“YARGI ÖNCE KENDİ İÇİNİ TEMİZLESİN”?! (II)

Evet, sevgili okurlar.

Köşemizde başlık olarak kullandığımız “YARGI ÖNCE KENDİ İÇİNİ TEMİZLESİN” ifadesi muhterem Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a aittir.

Türkiye’nin 17 Aralık’tan beri düştüğü badirelerden dolayı tüm gerçeklerin su yüzüne çıkması ve "kimin elinin kimin cebinde" olduğunu, kim kimlerin yanında yer aldığını tüm kamuoyu bilmekle beraber, tabii ki Başbakan bunu herkesten daha çok anlamış durumda.

Milli iradeyi elinde tutan bir Başbakan elbette ki herkesten daha fazlasıyla olaylara muttalidir.

Türkiye’deki tüm olup biten gelişmelerin hangi odaktan kaynaklandığını herkesten evvel kendisinin bilgi sahibi olması gibi tabii bir şey olamaz.

Başbakanın elinde istihbarat kaynakları nedeniyle bugüne kadar tespitlerde yanılttığına rastlanılmamıştır.

Devletin nerelerde yürüdüğünü, olumsuzlukların nasıl oluştuğunu, kimden kaynaklandığını gün gittikçe her şey herkesçe biliniyor ve gün gibi aşikâr olmaktadır.

Ama ne çare ki Türkiye’nin makûs kaderi olarak yıllardan beri oluşa gelen olumsuzluklara karşı, bir türlü radikal olarak devlet mücadelesini pek başarıyla yürütememiştir/yürütemiyor.

Bu da bir hukuk devleti için büyük bir zafiyettir.

Zira gerçekten hukukun üstünlüğüne inanan bir ülke insan, temel hak ve özgürlüğünü hukuk çerçevesinde değerlendirmeye çalışan bir devlet, ne yazık ki cumhuriyetin kuruluşundan bugüne dek kendini sağlam bir zemine oturtturmayıp, hep kaygan zemini tercih etmiştir.

Kaygan zemin üzerine atılan temel hiçbir zaman uzun ömürlü olamaz.

Çünkü kaygan zemin tıpkı donmuş yapı gibidir.

Zamanla güneş vurduğu için o buzlar erir, o kaygan zemin üzerindeki tüm yapıyı çökertir.

* * *

Efsanevi İttihat ve Terakki Cemiyetinin 1908’de kurduğu ikinci cumhuriyet, maalesef samimi insanlar eliyle kurulmadığı için tarihi cihanşümul devletin yok edilmesine sebep oldu.

Tarihi Osmanlı coğrafyasını oldukça bölük pörçük etti, Haçlı ve Siyonistler devletin bünyesine ajan koydurttu, gittikçe provokatörlerin devlet adına, kurtarıcılık adına sahneye koydukları senaryo, Osmanlı’yı karanlığa iterek çökerti.

Kocaman “Memalik-i İslamiye”yi!

Asya, Avrupa ve Afrika’ya kadar at koşturarak, İslam’ın sesini yücelterek yaymaya çalışan bir İslam hilafetini kaşla göz arasında yok ettiler.

Meğer ki, Milli mücadele adı altında oluşan güçler,  II. Meşrutiyeti kuran ittihatçıların uzantılarıymış.

Düşünün, İstiklal Savaşını söz de kazandıklarını iddia eden o heyet değil, o güruh yapı hiç değil.

İstiklal savaşını kazanan milletin bizatihi kendisi olmuştur.

Milli mücadele adı altında yola çıkan bu aziz millet olmuştur, ülkenin fedakâr ilmi derinliklerine sahip olan ve bu milleti ilmiyle kariyeriyle bu ülkeyi koruyan insanlar olmuşlardır.

Milli mücadele savaşını veren bu millet, İngilizleri İstanbul’dan kovdurmuş, Fransızları, İtalyanları ülkenin en ücra köşelerinden dışarıya çıkarmış, Hindistan yarımadasına kadar uzanan İngilizleri dahi köşeye sıkıştırarak, etkisiz hale getirmiştir.

1920’den 1923’lere kadar çok kısa bir süreç içerisinde yenilenen bir devlet biçimine cumhuriyet adı verilmiş, meclis kurulmuş.

Meclisin açılışında dahi Hacı Bayram Camiinde kılınan Cuma namazından sonra Kur’an ile Buhari-i Şerif okutulmuş, dualar edilmiş.

Daha sonra olan olmuş, millet bir bakmış ki süreç tam tersine dönmüş, yeni bir anayasayla CHP’nin altı oku hortlatılmış, İstiklal mahkemeleri kurulmuş.

Milli mücadeleyi kazanan halkı haçlılarla savaşmaya ayaklandıran tüm İslam ulemaları, İslam’a büyük çapta hizmet veren belirli aileler ve dini odaklar tümüyle İstiklal mahkemesinde birer suçlu, cani ve hain olarak ilan edilmiş.

İstiklal savaşının o yüce kahramanları başta İskilipli Atıf Hoca, Tahir-ül El Mevlevi, Babaeski Müftüsü gibi Batıda idam edilmiş.

Doğuda da Şeyh Sait hareketi ön plana alınmış ve sabah vaktinden evvel bir çırpıda başta Şeyh Sait olmak üzere ulema kesiminden 47 kişi idam edilmiş.

Bununla yetinmemiş, Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri Van’ın Erek Dağı’ndan alınarak, apar topar İç Anadolu’ya sürgüne gönderilmiş ve 35 sene boyunca hapis, zindan, işkence, tarassut altına alınarak, hukuku tanımayan ama hukuk adını kullanan dönemin mahkemeleri tarafından sürüm sürüm sürünülmüştür.

Oysaki aynı Bediüzzaman Said-i Nursi, I. Dünya Savaşı’nda Ruslarla çarpışarak Bitlis’te yara almış ve Ruslara esir düşmüş olduğu halde, dönemin mahkemelerinin hışmından kendini kurtaramamıştır.

Tarihi bin yıllık İslam kültürüyle mücadele edilmiş ve her gün biraz daha ilerleyen yeni hükümet ve yeni partinin anlayışı İslam’ın ana çizgilerini yasaklamıştır.

Ve buna da kurtarıcı cumhuriyet adı verilmiş ve o günden bugüne dek ülke, oluk gibi akıtılan kandan ve gözyaşlarından kendini kurtaramamıştır.

Anlaşılan odur ki geçmişe dayalı tarih bize gösterdi ki II. Meşrutiyeti kuran ekip nasıl tarihi bir büyük devleti on sene içerisinde yok edebildiyse, onların uzantısı durumunda olan, cumhurun içinde bulunmadığı bir ekip de bu ülkeyi ve bu milleti de bu hale getirmiştir.

Ülkeyi terör ve anarşinin batağına sürüklemiştir.

Ülke inim inim inlemiş ve inlemeye devam ediyor.

Antidemokratik ve hukuk dışı uygulamalar, milletin tüm maddi ve manevi gücünü gittikçe zayıflatmış, toplumun içinden kin, nefret, kavga, ırkçılık, bölücülük ve daha neler neler üretilmiştir.…

“Ne sayarsan say” misali bugüne geldi Türkiye.

* * *

Ancak 11 yıldan beri Adalet ve Kalkınma Partisinin başında bulunan Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve ekibi tüm çabalarıyla beraber, iyi niyetle bu ülkeye rahat bir nefes aldırmış.

Ekonominin temelini sağlam bir zemine oturtturmuş.

IMF gibi sömürücü, tefeci bir kurumdan artık borç almamış, devleti borçlandırmamış, bilakis dış ülkelere borç vermeye başlamış..

Büyük çaba göstererek, kırk yıldan beri terör içinde boğulan Türkiye’ye rahat nefes aldırmış ve artık teröre dur diyebilmiştir.

Dahası su altı köprüsünü kurmuş, “Marmaray Projesi”ni gerçekleştirmiş ve ülkeyi terör yerine barış ve kardeşlik zeminine oturtturmuş.

Sınır komşularına "barış elini" uzatmış ve gerçekten İslam dünyasını yeniden bir bütünlük üzerine oturtturmak için dev adımlar atmaya başlamış.

İçte ise büyük fedakârlıkla vakıfları kurdurtmuş, inanan bir Müslüman camiasını gönül sevgisiyle onun etrafında buluşturmuş, el ele vererek, kıt kanaat bile olsa herkes içten gelen bağışlarını yapmış ve yapmaya devam ediyor.

Aynı zamanda İmam Hatip okulları onların yanı başında büyük camileri, büyük cemaatleri oluşturabilmiş bir devlet adamına ne yazık ki bugün Türkiye’yi içine sindiremeyen, hazmetmeyen iç ve dış odaklar ittifak içerisinde, saldırmaktadır.

17 Aralık’tan bu yana hain ajanlarla işbirliği yapılmakta..

Gaye Başbakanı, hükümeti, iktidarı ve hatta ülkenin tümünü köşeye sıkıştırarak, "karanlık ve sinsi" bir atmosfer yaratmaktır.

* * *

Sorarım size sevgili okurlar.

Bu ülke yıllardan beri gerçek kavram değil, içi boşaltılmış, makyajlanmış kavramlarla daha ne zamana kadar yönetilecek.

Vay efendim cumhuriyetmiş, vay efendim hukuk devletiymiş, vay anayasaymış, vs. vs.

Tümüyle içi boşaltılmış kavramlarla, makyajlı ifadelerle, bu memleket uyduruk yöntemlerle yönetilmeye çalışılmış.

Ama Sayın Başbakan, 11 yıl içerisinde bunlara yavaş yavaş dur demeye başlamış, Türkiye’yi yeni bir çağdaş medeniyet seviyesine tırmandırmaya çalışmış olduğu halde tıpkı İttihat Terakki Cemiyetinin hıyaneti gibi o günün o hıyanet uzantıları ne yazık ki bugünde ortaya çıkarak; "engel" olmaktadırlar.

Bugün içten vurulmak istenen bir Türkiye'yle karşı karşıyayız!

Bunun en acı tarafı da sözüm ona inanan bir kesim tarafından deyim yerindeyse “kuzu postuna bürünmüş kurt” misali zulmün başına giydirilmiş adalet ve hukuk kavramı gibi iman, İslam ve cemaat cübbesine bürünmüş, çıkarcı, rantiyeci gizli bir sermaye tarafından desteklenmektedir.

Türkiye içten hancerleniyor.

Bu nedenle başta ifade etmeye çalıştığım gibi Başbakanın kullandığı her kavram ve ifadeyi yeri yerinde kullandığına inanıyoruz ki devleti çökertmeye temel neden olan başta yargı erki olmak üzere birçok kurum ve kuruluşlar yanlış platformlarda yürümektedirler.

Hele hele yargı erki denilen, hukuku temsil eden üstün seviyede dokunulmazlığa sahip olan hukuk camiası ne yazık ki hukuk yine bu kurumun bazı mensupları tarafından yıpratılmış durumda.

Diyebiliriz ki yargı bünyesinde verilen kararların önemli tarafları ya ideolojiktir, ya keyfidir, ya içinden mezhepçilik anlayışı kokuyor vs. vs.

Hele hele şu Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK), son günlerde düştüğü badire.

İki gün önce YARSAV’ın eski başkanı Eminağaoğlu’nun Hukukçular Sendika Başkanı adı altında meclise girip, komisyon üyelerini huzursuz etmesi ve netice itibariyle kışkırtmasıyla yine kendisinin dayak yemesi, tarihi bir ucubedir ve bir hukuk skandalıdır.

* * *

Bu itibarla Başbakanın “YARGI ÖNCE KENDİ İÇİNİ TEMİZLESİN” demesi bize göre yeri yerinde kullanılan bir ifadedir.

Gerçekten Başbakan az bile söylemiştir.

Bir de hele hele şu İstanbul Çağlayan’daki Adliyenin içinde bulunduğu Zekeriya Öz’ün tarihi skandalı, Türkiye kamuoyu nezdinde büyük bir hukuk ayıbı olarak anlaşılmış olduğu gibi dünya hukuk literatürü dahi bunu kendi adalet ve yargı tescil defterlerine bir skandal olarak kaydetmiş durumda.

Bir de kendine cemaat adını takan rantiyeci bir kitle ise İslami kisve altında tarihi İslam düşmanı CHP’ne yanaşarak işbirliği içine girmesi de ülkemizin apayrı bir ucubesi ve ayıbıdır.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen yine umutluyuz ve herkese ümit var olmalı..

Tavsiyelerinde bulunmalıyız.

Umutsuz bir toplum hiçbir yere gidemez, Allah’tan ümit kesmiyoruz.

Bu ülke; milletiyle, devletiyle, hükümetiyle ayakta durmaktadır ve ayakta durmaya devam edecektir.

İnşallah, Başbakan ihlâslı ve değerli inancıyla yaşayarak, ülke bütünlüğünü korumaya devam edecektir.

Bu halk, bu Başbakanı yalnız bırakmıyor.

Her ne pahasına mal olursa olsun Başbakanının yanında saflarını pekiştirecektir.

En derin saygı ve sevgilerimle.