KUR’AN’DAN SÜZÜLEN İMAN!?

O iman ki, devrisaadetten, günümüze kadar vaki olmuştur. Ki ebediyete kadar hiç bir şekilde, o iman meşalesi, yeryüzünü ve insanlığı aydınlatacaktır? Onunla tanışan, onu ruhu derinliklerinde yaşatan, iman eden milletler her daim, başı dik, alnı ak olmuştur…  Maddi ve manevi büyük zenginliklere sahip olduğu gibi, zaferlerden zaferlere koşmuştur.

***

İşte Ecdadımız Osmanlı! Tarihin her safhasında, büyük zaferler elde etmiştir. Ki yeryüzünün üçte birine sahip oldu... Viyana kıyılarına kadar at koşturan bir millet olmuştur... Kur’an bayraktarlığıyla, Kur’an’ı üst seviyede tutarak, yürümüştür… Zerre-i miskal, Kur’an-ı Kerim’in hâkimiyetinden, taviz vermemiştir...

***

Bu bilimsel bir gerçektir... Tarihsel bir hakikatin beyanıdır.. Tarihin bize miras bıraktığı, kahramanlıktır... Dosta düşmana daima ibretli dersler vermiştir, ecdadın zaferleri ve kahramanlıkları! İslam dünyası Kur’an’la irtibatta olduğu, tüm hayat-ı içtimaiyesiyle bağlı olduğu dönemlerde, yeryüzüne sulh-u umumi getirmiştir... Refahı sağlamış, mutluluğu tesis etmiş, küfrün üstesinden gelmiştir… Mezalimlere son vermiş, imansızlıkları da, şerleri de inanların, safından söküp atmıştır...

***

Bu itibarla diyoruz ki, Kur’an-ı Kerim’in “kurtuluş reçetesine” nail olmak istiyorsak, beşeriyet uzun yaşamayı elde etmek istiyorsa, kendini yeryüzünün en şanslı milletleri ve devletleri olarak gördük istiyorsa, Kur’an’ın hâkimiyetiyle bütünleşmelidir...

***

Eğer bu bütünleşmeli sağlamazsa, şunun bunun jakobenliğine, dayatmalarına,  şu rejim, bu rejim, bu kurtarıcı, şu kurtarıcı diye, beşeri hükümlerin peşinden koşarsa, hiçbir şekilde huzuru, güveni ve istikrarı elde edemez! Mutluluğu yakalamaya... Sürekli, tefrika içerisinde olur… Ki ülkelerin bugünkü hal-i perişanlığının nedeni de; “beşeri hükümlerin” hâkim kılınmasıdır?

***

Demem o ki; tarih birer ders-i ibret noktasında, yaşananlara şahittir... Kaldı ki, inanmayanlar var ise, buyurun tarihi kitaplara baksınlar... İslam bayrağının dalgalandığı coğrafyalarda, üstünlük kimde imiş görürler?  Netice itibariyle, görünen köy kılavuz istemez misali. Hal-i âlem ortada... Beşeriyetin bir tek-i dahi, mutlu değil…

***

Her ne kadar teknolojik, yönde bir ilerlemeden söz ediliyorsa da... İşin özünde, “ahlaki” bir şeffaflık ve samimiyet yok... Dehşetli ahlaki çöküntü, teknolojik ilerlemeyi gölgede bırakmış durumda… Ne kadar teknolojik olarak ilerlersen ilerle, ahlaki çöküntünün batağında isen, varlığın da nafileden öteye gitmez... Büyük belalardan, musibetlerden kendini alı koyamıyor? Bir huzur yok, bir barış yok, bir mutluluk yok.

***

Bu itibarla diyoruz ki; beşeriyet için, insanlığın mutluluğu için, barış ve kardeşliğin yakalanması için, mutlaka Kur’an’a sarılmak lazım, Kur’an’a sahip çıkmak lazım. Ve Kur’an-ı Kerimi hâkim kılmak lazım…

***

Dünkü sohbetimizde, sizinle paylaşmıştır, Nisa Suresinin 65’inci ayetini... Bugün aynen aktarıyorum… Çünkü ders-i ibret içermektedir...

***

“Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.

İman, kuru bir sözden ibaret değildir; gönülden bağlanmak, inanmak ve kabullenmektir. Hem «Allah ve Resûlü’ne inandım» deyip, hem de hükümlerine razı olmamak tipik münafıklık alâmetidir. «Şeriatın kestiği parmak acımaz» denilmiştir; acımaz, çünkü müminin kalbinde o acıyı unutturacak kadar büyük bir iman vardır.”

***

Nitekim Mâide Suresi 44, 45 ve 47. Ayetleri de bizi uyarmaktadır. Ayetlerin mealleri şöyle…

“44- Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.

45- Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, zalimlerin ta kendileridir.

47- Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, fasıkların ta kendileridir.”

***

Bunlar bizim sözlerimiz değil, Rabbimizin kelamıdır. Bugün İslam dünyasının içinde debelenip durduğu hal de zaten bunu göster… Kur’an’sız bir dünya seviyesizlikten başka, mutsuzluktan başka topluma bir şey getirmemiştir... Ki getirmeye de imkânı yoktur.

***

İnsanlığın yaradılış kanununa uygun olan kelamullah Kur’an-ı Kerim’dir ve bu Kur’an’dan uzak duran bir toplum, mutluluğu sağlayamaz, herhangi bir gerçeğe de ulaşamaz... Huzuru da bulamaz.

***

Bu itibarla diyoruz ki;

Kur’an’a sarılmak, Kur’an’la yatıp kalkmak, Kur’an’ı hâkim kılmak mutluluğu getirir... Topluma refah ve huzur getirir. Toplumu Rabbine bağlar, Hz. Muhammed (S.A.V)’in yoluna sürükler.

***

Kur’an hâkimiyeti ve Kur’an’a ciddi manada bağlı olabilmek için sımsıkı Kur’an gerçeklerine toplumsal bir dayanışma içerisinde sarılmak lazım.

Aksi halde biz sırtımızı Kur’an’a çevirdiğimiz an bilelim ki, Kur’an da bize sırtını çevirir...

***

Eski medreseler, Osmanlıdan kalan o tedrisat, ondan sonra milli ruhu tazeleyen ve uyandıran o medrese gerçekleri, o Kur’an kursu gerçekleri ne yazık ki bugün toplumun içinden kurnazca kaldırılmış durumdadır.

Dost görünüp de düşman muamelesini yapan zihniyetler ve sistemler, adeta kandırmaca halini almıştır.

***

Sevgili okurlar...

Malum yaz mevsimine girdik. Buradan çağrı yapmak istiyorum… Kimi beşeri anlayışların, ürettiklerine ne olur kanılmasın... 7’den 70’ine kadar toplumun her ferdi, Kur’an-ı Kerimi öğrenmeye davet ediyorum... Herkes çocuklarını en azından bu okul tatillerinde Kur’an alfabesiyle tanışmalarını sağlasın...

***

Aba ecdadımızın yürüdüğü yoldan yürümemiz gerektiği gibi nesillerimizi de yürütmemiz lazım... Tek kelimeyle Kur’an-ı Kerim’in tedrisatına, Kur’an-ı Kerim’in okunmasını, topluma enjekte etmemiz gerekir... Ona mani olan sistemler, rejimler veya unsurlar her nereden gelirse gelsin, nereden kaynaklanıyorsa kaynaklansın, karşı çıkmamız gerekir!

***

Bunlar, topluma dost değil, toplumun gizliden gizliye düşmanıdırlar. Bu da sinsi bir düşmanlıktır.  Toplumu Kur’an’sız bir cehalet potansiyeline dönüştürüyorlar.

En derin saygı ve sevgilerimle.