“DEVLET HASTADIR!”

Evet sevgili okurlar!
Ülkemizde cumhuriyetin kuruluşundan bu yana geçen süreç içerisinde olup bitenler, vuku bulan badireler, kargaşa, kavga, terör, gözyaşları, masum insanların dökülen kanları had safhasında…
Ve görünen odur ki gittikçe de önü arkası kesilmeyen acımasızca, fütursuzca gelişen terör odakları devam edecektir…
Millet olarak biz bunları bugüne kadar hepsini tümüyle türeyen değişik isimler altında terör odaklarından kaynaklandığını biliyor isek te öyle değil.
Toplum bu şekilde yönlendirilmiş, medyanın yazar çizerleri bu yönden ahkam kesiyor, fetvaları veriyor, iktidarlar ve muhalefetler hep böyle gah PKK, gah Hizbullah, gah DHKP vs gibi örgütlerin isimlerini zikretmektedir.…
Daha buraya adlarını sığdıramayacağımız diğer karanlık odaklar…
Ama tüm bunlar ne olursa olsun geçen bu 84 yıl içerisinde, yani cumhuriyetin kuruluşundan bugüne dek ülkede türeyen ve hiçbir zaman kesintiye bile uğramayan bu tür karanlık, kanlı olayların faturası hep masum topluma kesilmiştir.
Bu ağır maliyetin en çoğu Anadolu insanına ödetilmiştir.
Ülke bu tür ne idüğü belli olmayan karanlık odakların, sistemin vazgeçilmez bir unsuru olarak devam edegelsin biz bu konuyu burda sonuçlandıralım…
Gelelim bugünkü yazımıza başlık olarak attığımız “Devlette Hastalık Var” ifadesinin kime ait olduğunu belirtmeye…
Bu ifade üç gün önce Türk medyasında yer alan bir ifadedir.
Genelkurmay eski Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’a aittir…
Büyükanıt diyor ki;
“Devletin birimleri arasında anlaşmazlık var, uyuşmazlık var, ciddiyetsizlik var”..
Bunu söylerken, polisi kastediyor..
Zira diyor ki; “Polis teşkilatı hem bana istihbarat getiriyor, hem de beni ihbar ediyor ve fişlemeye kalkışıyor”
Bunun için bu “devlet hastadır” diyor.
Bir de Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, son 29 Nisan’da yaptığı basın toplantısında “Yeraltındaki silahlar TSK’ya ait olmayıp envanterlerimizde kayıtlı değildir. Serisi silinmiş” gibi ifadeleri basına verirken Büyükanıt’tan daha fazla Türk polisini şaibe altına sokuyordu.
Gerçi kamuoyunu içten yaralayan bu ifadeye karşı Emniyet Genel Müdürlüğü cevap verdi ise de fakat “Dil yarası, kurşun yarasından daha beterdir” misali kamuoyunu bir türlü rahatlatamamıştır.
Demek ki gerçekten yaklaşık yüz yıllık maziye sahip devletimizin bünyesinde ‘teşhisi konulmamış’ büyük bir hastalık vardır.
Öylesine bir hastalık ki, bulaşıcı bir hastalık…
Maddi ve manevi her alana sirayet edebiliyor.
Ekonomisinden tutun da, ahlak çöküntüsüne kadar, kültüründen, eğitim camiasına kadar. Ama her safhada…
Büyük bir hastalık…
Son günlerde dünyayı sarsan Meksika kaynaklı “Domuz Gribi” misali..
Ne kadar korkutucu ise, inanın devletin bünyesinde bulunan titreşim veren hastalık’ta bir okadar korkutucu.
Bu halk, yüz yıldan beri devletin karanlık ve derin Ergenekon terörizmiyle karşı karşıya kalmıştır.
Ülke öyle bir hal almış ki, vahşetten daha öte acımasızlıklarla karşı karşıya…
Canavarlaşma, Allah’tan korkmama edepsizliğini kendine şiar edinmiş bir toplum haline geldik…
Devlet ricali bir türlü bunun farkında değil…
Siyasi partiler, gerek iktidar olsun, gerek muhalefet olsun..
Gerek medyanın fetvacı ucuz kalemşörleri olsun, hiç kimse bunları ciddiye almıyor gibi…
Vuku bulan yıkıcı olaylar bir an evvel, bir nevi sarsıntıcılık yaratıyor ise de, herkes biraz irkilmeye kalkıyorsa da, ama kısa bir süre sonra unutuluyor gidiyor. Balık aklı misali.
İşte bunun bariz örneği dünkü Mardin’in Mazıdağı ilçesinin Bilge köyünde işlenen cinayet, oluşan katliamdır.
Masum insanların üzerine acımasızca uzun namlulu silahlarla açılan ateştir…
İçinde 3 hamile bayan ile 10 çocuk olmak üzere 45 kişi kaşla göz arasında katledildi…
Bir ailenin kökü kazıldı, ocakları söndürüldü..
Ama heyhat!
Hükümet, iktidar partisi olan AK Parti’nin İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı ve Tarım ve Köyişleri Bakanı geldiler, köye kadar gittiler.
Ama elden bir şey gelmiyor…
Zira sistem karanlık.
Devletin radikal bir çalışması bugüne kadar, bu tür vakalara karşı görülmemiştir ve bundan sonra da görüleceğe benzemiyor.
Zira olmuş olsaydı, vakalar tekerür etmez di.
Evet!
Sistem karanlıktır, oyalayıcıdır, kaygan zemin üzerine oturtulmuştur.
Devletin bünyesine devasız dertleri yerleştirmiştir.
Evet, gerçekten bu devlet hastadır. Hem de tedavisi mümkün olmayan bulaşıcı bir hastalığa yakalanmıştır.…
Böylece kendi halkına da bulaştırmıştır.
Halkın bireyleri tümüyle olmasa bile, ekseriyet canavarlaşmış, karaktersiz insanların hakimiyeti altındadır malesef inlemektedir..
Esefle, üzüntülerle bunları yazıyor çiziyoruz ve söylüyoruz.
Çünkü içimiz kan ağlıyor.
Mazıdağı ilçesinin Bilge köyünün başına gelen acımasız saldırı ve yapılan katliam, dökülen masum kanların bir örneği de 21 Haziran 1996’da bizim de başımıza gelmişti.
Diyarbakır ansızın bir akşam böylesine bir katliamla sarsıldı.
Zira Altındağ dinlenme tesislerine yapılan saldırı neticesinde 8 masum insan bir çırpıda katledildi. 15 insan ağır yaralandı.
Resmi kaynaklara göre bu katliam PKK terör örgütü tarafından işlendi.
Ve büyük çapta insanlar yakalandı. DGM’de dava açıldı.
Tam onüç yıl oldu, davanın yarısından fazlası daha sonuçlanmadı.
Sonuclanan da ‘zaman aşamına’ sokuldu.
İşte bundan daha karanlık bir şey yok…
Devletin bünyesinde türeyen bulaşıcı hastalığın en büyük nedeni sistemin milli bir sistem olmamayışıdır.
İnsan haklarına uygun bir sistem değildir.
İslam hukuku paralelinde değildir.
Bu ülke insanının istek ve temennileri paralelinde hareket etmeyen devlet ve devletin getirmiş olduğu sistem insan temel hak ve özgürlüklerine uygun değildir.
84 yıldan beri bu ülke hala da askeri vesayet altında yaşıyor…
Darbecilerin meydana getirmiş olduğu anayasalarla kalkıp oturuyor…
Onun için işlenen cinayetler, her gün biraz daha çoğalan suçlar karşılığında hak edilen cezanın verilmemesinden kaynaklanıyor…
Millet öyle bir arayış içerisindedir ki, artık her gün devletin adaletini ve ciddiyetini arıyor…
Kendini bu sorulardan arındıramıyan bir halk topluluğu hep kendi kendine sormaya başladı.
“Bir devletimiz var mıdır?” diye kendini sorguluyor.
Bakın dünkü Taraf Gazetesi’nde Ahmet Altan kendi köşesinde başlık olarak şöyle bir ifade kullanmış:
“Bir Devletimiz Bile Yok…”
İnanın sevgili okurlar!
Ahmet Altan’ın dün yazdıkları, düşünce ve mevkurelerinin yüzde doksanına katılmamak mümkün değil.
Gerçekten bu milletin illetine koyduğu teşhis birebirdir.
Bakın sayın Altan ne diyor:
“Bugün gene Ergenekon belgeleri arasında yer alan bir toplantının tutanaklarını yayınlıyoruz.
Generaller bir Başbakan’dan hesap soruyorlar.
Biliyorum, bu ülkede bunu normal bulanlar da çıkıyor…
Dahası bunun böyle olmasını arzulayanlar da bulunuyor.
Şu Ergenekon davası hiç bir işe yaramadıysa, Türkiye’nin “gerçek” yüzünü görmemize yaradı.
Her belgeyle bir kez daha anlaşılıyor ki burada “devlet” yok.
Burada bir “devlet taklidi” var.
Devletin her yanı dökülüyor.
Temeli yanlış, inşası yanlış, malzemesi yanlış.
Bir ucube bu.
Bu ülkenin en “yüce” mahkemesi olan Anayasa Mahkemesi’nin halini gördük.
Nasıl hukuk dışı kararlara rahatça, fütursuzca ve “beni eleştireni de yargılatırım” diyerek imza attıklarını gördük.
Ergenekon soruşturması bize, bu kararları verenlerin insanların içyüzlerini, ilişkilerini, düzeylerini gösterdi.
Yeryüzünün neresinde eşi bir “çeteye yataklıktan” yargılanan bir yüksek mahkeme yargıcı olur?
Yeryüzünün neresinde, bir yüksek mahkeme üyesinin eşi, o mahkemenin kararlarını daha açıklanmadan öğrenip yayabilir?
Gerçek devletlerde böyle mahkemeler de, böyle yargıçlar da bulunmaz.
Böyle bir yargıç çıkarsa, o yargıç o mahkemede çalışmayı sürdüremez.”
Biz de sayın Ahmet Altan’ın bu görüşleri paralelinde siz değerli okurlarımızla şu soruyu paylaşalım.
Dünyanın hangi ülkesinde Silahlı Kuvvetlerinin en önemli mevkisini işgal eden generaller tarafından dini cemaatlerin yaptığı ibadetler fişleniyor.
Bakınız dünkü görsel ve yazılı medyada yer alan şöyle bir haber var:
“Ek İddianameye yansıyan ilginç Fişleme”
“Kadir Gecesi’nde camidekiler sık sık Allahu Ekber ve Estafurullah çektiler”
“Ergenekon davasının ek klasörlerinde ilginç bir fişleme olayı yer aldı. Kayseri Melikgazi Müftüsü Avni Şahin’i takibe alan Jandarmanın, müftünün 2002 yılında katıldığı Kadir Gecesi programını rapor ettiği ortaya çıktı. Emekli Orgeneral Şener Eruygur’da ele geçirilen skandal belgeye göre, Hunat Camii’nde düzenlenen mevlit programında duanın öneminden bahseden imam konuşmasında sık sık “estağfurullah” diyor. Camide bulunanlara topluca “La ilahe illallah” tekrarı yaptırıyor. Cemaatle birlikte yüksek sesle “Allah” kelimesini söylüyor. Camideki fişleme raporu 3 Şubat 2003’te Kayseri Bölge Jandarma Komutanlığı’na iletiliyor.”
İşte buyrun sevgili okurlar!
Gelin bu tür pirincin taşını hep beraber ayıklayalım.
İşte halimiz bu!
Gerek millet olsun, gerek devlet olsun bulaşıcı hastalıklarla doludur.
Bana göre Mazıdağı ilçesi Bilge Köyü’ndeki katledilen 45 masum insanın vebali ne kadar ağır ise, söndürülen ocaklar ne kadar üzücü bir yıkım ise, devletimizin bünyesinde böylesine acımasız keferetül fecerenin islam dinine karşı uyguladıkları edepsizce fişleme de o kadar ağırdır.
Hatta bu tür karanlıklar açık işlenen cinayetlerden daha ağırdır.
Çünkü bir toplumu canavarlaştırabilmek için önce planlı olarak o toplumu dinsizleştirmek gerekir.
Dinden imandan, duadan, Kur’an’dan uzaklaştırılan bir insan potansiyeli rahatça insanları da öldürür, cinayet işler, satanistleşir, hatta canavarlaşır.
İşte bu yapılan iğrenç katliam ne kadar ağırsa, Ergenekon Terör Örgütü’nün yıllar yılı bu milletin her kesimini dinsizlik karanlığı içerisinde fişlemesi ve suçlaması da o kadar ağırdır. Daha ileri gidersek “Domuz Gribi” ne kadar tehlikeli bulaşıcı bir hastalık ise, toplumu dinsizleştirmeye çalışan böylesine insan kılığındaki domuzların manevi gribi de bu paraleldedir.
En derin saygılarımla…