28 ŞUBAT’TA JİTEMİN JAKOBENLİĞİ!? (10)

Evet, sevgili okurlar.

28 Şubat, devleti tüm kurum ve kuruluşlarıyla kirleten zehirli bir virüstü.

Her tarafı nasıl kasıp kavurmuşsa, aynı biçimde anayasayı da keza tüm yasaları da aynı şekilde antidemokratik hukuk dışı zorbalığıyla etki altına almıştır.

Bu anayasa ve yasalar devletin aktifliğini kilitlemiş, demokrasinin önünü tıkamış, keyfi küfri ve cebri yöntemler hâkim kılınmıştı.

Ama devletin her alanında o günden bugüne dek bu ülkede uygulanan uygulamaların tümü olmasa bile % 90’ı askeri vesayet paralelinde, dünya haçlı ve Siyonist emperyalizmin köleliği anlayışıyla devletin, ülkenin ve milletin demokratik ve hukuksal dinamikliğini zedelemiştir.

Eğer özetlemek gerekirse her şeyi CHP’nin altı oklu dipçik ve şeflik rejiminin dayatması çerçevesinde Kemalizm ve laiklik adı altında adeta Osmanlının son devrindeki İttihat Terakki Partinin bir uzantısı olarak ülkede huzur bırakmamıştır.

Terör, anarşi, rüşvet, fuhuş, uyuşturucu ve daha neler neler?

Ki her şeyimize müdahale edilmiştir.

Devletin herhangi bir kurum ve kuruluşuna bakıldığında usulsüzlük, keyfi icraatlar, adam kayırma gibi yanlışlıklar ve hukuksuzluklar her şeye galebe çalmıştır.

Dünkü yazımın son bölümünde belirttiğim gibi.

“İşte gazete manşetlerine taşınan, TEDAŞ Genel Müdürü Haşim Keklik ve BEDAŞ Genel Müdürü Abdullah Atalay'ın, "kurumu" soyup-soğana çevirme, rezaleti.

Zaman zaman biz de bu köşede diyoruz ki,

Ah keşke böyle olmasaydı.

Durumumuz her halükarda hiç iyiye gitmiyor, iyi ki bu medya var.

Bu olmasaydı, böylesine toplumda yaşayan hayâsızca ve edepsizce gayrimeşru helali harama karıştıran devletin bünyesinde nice nice bürokratlar var ve yarar verdiği yerde zarar verenler var. Bugün için bunlarla yetinelim”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Dün sizinle paylaşmak istediğim Türkiye gerçeği idi.

“İyi ki bu medya var, bu da olmasaydı ne olacaktı?” demiştik.

Gerçekten medya, son zamanlarda kendisine düşen görevi yerine getirmektedir.

Tümüyle olmasa bile, ülke gerçeklerini kaleme alır, deşifre eder, büyük bir cesaretle olayların üzerine gidiyor

Yazımın başında ifade ettiğim gibi, ülke devletiyle, milletiyle, anayasasıyla, yasalarıyla, tüm varlığıyla ablukaya alınmış keyfi, küfrü ve cebri yöntemlerle 28 Şubat anlayışı her tarafı ele geçirmiştir.

Tıpkı dün Zaman Gazetesinin manşete taşıdığı  “28 ŞUBAT’TAKİ CADI AVI OKUL DERSHANE VE YURTLARI VURDU” haberi gibi.

İfade etmek istediğim paralellik aynıdır.

Bakınız, gazete şöyle devam ediyor;

“Uzun köprüde kız yurdu, eğitim ortamı iyi ama 15 öğrenci başörtülü denilip kapatıldı.

İstanbul’da okula giden müfettiş öğretmenin saçını çekti, peruk mu diye kontrol etti.

Öğretmene başörtülü suçlaması fişlemeyi açığa çıkardı, adı İ. Hilal yazılmış.

ÖSYM sınav birincisini uyardı, ilk 10’dasın, dershanecilerle görüşürsün, 11. olursun” gibi daha neler yok ki.

***

İşte gerçekten devlet sömürgeleştirilmiş, haçlı ve Siyonist kölelik anlayışı altında, ülke her şeyiyle abluka altına alınmıştır.

Ve bu kirlenmenin başını çekende hep 12 Eylül ve 28 Şubat generalleri olmuştur.

Dayatmalarla başrol oynamıştır.

Bu kirlenme devletin askeri kurumlarının dışındakilere de sirayet etmiştir.

Her yerde aynı anlayış hakim.

Bir önceki gün, Yeni Şafak Gazetesinin sürmanşetinde “MÜDÜR BEY’LERİN ÇİFTLİĞİ” başlığı altında yayınlanan haber şöyle;

“İddialara göre Genel Müdürlüğü’nü Atalay’ın yaptığı BEDAŞ kiralık araç ihalesini “filonun % 30’una sahip olma” şartını yerine getiremeyen Sezen Yavuz’a verdi.

Dört aylık açma-kesme ihalesini üç ayda bitiren Sezen Yavuz'a dört aylık ücret ödendi.

Şirkete abonenin elektrik borcu 10 TL’yi aştığında kesim yapabilirsin diyen BEDAŞ, daha sonra bu barajı 500 TL’ye çıkardı.

İstanbul Elektrik Dağıtım hizmetlerini yürüten BEDAŞ’ın Sezen Yavuz LPG Elektriğe verdiği adrese teslim ihaleler Genel Müdürlüğünü Haşim Keklik’in yaptığı TEDAŞ’ı adeta keklik çiftliğine çevirdi”

Gerçekten dün 28 Şubat’ın kirlenme uygulamaları etkisi altında kalan devletin birçok kurum ve kuruluşları maalesef günümüze kadar uzanmakta.

Bu nedenle diyoruz ki, iktidar olsun, muhalefet olsun, TBMM’ne düşen başlıca görev ve teennilere (ertelemelere) “olsun mu, olmasın mı?” söylemlere zaman bırakmadan bir an evvel bu anayasanın değişimine gidilmesidir ve hiç zaman kaybetmeden Türkiye’yi bu tarihi cehaletin, inkârın zulmetinden karanlığından kurtarılması gerekir.

Yoksa Türkiye eski cehalet ve inkârcılık karanlığından kendini kurtaramaz durumda olacak, Allah korusun her an her şey olabilir ve terörün, anarşinin dik alası bu memlekete yaşatılabilinir.

Zira her ne kadar Ergenekon ve Balyoz hareketinde başrol oynayan generaller tutuklanıyor ise de bize göre henüz kâfi değildir.

Türkiye’de maalesef tıpkı Ortaçağ karanlığı cumhuriyet döneminde bu millete yaşatılmış, ülkenin altını üstüne getirilmiştir, toplum ahlaki olsun, kültürel olsun, dinsel olsun, her şeyiyle yozlaştırılmıştır.

* * *

Bakınız, dünkü medyada yayımlanan “Fuhuş Operasyonundan kozmik askeri bilgiler ve fişleme kayıtları çıktı” başlıklı haber şöyle;

“İzmir Organize Suçlarla Mücadele Polisi tarafından 9 ilde eş zamanlı düzenlenen ve 9’u muvazzaf asker 28 kişinin gözaltına alındığı operasyonla ilgili detaylar ortaya çıkmaya başladı.

İddialara göre operasyonda gözaltına alınan muvazzaf askerlerden ikisinin Ankara’daki Jandarma Genel Komutanlığında görevli Albay..

Birinin Zonguldak’ta görevli Denizci Yarbay, birinin İzmir’de görevli Havacı Binbaşı, diğerleri Karacı Yüzbaşı ve Astsubay, Marmaris’te ise Denizci Yüzbaşı ve Üsteğmenin yanı sıra Sahil Güvenlikte görevli Üsteğmen.

Gözaltına alınan 26 kişiden 5’inin fuhuş yapan kadın, diğerinin ise fuhşa aracılık eden kişiler olduğu ileri sürüldü.

Zanlıların evlerinde yapılan aramalarda ise askeri kozmik bilgi oldukları değerlendirilen çok sayıda belge ele geçirildi, ele geçirilen bazı fişleme kayıtlarına da el konuldu”

Haberin en ilginç bölümü de şöyle;

“Şebeke elebaşı genç kız askeri birliklere Üsteğmen gibi girmiş.

Şebeke elebaşı olduğu iddia edilen üniversite öğrencisi N.K’nın evinde yapılan aramada Üsteğmen rütbesi bulunan askeri üniforma ve sahte bir Üsteğmen kimlik kartı bulundu”

***

İşte bakınız, sevgili okurlar.

İnsanın dudaklarını uçuklatan bu tür olaylar başta ifade ettiğim gibi, Ortaçağ karanlığından küfrün ve putçuluğun temel anlayışının birer uzantısı maalesef Türk Silahlı Kuvvetlerimizin bünyesine kadar girmiştir.

Tüm kirlenme ve ahlaksızlıklar, bu yüce kurumun bünyesini kirleten bu tür oluşumlar neyse devletimizin yanlış icraatları ve inkârcı uygulamaları bu milletin bireylerine kadar sirayet etmiş, insanlık karakteristik halini yozlaştırmıştır.

Kazıkçı Paşaların yaptıkları neyse devletin birçok kurum ve kuruluşlarındaki kirlenme uzantıları da aynıdır.

BEDAŞ’ı mı diyorsun, TEDAŞ’ı mı diyorsun, DSİ mi diyorsun, Vakıflar Genel Müdürlüğü mü diyorsun, akla hayale gelmeyen hangi kamusal kurumların derinliğine girersen gir, inanın ki okyanus derinliğine dalmış dalgıçların çıkardığı mücevherat gibi  bir çok kirlenmeyi ele geçirebilirsiniz.

Bu nedenle diyoruz ki, her şeyin başı anayasanın değişiminde biter.

Her şeyin başı mevcut anayasadır, yasalardır ve yanlış uygulamaların uzantılarıdır.

Kamuoyunu baskı altına almak için tüm gerçekler tersyüz edilmiş, “Akı kara, karayı ak” olarak göstermişler, “Tavşana kaç, tazıya tut” misali yapay görüntüler vermişler.

Anayasanın birinci maddesinden tut, sonuncu maddesine kadar..

Anlatılan ve uygulamaya konulan her şey tersyüz edilmiş, çelişkilerle dopdolu, hiçbiri diğerini tutmayan keyfilikler ve dayatmalar söz konusu.

Örneğin, anayasanın ikinci maddesinin yanı sıra başlangıç bölümünde laiklik ilkesinin gereği, “kutsal din duygularının devlet işleriyle ve politikayla kesinlikle karıştırılamayacağı”

14. maddesinde “anayasada yer alan hak ve hürriyetlerin hiçbirinin dil, ırk, din ve mezhep ayrımı yaratmak amacıyla kullanılmayacağı”

24. maddesinde “Kimsenin dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağı, dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamayacağı ve zorlanamayacağı”

68. maddesinde de “Siyasi partilerin tüzük ve programlarının demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırı olamayacağı” hüküm altına alınmıştır.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Sormazlar mı, bu ne lahana turşusu, bu ne perhiz?

Senin anayasanın maddelerinin vurguladığı cümleler, ifadelerin dizilme şekli nasıl ve otoriteler tarafından yanlış yönetmeliklerle uygulamaya konulan uygulamaların şekli nasıl?

180 derece birbiriyle ters.

Onun için diyoruz ki, bu milletimize yazık, yıllar yılı inim inim inletilmiş, yıllar yılı madrabazların ve kazıkçı paşaların, Balyozcu sarhoşların ve bunak politikacıların dayatmaları "zulmünden" çektiklerine artık “paydos” denmelidir.

Bir yandan anayasada yer alan “Hak ve hürriyetlerin hiçbirinin dil, ırk, din ve mezhep ayrımı yapılmayacak” diyorsun, öbür taraftan da okula giden öğrencilerin başörtüsüne müdahale edeceksin.

Müfettiş tarafından peruktur diye öğretmenin saçını çekeceksin, öbür taraftan milli iradenin önünü tıkayacaksın, dini inanca karşı darbeler yapacaksın ve ona inananlara çağdışı irtica diyeceksin.

Bana göre Türkiye için en büyük musibet ve en dehşet saçan bela bu anlayıştır.

Allah bu ülkeyi bu karanlıklardan kurtarsın..

Bir an evvel, diye dua etmekten başka bir şey diyemiyoruz.

En derin saygılarımla.

Hayırlı Cumalar.