“BU EZANLAR-Kİ ŞEHÂDETLERİ DİNİN TEMELİ, EBEDÎ YURDUMUN ÜSTÜNDE BENİM İNLEMELİ” (III)

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü yazımızın son bölümünü içeren Prof. Dr. Sami Selçuk’un “Zorba Devletten Hukukun Üstünlüğüne” isimli kitabının başlangıcından aldığımız alıntının son iki paragrafını da sizinle paylaşmak istiyoruz.

“Aradan 2000 yıldan çok zaman geçer 14. Lois “Bu devlet benimdir” der ve ekler “Tek kral, tek yasa, tek inanç” Tevrat’taki canavar “Leviathan” devlet olup çıkmıştır.

Evet, burada “Tevrat” kelimesinin geçmesi, kanımca orijinal Hz. Musa’ya gelen gerçek ilah-i kelam olan “Tevrat” değil de hahamlar tarafından Tevrat’tan muharref olan Talmut kitabı kastediliyor.

“Tek kral, tek yasa, tek inanç” bu slogan yüz yılımızın ilk yarısında milyonlarca cana mal olmuştur.

Birey yine yapayalnızdır.

Baskı tekniği Konfüçyüs’ün kaplanlarına rahmet okutmuş, yüksek fırınlara, sabun makinelerine dönüşmüştür.

Tek biçimli insan yaratma iddiasıyla boy gösteren totaliter tümleci, devletler acılar bırakarak, tarihe gömülmüşlerdir

İki bin altı yıl sonra yine bu tür devletlerden birinde Çin’de oluşmuştur”

* * *

Ondan sonra Rusya ve bu her iki devletin etrafında toplanan makyajlı komünist ülkelerin başındaki totaliter rejimin temsilcileri, özellikle uzatılmış.

Ucu Mısır’a, Libya’ya, Tunus’a, Suriye’ye, Afganistan’a, Irak’a kadar uzana gelmiştir ve bugün aynı anlayış bu devletçiklerde sürdürülmektedir.

Özellikle son üç-dört aydır Mısır’ın darbeci generalleri, dünyadan gizli olarak İhvan-ı Müslimin Teşkilatları üzerine çok gizli baskı yapmakta, nice masum insanların bilinmeyen yönleriyle ocaklarını söndürmüşler, on binlere yakın faili meçhul cinayetler işlemiştir.

Keza iki yıldan beri Suriye’de yüz kat fazlasıyla yaşanmıştır.

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Türkiye’de bunun birkaç kat fazlasıyla bu millete çok ağır çileler çektirilmiş.

Özellikle 1923’ten 28 Şubat 1997’lere kadar, hatta 2000’li yıllara kadar devlet, deyim yerindeyse Konfüçyüs’ün kaplanlarını aratmıştır.

Özgürlükçü, çoğulcu, demokratik, sivil parlamenter sistemlere rağmen, “Sivil toplum hukuk devleti, insanların temel hak ve özgürlüğüne saygılı” olarak kendini kâğıt üzerinde gösteren bir devletin varlığı, bu anılan kavramların tam tersini uygulayarak, devam ede gelmektedir.

En bariz şekli, 1924, 1961 ve 1981’in vesayetçi, insan temel hak ve özgürlüğüne aykırı anayasalarının mevcudiyeti bunun kanıtlayıcı bir delilidir.

40 yıl boyunca terör örgütleriyle boğuşan bu toplum, Türk’üyle, Kürdüyle, Doğulusuyla, Batılısıyla bu acıları sinelerine çekmiştir.

Kan, gözyaşları, ekonomiksel çöküntü ve nice ocaklar söndürülmüştür.

Nice faili meçhul cinayetler, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki feodalite ile JİTEM’in işbirlikçiliği, hatta yer yer polis ve yargı dahi buna alet edilmiş duruma girmişti.

Feodalite yaptığı her iğrençlik ve her zorbalığı, mutlaka ya jandarmanın, ya polisin veya da yargının gölgesine saklanarak yapmıştır.

* * *

Evet, “Şiddetin Sefaleti” isimli kitabında Şemdin Sakık şöyle diyor;

“Yıl 1993, Muş-Diyarbakır-Bingöl üçgeninde bir operasyon düzenlendi.

Operasyon güçleri sınırsız yetki kullanıyorlardı, önlerine çıkan her insanı ya tutukluyor, ya öldürüyorlardı, köyleri ise büsbütün yakıyorlardı.

O operasyonda Muş’a bağlı köyüm olan Zengök köyünün de aralarında bulunduğu 70 civarında köy ve mezra boşaltılarak yakıldı.

Köyümde bir aileden beş kişi bir ahıra kilitlenerek ateşe verildi.

Sonraki yıllarda sadece kafatasları ortaya çıkan 11 Kulp köylüsü de o operasyonda öldürüldü, onlarca köylü de gözaltına alınıp tutuklandı.

Bu insanların bazıları hala cezaevinde suçsuz yere yatıyorlar”

PKK’dan ayrıldıktan sonra 13 Nisan 1998’de Kuzey Irak’ta yakalanıp, Türkiye’ye getirilen Şemdin Sakık’ı “Andıç”ta kullanmak üzere bazı gazeteciler hakkında “PKK’dan para alıp, yazı yazıyorlar” diye ifade vermeye zorlandığı sorguda eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın da hazır bulunduğu ortaya çıktı.

Sakık, konuyla ilgili detayları anlattığı kitabında her şeyi dile getiriyor.

Diyarbakır’da o dönemin 7. Kolordu Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ile DGM Cumhuriyet Başsavcısı işbirliğine girerek, nice aileleri, nice basın mensuplarını yasa dışı, antidemokratik uygulamalarla mağdur etmişlerdir.

Keza 1993 ile 1996 arasında jandarmanın, bölgede bazı feodal ailelerle işbirliği yaparak, onların para-pul ve imkânlarından nemalanarak onların bir dediklerini iki etmeden insanların üzerine gitmeleri ve nice aileleri mağdur etmeleri ve haklarında organizeli bir biçimde kendi elleriyle metin hazırlayıp, itirafçılara imzalatmaları, inanın, sevgili okurlar çağımızın yüz karasıdır.

Çağın bir ayıbıdır ve devletin alnından silinmez kara bir lekedir.

Tüm bunlara rağmen mağdur vatandaşların şikâyetleri dahi bölgedeki bazı illerde, özellikle Diyarbakır’da yargının tozlu raflarında yıllarca beklenmiştir.

Nitekim yıllardan beri araştırmalarımıza binaen, olayların ipuçlarını yakaladıysak da maalesef devletin en güvenilir, can damarı kurumu durumunda olan Emniyet ve yargı gerçek manada bunların üzerine gidememiştir.

Defalarca suikastlara maruz kalındı, biz dahi birçok suikasta, faili meçhul olaylara maruz kaldığımız halde, yeri yerine tespitlerimizle beraber dosyalar bir türlü işlem göremedi.

* * *

Bu nedenle başta söylediğimiz gibi gerçekten Sami Selçuk hocanın anılan kitabında Konfüçyüs’ün konuştuğu kadının ağlamasından daha fazlasıyla bu millet ağlamıştır, ne çare ki hala da ağlamaya devam ediyor.

Ama ümit var olmak gerekiyor ki inşallah AK Parti hükümeti ANAP’ın son dönemlerini yaşamayacaktır.

Bölgenin feodalitesi olan kişileri bünyesine taşıyıp, onların pisliklerini örtmeye neden olmamalıdır.

Fakat görünen odur ki maalesef AK Partinin bu son döneminde Diyarbakır, Batman, Şırnak, Mardin gibi illerin feodalitesini bünyesinde taşımaktadır ve hükümetin imkânlarından nemalanıp, oraları kendine barınak olarak seçmiş durumdalar.

Yakın günlerde bu kirlenmenin gerçek yüzünü yine bu sütunlardan, bu köşeden siz değerli okurlarımıza sunmayı boynumuzun borcu biliriz.

Aynı feodalite ANAP’ın son dönemlerinde, bu coğrafya üzerinde kurdukları değişik oyunların etkileriyle nice aileler bu coğrafyayı terk etmiş ve evlerini perişan bir vaziyette virane etmek zorunda kalmış.

Bu feodalite bazı bakan ve milletvekilleri olsun, hükümetin etrafında flört etmekte devam ediyorlar.

Söz ve Uzay medya grubu bunların peşindedir ve takip ediyor.

Buradan hükümete, özellikle Sayın Başbakanımıza seslenerek diyoruz ki;

Lütfen dik bakmayın.

At bakışıyla olaylara bakmayın, biraz etrafınızı görün.

Yoksa AK Parti de bugünkü ANAP’ın ve Doğru Yol’un durumuna girmeye hamiledir.

En derin saygı ve sevgilerimizle.