa, basın özgürlüğüne giriyor.

Bu anlayışla yola çıkılıyor ve İslam’a yapmış oldukları hakaret, şeriatı küçük düşürme bakış açısı, Türkiye bir İslam ülkesi mi “sorusunu” ikmale getiriyor...

Ne hazin ki kimseden ses yok, seda yok.

İnfial yok..

Dine, inanca, ibadete “alabildiğine” saldırılar yapılıyor..

Şeriat düşmanlığı almış başını gidiyor.

Hep kadın hürriyeti adı altında, kadına hayat özgürlüğü adı altında Taliban hedef tutuluyor.

Taliban şeriat gerçekleştiriyor.

Tıpkı Amerika’nın DEAŞ projesi gibi İslamiyet’i toplumun gözünden düşürmek amacıyla bu fasa fiso havayı yaratıyorlar.

Gerçekten çok acındırıcı bir hal.

20 yıldan beri bu memleketin, bu milletin AK Partiden beklentileri bu değildi.

Mutlak bir dini inanç özgürlüğüydü.

İslam savunuculuğu yaparak yola çıkma gerçeğiydi.

Maalesef, toplumun beklentilerinin tam tersi yaşanmakta!...

Tıpkı Fransız filozof Foucault gibi...

Mevcut sisteme karşı, İslam’a karşı ve şeriata karşı yapılan yanlış ve küçük düşürücü görüşlere siyasal bir suskunluk söz konusudur.

Bunun için Yusuf Hoca’nın dediği gibi nasıl ki Fransız filozof Foucault iyi konuşuyor, hoş konuşuyor ama boş konuşuyor diyor ya!…

Tıpkı yüz yıl içerisinde gelen geçen siyaset ve siyasal anlayışların makyajlı parlak nutukları gibi...

Halkı ikna edici konuşmalarla halkın karşısına çıkılmış, halkın hoşuna gitmiş, ne yazık ki sonuca doğru hep içi boş çıkmıştır.

Bakıyoruz, ülke çapında gerçekleştirilen suçların, cinayetlerin çoğu ne yazık ki aile içerisinde gerçekleşiyor.

Trabzon’da bir adam, üç tane kızını bir bahane uğruna annesinden alıyor, götürüyor, öldürüyor.

İşte Diyarbakır Söz’ün bugünkü manşet haberi..

Fındık işçisi dehşet saçtı..

Fakr-u zaruret içerisinde Diyarbakır’dan Düzce’ye fındık toplamaya giden ailenin kendi içindeki tartışmaları, katliama dönüştü..

Hem babasını, hem de yakınını öldürdü.. Üç kişiyi yaraladıktan sonra da intihar ediyor..

Yani iki ölü, 4 yaralı...

Hele hele bölgemizdeki yapılmakta olan adaletsizlik, hukuk dışı yaşam şekli zirveye çıkmış durumda.

Ama hiçbir zaman polisiye müdahaleden başka idari veyahut siyasi olsun, olayları engellemeye yönelik bir girişimleri görünmüyor.

Sıradan adli vakalar olarak geçiştiriliyor.

Tüm bunlara karşın elbette ki halk için büyük hayal kırıklığına uğramakla beraber, gelecekteki çok büyük toplumsal uçurumların varlığının da kaçınılmaz olduğunu gözler önüne sermekte...

Ki AKP hükümeti bir türlü buna da bir çare bulamıyor gibi.

Hele ki birer tane suç makinesi durumunda olan bazı kirli zorba girişimlerin, siyasetin gölgesine sığınarak bu işleri yapıyorsa, vay bu milletin haline demekten başka bir diyeceğimiz yok.

* * *

Dünkü yazılı medyanın birinci sayfalarını incelerken, Yeni Şafak Gazetesinin birinci sayfasının sağ köşesinde beyaz zemin üzerine kırmızı harflerle ve büyük puntolarla yazılan dikkat çekici bir haber okuduk.

Haber aynen şöyle;

ADALETSİZLİK, COVID’DEN DAHA TEHLİKELİ”

Haberin kaynağı, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’a aittir.

Kurtulmuş aynen şöyle diyor;

Dünyada en temel mesele yeryüzündeki adaletsizliktir.”

ÖNDER kurultayında konuşan AK Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş, toplum hayatında adaletin önemine vurgu yapıyor...

Kurtulmuş, “Bugün koronavirüs mikrobundan bahsediyoruz ya, adaletsizlik, koronavirüs mikrobundan çok daha etkili ve tehlikeli bir mikrop olarak insanlığı kemirmektedir” dedi.

Gerçekten Sayın Kurtulmuş’un bu güzel tespitlerine katılmamak mümkün değildir.

Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanımız da bu meyanda bir konuşma yapmıştı.

Adli yıl açılış töreninde konuşan Başkan Erdoğan, adaletin devletin varlığının sebebi olduğunu dile getirerek, “Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı bir devlet için hayati öneme sahiptir” dedi.

Erdoğan, vesayetçilerin ve FETÖ’nün milletin adalet duygusuna vurduğu darbenin izlerini silene dek çalışacaklarını söyledi.

Sayın Cumhurbaşkanımızın da tespitlerine 20 yıldan beri katılıyoruz, destekliyoruz ve desteklemeye devam ediyoruz.

Ama şunu da kaydetmeden geçemiyoruz.

Söylemler çok güzel, tespitler de çok çok güzel.

Hem de toplumun ruhi derinliklerine inen bu müjdeleyici, ümit verici ifadelerin varlığı çok güzeldir.

Ama gerek Başkan Erdoğan olsun, gerek AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Sayın Numan Kurtulmuş olsun...

Bu tespitlerinin ne zaman gerçekleştirileceği sorusuna karşı kamu vicdanı bir cevap bekliyor.

Adalet, devletin varlığının sebebidir”

Bunun mefhumu muhalifi, adalet olmayınca devletin varlığı da söz konusu olamaz...

Tıpkı Numan Bey’in de; “Adaletsizlik, Kovid’den daha tehlikeli” demesi gibi.

Ama buna rağmen CHP’nin tek yönlü, çifte standartlı politikası ne yazık ki hala da Türkiye’de yürürlüktedir.

Anayasa aynı anayasadır.

Gelen giden hükümetler, muhafazakâr olsalar dahi bu sekülarist anlayıştan tek bir kıl dahi koparamamış bir siyasetle Türkiye karşı karşıyadır.

Çünkü, icraatlar bir türlü gerçekleşemiyor.

Bu arada, Adli Yıl Açılışı töreninde Diyanet İşleri Başkanının yapmış olduğu dualara karşı gösterilen infial, bize göre toplumun vicdanını yaralamıştır.

Yaptıkları İslam’ı küçük düşürücü, Diyanet İşleri Başkanını küçük düşürücü konuşmalar hala da TV’lerde ve yazılı medyada çarşaf çarşaf..

CHP’nin getirmiş olduğu ve “adalet” adını taşıyan antidemokratik, hukuk dışılık, hukukun üstünlüğünden tamamen sıyrılmış bazı kanun ve yasalar, özellikle bunun başını çeken iş kanununun varlığı…

İşlenen suçlar ve toplumsal zedeleme halinin süresiz devam etmesi, insanı içten yaralıyor.

Gönül arzu ediyor ki AK Parti biraz da, maddiyattan daha çok maneviyata yönelip, sorun çözücü adımlar atsın..

Böylesi bağnaz saldırı ve ithamların önünü kesmek için adımlar atılırsa, halk daha çok büyük memnuniyetle Cumhurbaşkanını ve AK Partiyi karşılar.

Ama “Görünen köy kılavuz istemez” misali yola çıkarsak, suçlar oldukça kabarıyor, suçlular oldukça çoğalıyor.

Bölgemizde ve Diyarbakır’ımızda arsa mafya zorbalarının sebepsiz yere milletten tehditlerle kayıt dışı aldıkları bedeller oldukça yüksek.

İster devlet arazisi olsun, ister şahısların arazisi olsun, el konuluyor.

Ve netice itibariyle kan dökülüyor.

Peki, bunlar ne zaman yapılıyor?

Elbette ki cevabımız, bunlar 20 yıldan beri yapıla gelmektedir.

Bu süreç de AK Parti iktidarının sürecidir.

Başka hiçbir şey diyemeyiz.

Dertler çok büyük.

Ama kime anlatırsın?” misali...

Çünkü gelebilecek bir yanıt yok  “HİÇ” demekten başka!

En derin saygı ve sevgilerimle.