28 ŞUBAT VE İDDİANAMESİ!

Evet, sevgili okurlar.

Bundan önceki yazımıza başlık olarak “MARJİNAL ZORBA İŞBAŞINDA” ifadesini kullanmıştık.

Gerçekten bu ifademiz, günümüzdeki Türkiye’de olup bitenlerin tabiri caizse, aynasıdır.

Ve tabi ki gerçek yüzüdür.

Açık ve net olarak uyarmak istiyorum!

Her şeyden evvel Türkiye geçmişe yönelik yakın tarihini iyi okuması lazım.

***

1907–1908 ve 1909’lara kadar gidilmeli.

Hatırlayalım.

O tarihte; Ulu Hakan Sultan Abdülhamit’in makamına kadar sokulan Üç Yahudi vardı.

Ki birisi Osmanlı Yahudi’si idi.

Yani evden biriydi.

Diğer ikisi de Avrupa’dan gelen Yahudilerdi.

Bu üç Yahudi Sultan Abdülhamit’ten Dünya Yahudilerini bir araya getirme maksadıyla Filistin’de küçük bir parça "toprak" istediler.

Gayeleri Filistin de yeniden yer edinmekti.

Filistin’i kirleten tarihi Yahudi ve Siyonizm’iyle Haçlıların Filistin’den kovulmaları paralelinde para karşılığında Sultan Abdülhamit’i aklı-sıra kandırarak orada Yahudilerin yeni bir yer edinme hususu söz konusu.

Osmanlı Yahudi’si Dr. Hertz’ler…

Sultan Abdülhamit’e şu teklifi getirdi;

“Osmanlı’nın 250 milyon Osmanlı altın lirası civarında batıya borcu var. Eğer emir verirseniz biz hemen bu borcu sileriz.

Ulu Hakan’ım, Yahudiler de bir barınak sahibi olmak istiyorlar.

Filistin’de bir yer onlara lütfedip verirseniz çok memnun oluruz. Para pul söz konusu değil.”

***

Hileli tuzağı, berrak ifadelerle sunarken, Ulu Hakan Sultan Abdülhamit Han da şöyle karşılık veriyor.

Ve diyor ki;

“Ben bütün mevcudiyetimle bu isteğinize karşıyım.

Filistin’in tek bir karış toprağı için bilesiniz ki, bir çırpıda her şeyimi feda etmeye hazırım…”

Zira İngilizlerin ve Batı Emperyalizm’inin oraya hain-nane göz diktiklerini, hiç kimse bilmiyordu.

Pek tabi ki, Sultan Abdülhamit’ten başka.

Onları huzurdan kovarcasına defediyor.

Zaten ondan sonra bunlar,  "gizli" planlarını sergilemeye başlıyorlar.

***

Saraya kadar sızan Osmanlı Yahudisi Dr Hertz.

Ve diğer; Yahudi lobisi.

O planları bir bir uygulamaya soktular.

Ki 1909’da Sultan Abdülhamit tahttan alaşağı edildi.

Sonra.

Bugünkü CHP’nin temsil ettiği İttihat Terakki Cemiyeti kuruldu.

***

Sultan Abdülhamit’e bin bir türlü iftira yalan atıldı.

Ama ne çare ki Osmanlı o günden 1923 tarihine kadar kendini bir türlü toparlayamadı.

İstiklal savaşına girdi.

Kahraman inanan bir millet elbette ki bir karış toprağını kimseye vermemekle beraber cumhuriyetin kuruluşundan sonra çok rahat uyudu, çünkü aldandı.

Meğerki dizgini ele alanların niyetleri Türkiye’nin kurtuluşu ise de başkasının da nam-ı hesabına çalıştılar.

Onlarla ayrı anlaşmalar içerisinde bulundular.

Nitekim bu söylediklerimizi 1923’teki Lozan Antlaşması tasdik ediyor.

O anlaşma ve İsmet Paşa’nın imzasıyla her şey ortaya çıktı.

İngilizlerin Dışişlerinden sorumlu olan Lord Gürzon bir çırpıda İngilizler namına bugünkü Yahudilerin Filistin’de varlığı adına cömertçe imza verildi.

Daha sonra Türkiye’de olup bitenler her gün biraz daha günışığına çıktı.

***

Fazla başınızı ağrıtmamak kaydıyla, bunları burada kesiyorum.

Cumhuriyetin kuruluşuyla, tek parti dönemindeki gerçekleşen uygulamalar, inanın İngilizler İstanbul’u terk edip gitmeseydi bile ancak böylesine yapabilirlerdi.

Çünkü her istedikleri yerine getiriliyordu.

Nitekim bu zihniyete rağmen 1950’de Demokrat Parti iktidara geldi.

Ancak 10 sene içerisinde bin bir türlü iftirayla, yalanla, ihtilal yapıldı, hükümet alaşağı edildi.

Hem de Marksist bir ihtilalle.

Zaten;

Ondan sonra Türkiye marjinal zorba anlayışlardan bir türlü kendini kurtaramadı!

Ve nihayet 28 Şubat 1997 gibi.

27 Mayıs’tan sonraki asker vesayetiyle anayasalar oluştu ve hala devam ediyor.

Ama Türkiye, nereden nereye?

* * *

Bakınız!

28 Şubat’ta yapılan uygulama ve mezalimler.

Bunca işlenen faili meçhul cinayetler ve katliamlar.

Hepsi yürekleri dağlıyor.

Hazırlanan bugünkü iddianame bize göre çok geç kalmakla beraber, yine de “Zararın neresinden dönersen kardır” misali nihayet Ankara’da "vahşetin" sorumluları hakkında hazırlanan iddianame kabul edildi.

Ve bunun baş sorumlusu dönemin Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı.

Tabi ki Süleyman Demirel’in ve o dönemde kilit noktalarda bulunan yüksek rütbeli subaylar, generaller ve yargıdaki cübbeli yürüyüşçüler.

***

Şimdi Başbakan Erdoğan’ın mahiyetindeki bazı kabine üyeleri olsun!

Ankara’da sıradan kuruluşlar olsun.

Her şey ama her şey bir çırpıda yok olup gitsin.

MGK’nın tavrı illa ki meşru hükümeti alaşağı etmekti.

Sözde İrticaya karşı.

Durup dururken, hiçbir şey yokken, sudan bahaneyle İslamiyet’i hedef alarak, hain planlar tanzim edildi.

***

Tüm bunların baş sorumlusu Genelkurmay Başkanı Karadayı.

Hatırlarsanız;

Genelkurmay Başkanı olmadan bir iki ay önce Kudüs’e gidip ağlama duvarının önünde el pençe durmuştu.

Evet.

Karadayı hakkında, bugüne kadar herhangi bir soruşturma açılmadı.

O dönemdeki; "hukuk dışı" uygulamalarından dolayı.

Ama inşallah bu iddianameden sonra Karadayı’yı da hak ettiğiyle, muamele görüp tutuklanacaktır.

Hiç kuşkusuz ki;

Ecevit’in eski avukatlarından Yekta Güngör Özden de bu fitne unsurunun önemli aktörüydü.

Koalisyon hükümetini iktidardan alaşağı edenlerden biriydi.

Ki hepsi; İsrail’den gelen gizli talimatlar ışığında yapılıyordu.

* * *

Bakınız, dünkü Zaman Gazetesinde “Milli Güvenlik Kurulu’nun tavrı hukuki değil, 28 Şubat tutanaklarını göndermeli”

Zekai Özçınar imzasıyla yayınlanan bu haber gerçekten şayan-ı dikkattir.

Bakınız, haber aynen şöyle;

“MGK Genel Sekreterliği’nin tarihi kararların alındığı 28 Şubat 1997’deki toplantının tutanak ve ses kayıtlarını savcılığa göndermemesi büyük tepki topladı.

Saadet Partisi Genel Başkan Yard. Birol Aydın aradan 16 yıl geçtiğini hatırlatarak, ‘devletin sırrı’ diye tutanakları saklamanın anlamsız olduğunu söyledi.

28 Şubat soruşturmasına müdahil olan Hukukçu kökenli eski Milletvekili Şeref Malkoç da tutanakların açıklanması gerektiğini söyledi. ‘Böyle bir şey hukuka uygun değildir. Mahkeme safhasında da istenir. Yine gönderilmezse ilgililer hakkında tutuklama dâhil yasal işlemler yapılır’ dedi.

Soruşturmayı yürüten başsavcılığın 9 saatlik tarihi toplantının tutanak ve ses kayıtlarını talep ettiği ancak MGK’nın, ‘devlet sırrı’ gerekçesiyle talebe olumlu cevap vermediği belirtiliyor.”

***

İşte bakın!

Hala da bu iktidara rağmen Türkiye kendini askeri vesayetten bir türlü kurtaramıyor.

Zorba marjinal anlayışlar varlıklarını sürdürmeye devam ediyorlar.

Direniyorlar.

Devlet ne yapıp yapıp bir an evvel bu marjinal zorba anlayışlardan kurtulmak, sahili selamete kavuşması gerekir.

Yoksa zalim kesime yalvarmakla, özür dilemekle Türkiye kendini bir yere götüremez.

İktidar milletin güvenindeki bağlantıdan yara almıştır.

Bize göre şuan verilen mücadele şekli yanlıştır.

Zira deveden kulak bile değildir!

Bir farklılık uçurumuyla karşı karşıyadır.

***

Bir de, 28 Şubat iddianamesinde dikkat çeken bir nokta var.

O günlerde!

Yani 28 Şubat’ta Güneydoğu Anadolu’da ve Doğu Anadolu’da olup bitenler maalesef hiç kale alınmamış.

Bugüne kadar hiçbir suç dosyası araştırılmamış.

Bunca yapılan olumsuzluklara ve suç işlemelere rağmen rejimin Güneydoğu’daki uygulayıcıları hakkında herhangi bir soruşturmanın varlığı da söz konusu değildir.

Ve beklentisinde de değiliz.

Ama bu köşeden her zaman değindiğimiz gibi, bugünün yarını da vardır.

Elbette ki zalimin zulmüne karşı, bir gün mazlumun ahı sahneye konulacaktır.

En derin saygılarımla.