ABD CEPHESİNDE YENİ BİR İTTİFAK

Evet, sevgili okurlar.

Bildiğiniz üzre Amerika Birleşik Devletleri (ABD) yeniden Obama’yı 4 yıllığına Başkanlık koltuğuna oturttu.

Aslında ABD halkı kişilerden ve particilik anlayışından daha fazla devletinin ve ülkesinin bütünlüğünü koruma ve kollama sistemini takip ediyor.

Sistem gerçekten demokratik, çağdaş, insan temel hak ve özgürlüklerini koruyan bir yapıya sahiptir.

Sistem, ABD halkını koruyan ve bütün dünya ülkelerini sömürmeye ve ABD’nin çıkarlarını öne çıkaran bir sistemdir.

Gelişigüzel, rasgele partiler, siyasiler, şahıslardan oluşan bir sistem değildir.

Ülkesini, milletini koruma altına alan, ABD tarihini okuyan bir sistem.

Düşünün, yaklaşık 200 yıllık bir devlet, oldukça büyüyor, büyüdükçe yiyor, yedikçe de şişiyor ve sömürüyor.

Ama bu ülkeyi devletiyle, milletiyle bütünleştiren ve büyüten unsur birbirine kin besleme, düşmanca siyaset yapma, rakiplerine hain planları hazırlayarak tuzaklara düşürme değil, hizmette bir yarışma anlayışının hâkimiyeti söz konusudur.

Biz de ise tam tersine.           

İktidar “Ak” diyorsa illaki muhalefet “Kara” diyecek.

Çoğulcu parlamenter sisteminden oluşan kocaman bir TBMM’ni teşkil eden, iktidar olsun, muhalefet olsun, tüm halkını hiçe sayarak tv ekranlarında her gün birbiriyle kavga ederek, küfürleşerek, hakaretler yağdırarak, milleti de kendi taraflarını da aynı biçim üzerine biçimlendirmeye çalışan bu parlamento maalesef yıllardan beri, kimse kusura bakmasın Türkiye’yi bir yere getirmemiştir.

Ve getireceğe de benzemez.

* * *

Bakınız, dünkü Yeni Şafak Gazetesinin manşeti şöyle;

“BÖLÜNEREK BİRLEŞTİLER” ifadesi gerçekten bizimkilere bir ders-i ibret olmalıdır.

Ama ne çare!

Hani demişler ya “Kim kime, dum duma” kim anlar ki?

Haber şöyle devam ediyor;

“Obama ABD Başkanlık seçimlerinde 303 delege çıkararak ikinci kez tarih yazdı.

Kıran kırana yarışta ülke adeta ikiye bölünürken, iki lider mesajlarıyla sürpriz yaptı.

Obama bütün kesimleri kucaklayan zafer konuşmasında “Tarihi birlikte yazdık” dedi.

Romney de Başkan için dua etti”

İşte sevgili okurlar.

Bakınız, boşuna bu devlet büyümez, boşuna kendine dünya devleti dedirtmez.

Demek ki kalıcı bir politikayla, rakipler geleneğini, tarihini siyasi rekabet uğruna bozmazlar ve halkının karşısında bir fitne unsuru olmaktan kendini çıkarıp, bir terbiye ve bütünlük timsalini arz ediyorlar.

Elbette ki o halk da, başkan kim olursa olsun dört yıl boyunca ister güzel yapsın, ister kötü yapsın, kavgasız, gürültüsüz, fitnesiz, bozgunculuk yapmadan dinlerler, dört sene bitinceye kadar beklerler.

İşte onun için büyük devlet oluyor.

Bizimki ise iktidar ne kadar güzel şeyler yaparsa yapsın, illaki onu kaygan zemin üzerinde yürümeye zorluyorlar, yürüdüğü yere saman dökerler ve samanın içine de kuru nohut koyarlar ki bastığı yerde ayağı kayıp, düşsün misali.

Gerçekten tarihten ibret almamız lazım..

Bu zamana kadar bu siyasi anlayışla halkımıza faydalı birer unsur olmaktansa tam tersine insan temel hak ve özgürlüklerine aykırı olarak siyaset yapılmış, yapılmaya devam ediyor ve ülkeyi hep siyasi kaygan zemine sürüklemeye çalışıyorlar.

Bize göre bu fitnenin ana unsuru CHP anlayışıdır.

Cumhuriyetin kuruluşundan 1950’lere kadar şeflik ve dipçik zorbalığı üzerine kurulan siyaset zemini ülkeye hep karanlık getirmiştir.

Darbelerin anayasaları ile ülke yönetilirken, ülkeyi hep karanlığa sürüklemiştir ve hala da devam etmektedirler.

* * *

Dünkü Akit Gazetesinin birinci sayfasının sağ köşe başında şöyle bir haber okuduk;

“CHP’Lİ GÖZÜ İLE CHP”

Kırmızı bant üzerine yazılan bu yazının altında;

“Müflis bir mirasyediyiz”

Bu ifadenin sahibi CHP İstanbul Kadın Kolları Başkanı Yüksel Çavuşoğlu..

Aile Bakanı Fatma Şahin’in ve hükümetin bazı icraatlarını övdüğü için sorgusuz sualsiz partiden istifa etmeye zorlanmış.

Yüksel Çavuşoğlu hanımefendi diyor ki;

“CHP, ülkeye hiçbir yarar sağlamayan bir mirasyedidir..”

10 Kasım’da Ankara’ya giderek CHP’yi Atatürk’e şikâyet edeceğini söylüyor Çavuşoğlu..

Ve ekliyor;

“CHP Atatürk’ün arkasına saklanan bir mirasyedidir. İşi bilen, güzel iş yapan birilerini övmeye dahi tahammülleri yok..”

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Başta söylediğim gibi ABD ile Türkiye’yi mukayese ettiğimiz zaman ABD politikasında bir asalet, orijinallik söz konusudur, bizim siyasi anlayışımızda devşirmecilik vardır, iflas etmiş bir mirasyediliğimiz vardır.

Orijinalliğe, asaletimize yönelik hiçbir politika maalesef yapılmamıştır.

Ve bu nedenle gün gittikçe kabaran terör, yoksullaşan halk, ümitsizleşen bir ülke insanı ne yapabilir ve nereye varabilir ki?

Hiçbir bütçe buna dayanamaz.

Siyasal iktidar Milli Eğitim sistemini 66 aya indirdi diye nerdeyse CHP yerle gökleri birbirine karıştıracaktı.

Hatta diğer muhalefet partileri de.

Kemalizm’in, Atatürkçülüğün, laikliğin arkasına sığınan bir anlayış!

Kocaman 90 sene içerisinde ülke gençliğini inanç ve din bakımından büyük bir cehalet potansiyeline dönüştürmüştür.

Ülke gençliği kendi pusulasını tespit edemeyecek duruma getirilmiştir..

* * *

Bakınız, dünkü medyada yer alan “Alevi dedeleri Dinçer’den Kur’an dersi istedi” başlıklı haber gerçekten çok sevindiricidir, çok ümit vericidir.

Hani demişler ya, “Zararın neresinden dönerse kardır” misali.

Şimdiye kadar devleti tüm kurum ve kuruluşlarıyla Kur’an’dan uzaklaştırmaya çalışan bir anlayışın hâkimiyeti bu memlekete çok ağır faturalar ödetmiştir.

Hem de ocakları söndürerek, masum insanların kanlarını dökerek yapıla gelmiştir.

Türkiye’nin değişik illerinden giden Alevi dedeleri, Bakan Ömer Dinçer’i makamında ziyaret etmişler.

Cemevlerinde Kur’an eğitimi talep etmişler..

Dedeler, okullarda seçmeli Kur’an dersinin başlatılmasına destek verdiklerini de ifade etmişler.

Bakan Dinçer’de onlara şöyle demiş;

“Bu ülkede aklıselim dedeler var oldukça kimse bizi parçalamaya tevessül edemez”

Evet, gerçekten sevindirici bir olaydır.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Yıllar yılı TSK’nın bünyesinde oluşa gelen sözüm ona Atatürkçü, laikçi, cumhuriyetçi geçinen generaller, memleketin bütünlüğünü, birlikteliğini, milli birlik ve beraberlik anlayışını hiçe sayarak büyük bir ırkçılık anlayışıyla devleti darbelere sürüklemişler.

28 Şubat’ları oluşturmuşlar.

Dahası Genelkurmay Başkanlığı gibi kutsal bir makama oturabilmek için İsrail’e gidip, ağlama duvarının önünde dimdik ayakta durarak batılı, inançsızlığı, küfrü simgeleyen bir duruş sergilemişler ve Genelkurmay Başkanı olabilmek için ağlama duvarı önünde durmakla icazet almışlar.

Lakin, o ağlama duvarıyla Mescid-ül Aksa arasında 10 metre mesafe bile yok..

Sormak lazım;

Bu sevgili generallerimiz (!?) ağlama duvarı önünde hazır ol vaziyetinde beklerken ve Talmut inancı paralelinde duruş sergilerken, duvarın arkasında iki adımlık uzaklıktaki Mescid-ül Aksa’nın içine girip, iki rekat namaz kılmaya tenezzül etmezken, nasıl kendi milletine dost olabilirler ve ülkesine sadık olabilir?

Maalesef yıllar yılı hain planlarla bu memleketin insanlarına tuzak kurmuşlardır.

Hem de küfür ve inançsızlık tuzakları..

Hem de Kur’an’a hain gözle bakma gayretkeşliğiyle..

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bizim hali pür melalimizi simgeleyen tüm tarihi bu olumsuzlukları bir araya getirip, size sunmayı kendime bir görev olarak telakki ediyorum ve sizi “Al-i İmran” suresinin 100. ve 101. ayetinin yüce mealiyle baş başa bırakıyorum..

Yorumu da takdirinize sunuyorum.

Ayeti kerime mealen aynen şöyle;

“Ey iman edenler!

Eğer kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir zümreye uyarsanız, imanınızdan sonra sizi çevirir de kâfir yaparlar. (inançsız hale getirirler)”

Ayet 101;

“Allah’ın ayetleri size okunur, aranızda peygamberi bulunurken nasıl küfredersiniz? (inkârcı olursunuz)

Kim Allah’a sımsıkı sarılırsa muhakkak doğru bir yola iletilmiştir”

100. ayetin hulasası şöyle;

“Allahû Teâlâ İslam ümmetini Müslüman olmayanların peşine gitmekten menediyor.

İslam’ın gölgesinde sağlam bir durum inşa edip, onu korumanın yollarını gösteriyor.

Önce ehli kitabın (Hıristiyan ve Yahudilerin) hileli yollarına gitmemelerini, yoksa sonucun küfür olacağını belirtiyor”

Yahudi ve Hıristiyanlara uyanların akıbeti budur.

Evet, benim Ergenekoncu generalimin Türk ordusunun başına gelebilmesi için illa ki İsrail’e gidip, ağlama duvarının önünde hazır ol vaziyette, dimdik ayakta durması ve yanı başındaki Mescid-ül Aksa’ya tenezzül edip, iki rekât dahi namaz kılmaması, bu yüce ayetin yüce manasından kendini kurtaramazlar.

Ayeti kerimenin seyri bu hadde ulaştıktan sonra, ehli kitapla mücadeleyi bırakıyor, onların halini bir kenara itiyor, Müslüman cemaatini uyarmak için şöyle hitaba başlıyor ve uyarıyor;

“Ne mutlu o kimselere ki bu derin gaflet uykusundan uyanabilsin”

En derin saygılarımla.

Hayırlı cumalar..