“BM NEYE YARAR?” (II)

Evet, sevgili okurlar.

Dün de aynı köşede uzunca yazdığım yazıda “BM, neye yarar?” başlığıyla ifade ettiğim gibi gerçekten İslam dünyasının bugün, batı dünyasına karşı hükmen yenik düşmekte olduğundan kimsenin kuşkusu olmasın.

Zira içinde çok büyük ittifaksızlık, uyuşmazlık, değişik fırkalara, mezhepçilik anlayışlara, kendini bağlamış durumda olup deyim yerindeyse ittifaksızlık üzerine ittifak halinde olduğu için hükmen mağlup görünüyor.

Bakınız, yeryüzünde İslam dünyasına yapılan bunca mezalim, dökülen masum insanların kanına karşı susan haçlı ve Siyonist dünya, adeta susmayı, olup bitenlere karşı göz yummayı kendilerine şiar edinmiş durumda.

Ama ne çare ki İslam dünyasının kendine bir çekidüzen verip, ittifaksızlık gibi hüsran-ı mübin olan en açık net bir hüsran ve yıkılışla karşı karşıya olduğunu bir türlü idrak etmemekte ısrar etmesi, yangına körükle gitmesine benzer.

İslam devletlerini yöneten sistemler, o batıl, zorbalığa dayalı sistemler ve o sistemlerin yöneticileri kesinlikle bu gerçeği idrak etmelidir ki İslam dışı hiçbir sistem adil olamaz.

Demokrat olamaz.

İnsan temel hak ve özgürlüklerine saygı duymaz.

Ancak şekli bir kandırmacadan ibarettir ve bunu İslam dünyasına yutturan haçlı ve Siyonist dünya, bunun farkında.

Bıyık altından gülüyorsa da kime ne?

* * *

Dünkü medyanın birinci sayfalarındaki manşetlerine bakıldığında şunu anlamamak mümkün değil.

Şafak Gazetesinin manşetten verdiği haber şöyle;

“CUNTA İHVANI KAPATTI”

“Mısır’daki cunta mahkemesi İhvanın kapatılmasına, şubelerinin faaliyetlerinin yasaklanmasına ve mal varlığına el konulmasına karar verdi.

Müslüman Kardeşlerin Hukuk Komisyonu, alınan kararın geçersiz ve kanun dışı olduğunu açıklarken, “Karar hukukun düzgün işlemediği yetkisiz bir mahkeme tarafından alınmıştır” dedi.

Elbette ki bu tespit doğrudur.

Olmayan bir şeyi var gibi göstermek, başlı başına bir yalandır ve hukuksuzluğun ta kendisidir.

Ancak bunu hemen bilmeliyiz ki İslam dünyası nerede olursa olsun, hangi coğrafyada bulunursa bulunsun, dili, ırkı ne olursa olsun, yüce Kur’an-ı Kerim’in gerçek mesajı durumunda olan sözlerini dinlemedikçe hiçbir zaman başarı ve düşmana karşı üstünlüğü sağlayamaz.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Üstat Bediüzzaman’dan tarihi mesaj.

 “Münazarat” isimli kitabında II. Meşrutiyet’i kurup Osmanlı Devletini eline geçiren ve kendini her halükarda kurtarıcı, dost olarak gösteren İttihat ve Terakki Hükümetine şöyle sesleniyor;

“Ey eyyuhel eşraf! (Ey şerefli ve üstün devlet adamları)

Bizler milletimizle beraber size hizmet ettiğimiz gibi siz de aynı tarzda bize hizmet etmek zorundasınız.

Bizim size yaptığımızın karşılığını milletçe bulmalıyız.

Yoksa başkasının vesayetine muhtaç olan çocuklar gibi bize bakmayınız.

Ey ehl-i hükümet. (Ey ittihatçı hükümet)

Size itaat ettiğimiz gibi sizin de onun karşılığında saadetimizi, mutluluğumuzu, başı dik olmamızı temin etmeniz yegâne görevinizdir.

Aksi takdirde bunu yapmazsanız cemiyet-i milliye vazifesini (Milli ve Sosyal görevini) bil istihkak olarak omzunuzdaki yüklülüğü geri vermek zorundasınız.

Emanetin hakkını veremiyorsanız, ‘Fer’rubdul emanati ila ehliha’ (Size verilen milletin emanetini derhal iade etmelisiniz)”

Evet, o günkü hükümet, yani İttihat ve Terakki hükümeti milletine ve o günkü milletin başında bulunan büyük ulema kesimlere insafsızlık ederek, ulemayı geri plana bırakıp “İşimize müdahale ediyorsunuz” diye susturmaya çalıştılar.

Onun için çok kısa bir süreç içinde faturayı da ağır ödediler.

Amma ne yazık ki o fatura milletin bütünlüğüne mal oldu.

Büyük Osmanlı İmparatorluğunun bölünmesine ve küçülmesine mal oldu.

Bu itibarla diyoruz ki önderimiz ve muallimimiz Hz. Muhammed (s.a.v) olsun, imamımız ve kıblemiz Kur’an olsun.

* * *

Kur’anı kendimize rehber kıldığımız halde “Tevbe” suresinin 7. ayetinin son bölümü olan mesajı hemen anlamalıyız.

Bakınız, ayet ne diyor?

“Onlar, size karşı dürüst davrandıkları takdirde, siz de dürüst olunuz”

Ayetin mefhumu muhalifi odur ki;

Onlar dürüst kalmadıkları müddetçe siz de sakın onlara karşı dürüstlük göstermeyin.

Allah, Kesinlikle dinlerine sarılan ehl-i takvayı sever.

Devamla, aynı surenin 8. ayeti mealen aynen şöyledir:

“Onların bir ahdi nasıl olabilir ki! Eğer onlar size üstün gelselerdi, sizin hakkınızda ne akrabalık (bağlarını), ne de antlaşma (yükümlülüğünü) gözetirlerdi. Ağızlarıyla sizi hoşnut etmeye çalışıyorlar, oysa kalpleri buna karşı çıkıyor. Onların pek çoğu fasık kimselerdir”

Aynı surenin 10. ayeti ise şöyle;

Bir mü’min hakkında ne akrabalık (bağlarını), ne de antlaşma (yükümlülüğünü) gözetirler. İşte onlar taşkınlık yapanların ta kendileridir”

Kur’anın şu üç yüce ayetinin mealinden anlaşılan şudur ki;

Müslüman, hiçbir zaman kendini hıyanet ve ihanet ehlinin eline kaptırmamalıdır.

Onları kendilerine vesayetçi veya kurtarıcı birer dost olarak anlamamalıdır.

Aksi takdirde çağdaş, aldatmacalı, makyajlı kavramlarla kendini, zalim Avrupa’nın tek dişi kalmış canavar gibi medeniyetinin hegemonyasından kurtaramaz ve ezilip, gitmeye mahkûm olacaktır.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Sayın Başbakanın da dünkü bazı açılışlarda halka yaptığı konuşmasında; “Birleşmiş Milletlerin varlığı hangi günedir?” dedi.

Eğer BM dünyanın kaderini 5 güçlü devletin temsilcilerine bırakmışsa o zaman BM meşruiyetini yitirmiş demektir.

Büyük bir çoğunluğu yani, diğer BM temsilcilerini susturup, BM toplantılarında o 5 ülkenin temsilcilerine karşı ezik ve yenik düşürülmeye çalışılıyorsa, bu demektir ki BM, artık meşruiyetini yitirmiş, hedefinden saptırılmış, dünya sulh-i umumiyesini arka plana atmış, kendini bir şer gücü durumuna sokmuştur.

Birbiriyle göz kırparak yoluna devam ediyor ve İslam dünyasının içinde de acımasızca kan dökülüyor ve terör uygulamaları yaratılıyor.

Bu nedenle eğer bölük pörçük bir duruma gelmiş İslam dünyasının başındaki haçlıların piyon ve ajanlarının eline kendini kaptırıp, bir ümit bekliyorsa çok yanlış durumdadırlar.

Bu milletin emanetini derhal demokratik yollarla sahiplerine versinler.

Ajanlara değil, gerçek manadaki milli iradeye sahip çıkan ehliyetli insanlara versinler.

Yoksa Mısır’daki cuntanın başındaki darbeci, dönme Sisilerin elinde Mısır milleti hiçbir zaman huzur bulamaz.

Suriye; inançsız, Marksist ve megalomanyak bir hainin elinde devam ederse 100 binlerce insanın ölmesiyle kalmaz.

Başta okuduğumuz ayeti kerimenin meali paralelinde;

Kâfir, müşrik ve münafık, hiçbir zaman mümin hakkında acımaz ve dostluk da kuramaz.

İllaki hıyanet ve yok edinceye kadar saldırganlığına devam edecektir.

Yakın geçmişimiz, bize gösteriyor ki;

Özellikle cihanşümul Osmanlı İmparatorluğunun I. Dünya Savaşında kaybettiğini ve ondan sonra 1920’lere kadar haçlılara ülkenin peşkeş ettirildiğini gerçek yazan tarih bize bunu açık ve net olarak göstermektedir.

Aynı minval üzere Osmanlıdan ayrılan İslam ülkelerinin başındaki piyonların yönettiği bu devletçikler, elbette ki hiçbir zaman kendi patronlarıyla ters düşmezler ve ayrılamazlar.

* * *

Bakınız, henüz evvelki gün Mısır’daki İhvanın bütün faaliyetlerine baskıcı yöntemlerle son verdirip, daha nereye kadar götüreceği belirsizlik içerisinde dünya beklemektedir.

Keza Türkiye’de 28 Şubat’taki olup bitenler…

Acaba bugün Mısır’daki ve Suriye’deki uygulamaların aynısı değil miydi?

28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu’nun bugüne kadar sakladıkları tutanaklar, dün mahkemelere verildiğinde görüldü ki BÇG cuntacılarının tüm iplikleri pazara çıkmış durumda.

O günkü askerlerin siyasiler üzerindeki baskısı ve zorbacılığı, hem de dönemin Cumhurbaşkanı Selamon’ın gammazlığıyla hükümeti alaşağı etmiştir.

Ve darbe tehdidi belgelenmiş durumda.

Demek anlaşılan budur ki inanan bir İslam dünyası, her şeyden evvel içinde bulunan ve en büyük önder olarak bilinen Kur’an-ı Kerim’in mesajlarını göz ardı etmesinler.

En büyük iman ve muallim Hz. Muhammed (s.a.v)’in yolundan ayrılmasınlar.

Kabetullah’ı kıble olarak görsünler ve uysunlar.

Yoksa çağımızdaki Marksist, sosyalist, megalomanyak inanmayan keferelerin pençesinde boğulup gidecektir.

Allah korusun!

İnanan her Müslüman, ister galip olsun, ister mağlup olsun cihat ruhunu iman ve vicdan derinliklerinde yaşatmalıdır.

En iyi dileklerimle, sıhhat ve afiyetinizi dilerim.