“YARGI ÖNCE KENDİ İÇİNİ TEMİZLESİN”?! (IV)

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği gibi bugün;

Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi tarihi büyük bir cinayet ve katliam davasının sanıklarını yargılıyacak..

Bu dava; yıllar öncesinde yani 28 Şubat’ın karanlık döneminde olup bitenlerin tümünü simgeleyen, bünyesinde taşıyan tarihi bir niteliğe sahiptir.

Diyarbakır Adliyesi Cumhuriyet Başsavcılığının çok başarılı, deneyimli savcıları yağdan kıl çekercesine nazik bir biçimde çok kısa bir süreç içerisinde "davanın soruşturmasını tamamlayıp, davayı açabilme" şansına sahip olabilmişlerdir.

Yani 20 seneyi doldurmaya iki veya üç saat kala…

Yani zaman aşamına uğmaya saatler kala, farkına varılmış ve kahramanca bu dava ikmal edilmiştir.

Soruşturmayı tamamlayan, iddianameyi hazırlayan Cumhuriyet Savcısı Osman Coşkun’a tüm kamuoyu nezdinde yine Güneydoğu halkı adına ve Türkiye Cumhuriyeti ülkesi adına derin şükranlarımızı sunmakla beraber başta en büyük teşekkürlerimizi Başsavcı Sayın İlker Çetin’e sunmak istiyoruz.

Eğer bu başsavcının döneminde başlanmamış olsaydı kesinlikle bu davada örtpas edilip, zaman aşımına girerdi…

Cani ve katil JİTEM mensupları elini kolunu sallayıp, yine devlete ve bu millete meydan okuyacaklardı.

Fakat öyle ümit ediyoruz ki artık bu dava açıldıktan sonra dosya muhteviyatına göre başta Liceli 16 mağdur, maktul ve masum şehit insanların ailelerine ve Şehit Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın da ailesine bir teselli kaynağı olacaktır.

Keza tüm yöremizin diğer masum aile ve tüm insanlarımıza da bir umut kaynağı olacaktır.

Zira dosyanın muhtevası gereğince Sayın Savcı Osman Coşkun’un tespitlerine göre emekli Jandarma Albay Eşref Hatipoğlu ile emekli Yüzbaşı Tünay Yanardağ’ın 1993’teki sözde PKK’ya karşı giriştikleri operasyon meğerki PKK’ya karşı değilmiş.

Tam tersine devletin yetiştirdiği ve çok değerli, inançlı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’a karşı suikast düzenlerek, kurban edilmesi…

Kaşla göz arasında infaz yapılması.

Yani “faili meçhul” olarak gösterilmesi için şeytani bir senaryoyla olayı PKK’ya ihale etmeya çalışmalar…

Suikasti kamufle etmek için, Lice ilçesinin altını üstüne getirerek, her tarafını han-u man etmişlerdir.

Üç gün süreyle Lice'nin dünya ile bağlantısı kesildi.

Öyle ki, Lice'ye ne Devlet erkanı ne de, dönemin siyasetçisi Deniz Baykal bile sokulmadı.

O gün, birçok aile mağdur edildi.

Kendilerini büyük cinayetin şaibesinden kurtarmak için de 16 sivil insan öldürdüler..

Olayların en çirkini, en badireli ve en karanlık yüzü de ne yazık ki o dönemde Olağanüstü Hal uygulaması olduğu halde o dönemin Olağanüstü Hal Bölge Valiliği ile görevli Bölge DGM Cumhuriyet Başsavcılığı, olayı görmezlikten gelerek, çok hafife alınması ve suçu ise bilinmeyen PKK mensuplara atmalarıdır.

Ne acı vericidir ki, Devlet organları de yekün vaziyette masum Liceli vatandaşları PKK yanlısı olarak gösterebilme maharetini sergilemişlerdir.

***

Hep deriz..

Yıllar yılı Türkiye’nin karanlık manzarası ortada.

Böylesi karanlık manzaralar devletin bünyesinde oluşa gelmiştir.

Adeta birer habis ur gibi kendini saklayarak büyümüştür.

Gizli odaklar, ne yazık ki hala da kendini bir çok yapı ve kurum içerisinde idame etmektedirler.

***

Bakınız, sevgili okurlar.

Dünkü Haber Türk Gazetesinin sür manşetten vermiş olduğu “AYNI GÜNDE İKİ BÜYÜK OPERASYON, 80 KİŞİLİK ÖLÜM LİSTESİ” başlıklı haber…,

Hala da ne yazık ki ülkemizde gizlenen Marksist, Leninist, komünist partilere mensup DHKP-C’li caniler varlıklarını sürdürmektedirler..

Milli iradeye suikast yapma gayretindedirler.

Devletin kurumları üzerinde "tehditler" oluşturmaktadırlar.

Haber özetle şöyle:

"İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü Ekipleri, 17 Aralık Operasyonunun ardından bazı terör örgütlerinin eylem hazırlığına girdiklerini belirledi.

Bu yöndeki çalışmalarını yoğunlaştıran polis, terör örgütü MLKP’nin siyasi kaos yaratmak amacıyla bombalı suikast hazırlığı içerisinde olduğunu ortaya çıkardı.

Esenyurt’ta bulunan örgüte ait bir hücre evi tespit edildi, düzenlenen baskında 3 bombacı gözaltına alındı, beraberlerinde bomba düzenekleri ele geçirildi, 80 kişilik suikast listesi polis tarafından bulundu.

Evde yapılan aramalarda hala görevde bulunan bir generalin de bulunduğu üst düzey bazı subay ve emniyet müdürlerinin isimlerinin yer aldığı 80 kişilik suikast listesi ele geçirildi.

Örgüt üyelerinin Esenyurt’taki bir polis karakolunun çevresinde keşif yaptığı da belirlendi.

Operasyonun diğer ayağında 17 Aralık’tan sonra Yolsuzluk ve Rüşvet soruşturmasını gerekçe göstererek, İstanbul’un değişik semtlerinde yasadışı gösteri ile Molotoflu saldırı düzenleyen terör örgütü DHKP-C üyesi 6 kişiyi de gözaltına alan polis, PKK üyesi bir bombacıyı da üzerinde bomba düzeneğiyle yakaladı.

Operasyondan sonra sessiz sedasız bu bombacılar tutuklandı”

***

Evet, sevgili okurlar.

Burada dikkat çeken nokta şu ki;

Türkiye dün ne idiyse bugün aynı manzarayı gizliden gizliye bünyesinde taşımaktadır.

Yani hala da kendini "böylesi şer yapılara" karşı koruyamamıştır.

Zira 28 Şubat’taki vesayetçi askeri cunta generallerinin Ergenekon ve Balyoz kolu, hala da Marksist, Leninist, komünist bir örgütün işbaşında olduğu açık ve nettir.

1993’ten 2000’lere kadar bölgemizde yaşamakta olan kirli odaklar, tümüyle Marksist, Leninist, DHKP-C’li terör örgütüyle, diğer PKK olsun, İran yanlısı Hizbullah olsun.

Tüm bunlar dolaylı yollarla aynı koldan hareket etmekteydiler.

Bunun kumandası da gerek doğrudan doğruya olsun, gerek dolaylı yollardan olsun, bölgede bulunan görevli üst düzeydeki Jandarma Subaylarla, Eşref Hatipoğlu gibi, Cemal Temizöz gibi ve daha nice isimlerle olmuştur?

Bu isimler arasında, kimler yok ki?

PKK itirafçılarıyla işbirliği yaparak, bu millete suikastlar düzenlemiştir.

Eşref Hatipoğlu emekli olduktan sonra dahi 7. Kolordu Komutanlığı başta olmak üzere, MİT Bölge Başkanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığına değişik dilekçeler yazarak, başta bizi ve onun gibi düşünmeyen bölgenin diğer bazı masum insanlarını şikayette bulunmuş ve gammazlamıştır.

Ne yazık ki dönemin o günkü komutan adına imzaladığı, ferman ilamına imza attığı dönemin Tümgenerali Mehmet Çavdaroğlu’nun imzasıyla beraber, gizliden gizliye JİTEM harekete geçmiş ve birçok aileyi, insanları mağdur etmiştir, ya “faili meçhul” cinayetlere maruz bırakmış veya da diğer cinayetleri de trafik kazası diye şekillendirmiştir.

Ama her şeyden evvel ümit varız ki bugünkü Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşma tüm gerçekleri biçimlendirerek, kamuoyunu rahatlatacaktır diye düşünmekteyiz.

En derin saygı ve sevgilerimle.