28 ŞUBAT’TA JİTEMİN JAKOBENLİĞİ!? (5)

Evet, sevgili okurlar.

Bu olaylar, olup-bitenlerin tümü 28 Şubat’a münhasır değil..

Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek adına devrim kanunları olarak altı oklu CHP rejimi paralelinde kurulan bir cumhuriyet her gün biraz daha kendi amacından saptırılmaya çalışılmış...

Milli mücadele ruhundan uzaklaştırılmak istenilmiştir.

Ve öyle de olmuştur.

Milli mücadele döneminde devletiyle el ele verip, tüm Anadolu halkı, Kürdüyle, Türküyle, Arabıyla, Acemiyle, tevhit inancı paralelinde ittihat ederek, omuz omuza yürüyerek haçlıları Anadolu topraklarından kovmuştur.

Denize dökmüştür!

Bu milli mücadele ruhunu canlandıran ve kıblesi bir, kitabı bir, Allah’ı bir, Peygamberi bir, ülkesi bir, inancı bir olan milleti bu şekilde cihat uğruna canlandırmaya çalışan ne kadar ulema ve meşaik varsa, ne yazık ki hedef alınmıştır.

İslam’a yönelik aktif faaliyetler başta olmak üzere, bin yıllık İslam inancı doğrultusunda yaşayan kültür, tarih, Kur’an Kursları, medreseler, tekkeler ve zaviyeler maalesef milli mücadele sonrasında, "düşman" görülerek kökten yıktırılmış.

Tevhid-i tedrisat adı altında inkârcılığa yönelik materyalist inkârcı bir eğitim sistemi başlatılmış..

Şapka kanunundan tut, kadınların giyim kuşamlarına kadar tarihi harf inkılâplarına kadar, Ezan-ı Muhammedi’nin Türkçeleştirilmesine kadar tüm bunlar cumhuriyetin kuruluş amacı..

Ve tüm bu milli gerçeklere karşı bir devrim olarak nitelendirilmiş Cumhuriyetin ilkeleri!

Buna karşı çıkan her kim olursa olsun hain ilan edilmiş.

Atatürkçülük düşmanlığıyla suçlandırılmış, devrim yasalarına karşı Kemalizm’in, laikliğin karşıtı olarak gösterilmiş ve büyük boy hedefi haline getirilmiş millet, her gün grup grup İstiklal mahkemelerine gönderilmiş, cezalandırılmış.

Ve bu işin baş öncülüğünü yapan Milli Şef olarak İsmet İnönü...

CHP’nin sahneye koydukları millete karşı büyük bir tiyatro oynatılmıştır.

Toplumun, milletin ve ümmetin vergileriyle bütçesini oluşturan Türk Silahlı Kuvvetleri gibi kocaman bir kurumun başına eğitilerek getirilen generaller tarih boyunca Peygamber ocağı olarak lanse edilen, can damarı durumunda olan devletin büyük bir kurumu toplumun ve milli birlik ve beraberliğin, ülkenin bölünmez bütünlüğünün bekçisi durumunda olması gerekirken, sadece devrimlerin, laikçilerin ve Kemalizm’in bekçisi durumuna sokulmuştur.

Milletin tarihi inanç, kültür ve medeniyetine karşıymış gibi gösterilmiş ve bu biçimde kocaman askeri okullarda din, iman öğrenimini kaldırıp, deyim yerindeyse çöplüğe atmaya çalışılmış..

27 Mayıs’tan tut darbeci andıçlama, Kemalizm’in bekçileri olarak çok büyük kafalar devletin kilit noktalarına getirttirilmiş.

Habire nefes nefese darbeler yapılmış!

Bu darbelerin tümü, milletin inandığı İslam inanışına karşı milli bir güç (!) olarak ayakta tutulmuş.

CHP rejimi böyle idame ettirilmiştir.

Buna dayanamayan millet demokratik zeminlerde 1946’dan günümüze dek, hep bu anlayışla, demokratik yöntemlerle, sandıkta milli iradeyi oluşturmuş.

Salt çoğunlukla milli hükümetler iktidara gelmiş ise de, ama heyhat, ne çare ki kendilerini bir süre sonra bir gece yarısından itibaren 27 Mayıs’larla, 12 Eylül’lerle, 28 Şubat ve 27 Nisan gibi antidemokratik askeri dayatmalarla karşı karşıya görmüştür.

İşte;

Tüm bu mezalimler içerisinde millet son kurtuluş çaresi olarak AK Partide ve lideri durumunda olan Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı seçmişlerdir.

Bu kirli oyun CHP’nin altı oktan ibaret bir rejim paralelinde milletin kurduğu cumhuriyeti hainane planlarla yörüngesinden çıkarılmış, başka yönlere saptırılmış ki adeta İttihat Terakki partisinin ayrı bir versiyonuyla uzantısı durumuna sokulmuştur.

Çağımızdaki zalim neronların, musolinlerin, hitlerin birer uzantısı durumuna gelmiş bu anlayış, devletin tüm kurum ve kuruluşlarını ele geçirmiş, milli olmayan her şeyi zorbaca millileştirmeye çalışılmıştır.

Hedefleri yüce İslam dinine irtica yaftasını yapıştırırken, mücadelesi çağdaş eğitim adı altında Marksist ideolojiye dayalı bir biçimlendirme getirmiştir.

Bu paralelde milli bayramlarımızı dahi altı okçu inkârcı bir manevra hareketiyle şekillendirilmiştir..

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı adıyla yola çıkarken 19 Mayıs Atatürk’ü anma,  Gençlik ve Spor Bayramı adı altında resmileştirirken amaç dışı, spor yapıyor görüntüsüyle birer iffet timsali olan genç kızların baldır bacakları gösterilerek, genç erkek öğrencilerle, genç kızları karma bir biçimde bir araya getirip resmi geçit olarak milletine rağmen cebri ve dayatma olarak yasalaştırılmıştır.

Keza 30 Ağustos Zafer Bayramı, keza 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı.

Tüm il ve ilçelerimizde, Kıbrıs’ta millete karşı adeta askeri bir tehdit olarak resmigeçitlerden tank ve tüfeklerle kutlanmakta.

Her nedense bilinmeyen yönleriyle, milli mücadele ruhuyla omuz omuza vererek, Mustafa Kemal Atatürk’le yola çıkıp Haçlılarla savaşanlar, cumhuriyetin kuruluşundan sonra deyim yerindeyse birer hain ilan edildiler.

Devlet namlusunu dış düşmanlara karşı değil, adeta bunları iç düşman olarak ilan ederek namlular millete doğru çevrilmiş ve darbe üstüne darbe yapılmıştır.

Aklı, izanı, vicdanı yerinde olan hiç kimse bu tarihi gerçekleri inkâr edemez.

Şimdi AK Parti % 50 gibi yüksek bir potansiyelle oy alıp hükümet kuran, iktidarı ele alıp, yeniden milli ruhu canlandırmak üzere tarihini, kültürünü yaşatma amacıyla milletin gasp olarak elinden alınan tüm tarihi değerlerini yeniden millete kazandırmak isterken, CHP ve onun yandaşları diğer muhalefet rahatsız oluyor.

* * *

Bakınız, Milli Eğitim Bakanı Sayın Ömer Dinçer’in, Milli Eğitim bünyesinde gördüğü yanlışları yeniden düzeltip, güzel bir sistemle yola çıkarken başta mecrasından çıkarılıp kötü yörüngelere sokan CHP, bu milli günlerimize yön verip yasalaştırmaya çalışılırken adeta yangından mal kaçırırcasına tüm muhalefet birleşerek hücuma geçmişlerdir.

Hele hele milletin dikkatinden kaçmayan basının bazı kalemşorları nara atmaya devam ediyor.

“Laiklik elden gitti”, “Atatürkçülük düşmanları türedi”, “Yeniden şeriat hortladı” gibi avaz avaz bağırmaya başladılar.

Danıştay denilen yüksek bir yargı merciinde yıllar yılı CHP’nin bir kolu gibi hareket eden Hâkim ve Savcıların böyle bir kurumda bir araya gelmesi ve ikide bir hukuka adalete değil, jakobence siyasi kararlar vererek kendini bir Türk Adaleti Kurumu yerine sanki tarihi engizisyon mahkemelerinin bir uzantısıymış gibi hemen iktidarın getirdiği yasalara el koyuyor ve yürütmeyi durdurma kararı veriyor.

* * *

İşte her zaman dikkatle üzerinde durduğumuz gibi, Türk yargılama usulü ve yargı gibi milletin ve devletin can damarı olan bir kurum siyasi ideolojilerle dolu insanların eline verilmiştir.

O da millete apayrı büyük endişeleri yaratıyor.

Bu nedenle Sayın Başbakan diyor ki;

“Değiştirdiğimiz kanunları kabullenmeyerek, bizim üzerimize mürebbiye gibi parmak sallamayın”

Milli Eğitim Bakanı Sayın Dinçer ise;

“Artık Sovyetler tipi törenlere son” diyor.

Yıllar yılı cumhuriyetin değerleri ve devrim kanunları adı altında millete yutturulan dışa bağımlı bu tür oyunlara paydos denmelidir artık.

Milli Eğitim Bakanı Sayın Ömer Dinçer, Danıştay’ın aldığı son karara rağmen “23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos ve 29 Ekim gibi belli günlerin bayram adı altında kutlanması, oysaki 1940’lı yıllarda otoriter devletlerin rejimlerini meşrulaştırmak için yaptığı bir uygulamadır, buna son vereceğiz” diyor.

Artık bu milli bayramları altı oklu CHP rejiminin anlayışıyla değil, vatandaşın dirilişiyle kutlamalıdır.

Bakan Dinçer devamla şöyle diyor;

“Türkiye’de bütün bayramlar modern dünyanın anlayışına göre kutlanmaya ihtiyaç var, bu nedenle kapsamlı bir yönetmelik çıkarıyoruz.

Artık sadece 19 Mayıs’ı değil, 23 Nisan’ı, 30 Ağustos’u ve 29 Ekim’i nasıl kutlayacağımıza dair bir çerçeve oluşturacağız.

Bunun özü kutlamayı yerel yönetimlere ve vatandaşlara bırakmak.”

Anlaşılan odur ki;

Bakan, olayın üzerinde ciddiyetle durmaktadır ve tüm milletin istek ve arzuları paralelinde adım atmaya devam edecektir.

Zira bugünkü törenlerin biçimlendirilmiş şekli 1940’lı yıllarda otoriter, despot devletlerin gücünü göstermek için yaptığı bir uygulamadır.

Bunu icat eden Almanya ve İtalya 1980’lerde uygulamayı bırakmışlardır, yeni bir uygulamaya geçmişlerdir.

Biz de aynı o paralelde adım atacağız.

Sevgili okurlar!

Türkiye kendini yeniliyor, çağdaş medeni dünya paralelinde adım atıyor.

Artık 28 Şubat despotik suretlerin ve nursuz yüzlerin hâkimiyetine paydos.

Hele hele TÜSİAD’a bağlı holdingci paşaların keyfiliklerine Türkiye son vermelidir.

En derin saygılarımla.