12 EYLÜL DARBE FACİASI!

Evet, sevgili dostlar.

Gerçekten, ülkemiz yıllardır yani yaklaşık yüzyıldan beridir zulmün, karanlığın, despotizmin, dayatmanın, inadın, küfrün, edepsizliğin, velhasıl ahlaksızlığın ve iğrençliğin en derinini yaşamıştır ve yaşatılmaktadır.

Günü gelmiş keyfi, küfri ve cebri dayatmalarla ülkenin üzerine acımasızca ve hayâsızca mezalim çökertilmiştir.

Zulmün başına, adaletin külahı giydirilmiş, hırsızın, rüşvetçinin, rantçının üzerine demokrasinin ve hukukun elbisesi giydirilmiş, yırtıcı kurtlar ise ağanın, paşanın, elit tabakanın ve eşrafın kılığına girmiştir.

Anlayacağınız, bu ülkenin tüm gerçekleri tersyüz edilmiştir.

Millet; ülkesiyle, taşıyla ve toprağıyla tüm insanlarıyla inim inim inletilmiştir ve buna kurtarıcılık adı takılmış, demokrasi adı takılmış, hukukun üstünlüğüyle makyajlandırılmış, çağdaşlık ve kahramanlık uydurmacılığının kirli şalıyla hakikatler örtülmüştür.

Oysaki zaman bize gösteriyor ki;

Net ve berrak olarak gösterilen her şey tam tersine günü gelmiş, zifiri karanlıklara dönüştürülmüştür.

*  * *

Yaklaşık üç-dört günden beri Türkiye’mizde gündemi işgal eden 12 Eylül cuntanın darbe faciası konuşulup-tartışılmaktadır.

Gerek yazılı medyanın birinci sayfalarından büyük puntolarla verilmiş ve gerek görsel medyanın ekranlarında karşılıklı atışmalar ve açık oturumlar tanzim edilmiş ve devam ediyor.

Ama izlenimlerimize göre birkaç yalaka kartal medyanın köşe yazarları hariç hiç kimse bugüne kadar başta 27 Mayıs olmak üzere hiçbir darbeye sempati göstermemiş ve bunu gerçekleştiren cuntacı generalleri de şiddetle kınamış en ağır eleştirilerle itham etmiş olarak görülmektedir.

Demek ki, halk gördükleri acımasız manzarayı hiçbir zaman unutmamakla beraber kalbi derinliklerinde tescil ediyor ve hiçbir zaman da affetmiyor.

Bu tarihi olay, Türkiye insanı için gerçekten bir yüz karasıdır, bir kara lekedir, küfrün ve inkârın örtülü bir ayıbıdır.

Asık yüzlü cuntacı generallerin; şarapçı anormal yüzlerinin buruşukluğunu, nursuz ve çirkin yüzlerinin görüntüsünü millet nefretle karşılıyor.

Adeta katilmiş gibi suç işleyen o günün cuntacılarının yüzleri, nursuz ve buruşuk birer yüz olarak göstermektedir.

* * *

Bakınız toplum hele hele inanan bir toplum olsun, bunlara ilahi adalet nezdinde hakkı hayat verilmez.

Bunları 32 sene sonra yargılamak ve o da adil olmayan bir yargılama şekliyle yargılamak bize göre göstermelik, yapay bir yargılamadan ibaret olur.

Zira yeryüzünde bozgunculuk yapanlar, adam öldürme veyahut öldürtme fiilini işleyen fesat çıkarma cürümü ile yan yana Kur’anda zikir edilmektedir.

Bu tür olaylar birçok cinayet ve masum insanların kanının dökülmesine sebebiyet vermiş, can almış, suçun ve suçlunun kategorisine girmesi gerekiyor.

Darûl İslam denilen, halkının % 90’ı Müslüman olan camianın can ve mal emniyetinin sağlanması gerekirken, tam tersine binlerce, yüz binlerce insanlar darağacına çekilmiş, haksız yere canlara kıyılmıştır.

Özellikle İslam dinine mensup olan dindar ve ulema kesimi daha bir fazlasıyla etkilenmiş, acımasızca zindanlarda inim inim inletilmiş, sonunda birçoğu idam edilmiştir, nice nice yuvalar yıkılmıştır.

Buna fitne unsurları denilir.

* * *

“Maide” suresinin 33. ayeti, bakınız mealen bize neleri bildiriyor;

“Allah ve peygamberiyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculukla uğraşanların cezası; öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayakları kesilmek, ya da yerlerde süründürmektir.

Bu onlara bu dünyada bir zillettir, ahirette de onlar için büyük bir azap vardır”

İşte bu suçun cezası ayette beyan ediliyor, bu suç nedir, ne değildir ayet zaten açıklıyor.

Allah’ın şeriatı ile hüküm eden Müslüman bir idareciye isyan etmek, o idarecinin hâkimiyetine karşı bir çete kurmak ve Darûl İslam ahalisini korkutmak, onların canlarına, mallarına ve ırzlarına tecavüz etmek…

İslam hukukçularının bir kısmı bu çetenin ve çeteciliğin hâkimiyetinin sürdürülmesine hiç yer vermiyor, çünkü fesat ve bozgunculuktur.

Bütün bunların yapılması gereken bir zaruretin ifadesidir; ama ne çare ki Türkiye’de hiçbir zaman hak edilenlere karşı zamanında, yerinde gereği yapılmıyor.

Ya zaman aşımına uğratılıyor veyahut da bir sis perdesi çekiliyor, kaybolup gidiyor.

Zira devlete düşen ana hakikat ve gerçek strateji; toplumun bireyinden tut, tüm cemiyetinin en ücra köşelerine kadar, fertleri dâhil olmak üzere emniyetini sağlamak zorundadır.

Fertlerin emniyeti ancak cemiyetin varlığı ile tahakkuk eder (gerçekleşir).

Toplumun bünyesindeki fertlerin hayırlı faaliyetleri devam ettikçe gölgesinde insani hayat gelişip, terakki edecektir, yücelecektir, yükselecektir ve ilerleyecektir.

Herhangi bir kimse, yani bir devlet yöneticisi ülkesinde hayır, fazilet, gelişme ve ilerleme filizleri yeşerdikçe toplum bu üstün numuneleri korur ve yerine sağlam oturtturur.

İnsanlar arasına hayır tohumlarını yeşertip, geliştirecek şer tohumlarını da kurutup, öldürecek bir hava yaratırlarsa, işte o zaman o devlet, o yöneticiye, o otoriteye güvenmek zorundadır.

Bütün bunlardan sonra da cemiyetin, toplumun emniyetini tehdit eden bir insan veyahut bir güruh şebeke her nerede olursa olsun, hangi platformda bulunursa bulunsun, o insanlıktan öte habis bir urdur, habis bir unsurdur.

Hakka, huzura, hakikate ve inanca dönmediği takdirde, kökünün kazınması lazımdır, o da otoritelere düşer.

İşte başta okuduğumuz ayeti kerimenin meali de bu unsurdan bahsediyor.

* * *

Bu paralelde diyoruz ki;

Yakın tarihimiz esnasında devlet mekanizmasını ele geçiren gerek ihtilalciler olsun, gerek CHP anlayışı paralelinde olsun, yapılan tüm bu antidemokratik hukuk dışılık; hep darbeciliğin gölgesinde yeşermiştir.

Yüce İslam dinine çok büyük iftiralar atılmış ve onun temsilcilerini darağacına götürmekten geri kalmamışlardır.

* * *

Bakınız, İstiklal Marşımızın Şairi merhum Mehmet Akif Ersoy ne diyor?

“Üç buçuk soysuzun ardında zagarlık yapamam

Hele bak namına haksızlığa ölsem tapamam

Doğduğumdan beridir aşığım İstiklale (bağımsızlığa)

Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale

Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyunum

Kesilir belki fakat çekmeye gelmez boynum

Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim

Adam aldırmada geç-git diyemem aldırırım

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım

Zalimin hasmıyım, amma severim mazlumu

İrticanın şu sizin lehçede manası bu mu?

Yok, canım yok deme

İfrat etmiyorsun köse ya?

İşte ben mürteciim (irticacıyım) gelsin işitsin dünya!

Hem de baş mürteciim patlasanız çatlasanız da

Hadi kanununuz varsa asın beni

Yahut yasanız! Yasa yok şimdi neden bitti mi?”

***

Yaklaşık yüz sene önce bunu yazan merhum Akif, ilmin bir ulemaya, bir ilim adamına nasıl yakıştığına ilişkin tarihi bir tavırdır.

Dürbün imanıyla o günlerde Türkiye’nin böylesine geleceğini keşfetmiş, adeta 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Mayıs’ları görürcesine çok güzel ifadelerle şiir halinde kapsamına almıştır.

İsteyen hissesini alır, istemeyen zaten kulağını tıkamıştır gerçeklerden.

En derin sevgi ve saygılarımla.