ALENİ KATLİAM!?

Evet, değerli okurlar.

Malumunuz üzre kirli dünya atmosferinde mezalim tüm şiddetiyle devam ediyor.

Zalimlerin yeryüzünde serbestçe, acımasızca, pervasızca, korkmadan davranışları ve rahatça adım atmaları çağdaş medeni (!) dünyanın onlara karşı esnek davranması, sessiz kalması…

Hele hele küfür, şirk ve nifak alanlarındaki bunca acımasızlığa karşı suskun kalmaları elbette ki bilinçlidir, boşuna değildir.

Bakınız, kulağımızın dibinde geçmiş yakın tarihimizde bir eyaletimiz durumunda olan Suriye..

Kendi cografyasında aleni  ve dünya kamuoyu önünde katliam yapıyor.

Ki bu katliamları bir değil, her Allah'ın günü, yaşanıyor.

***

İşte size Ajanslara düşen bir haber..

Şöyle diyor:

Suriyeli muhalifler “Esed’in helikopterleri hedef gözetmeden vuruyor, kayıplar bu nedenle fazla” iddiasını BM'de ve ABD de doğruladı.

BM temsilcisi Annan’ın sözcüsü ile ABD Dışişleri sözcüsü ayrı açıklamalarda bulunuyor.

Ve diyorlar ki; bu meyanda “Elimizde kanıt var.”

Bakınız; sadece dün Suriye’deki çatışmalarda 30 sivil insan öldürüldü.

Elbette ki kalbi olan kimse bu vicdansızlığa dayanmaz.

Kulağı olan bu kirli sesi duymak istemez.

Mazlumların ah û eninleri vicdanlara sığdırılamaz.

Yüzü olan herkes ama herkes bu manzarayı taşıyamaz.

Ama ne yapacaksın?

Elimizden ancak söylemek-yazmak gelir.

Bir de mazlumlar için ihlâslı dua, zalimler için de seher vaktindeki ok gibi delip geçen beddua.

***

Bilindiği gibi bir önceki yazımızın ana başlığı;

“TOPLUMSAL HUZUR, GÜVEN VE İSTİKRAR NE İLE GERÇEKLEŞİR?” ifadesiydi.

Elbette ki bir ülkede var olan devlet mekanizması ile milletin aynı kalple, aynı ruhla yüce ahlakla omuz omuza vererek beraber yürüdükleri zaman hem toplumsal huzur, hem de toplumsal güven ve hem de toplumsal istikrar sağlanabilinir.

Ama ne çare ki, bugün görünen manzara hiç de öyle değil.

Yönetimler, özellikle Ortadoğu’daki devletçiklerin başına geçen insan kılığındaki iblisler tam tersine milletleriyle terstirler.

1. Dünya Savaşı’ndan sonra dağılan Osmanlı İmparatorluğunun sonucunda oluşturulan devletçiklerin başına getirilen piyonlar, hala da haçlı anlayış paralelinde adım atıyorlar.

Haçlıların ve Siyonistlerin paralelinde adım atıkları gibi yine onların namına icraatlarda bulunuyorlar.

Oysaki sülük gibi o ülke insanlarının kanını emen yine onlardır.

Ama onlara da bir şey vermedikleri halde, kötü bir durumda sömürüyor, güçsüz bırakıyor, hatta günü gelince cansız bırakıyor.

Kimin umurunda ki?

***

İki gün önceki dersimizin ana temasında;

İslam ülkelerine, İslam milletlerine ve İslam’ın berrak ruhuna zarar veren, kirleten, kara şal çeken hain piyonların portresini çizmiştik.

Hem de yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “El-Bakara” suresinin 8. ayetinin mealiyle yola çıkmıştık ve o büyük Üstat Bediüzzaman Hazretleri, münafıklar hakkındaki 12 ayetle alakalı düşüncelerinin ilkini sizinle paylaşmıştık ve demiştik ki;

“Düşman kimliğini gizli tutarsa, gerçek kimliğini meçhul tutarsa, o kadar zararı fazla olur.

Kandırıcısı daha habis bir ur durumuna girer ve milletin başına musallat olur.

Aldatıcısı olursa daha fazla bozguncu ve şiddetli olur.

Hele hele kimliğini gizli tutan dâhili düşman olsa zararı ve tehlikesi daha çok büyük olur.

Zira dahili düşman kimliğini gizlediği müddetçe daha fazla tehlikeli olur, toplumun cesaretini azaltır.

Harici düşman ise bilakis asabiyetini, ırkçılık damarını şiddetlendirir, sertliğini arttırır, nifakının hayatı İslam üzerine büyüktür.

Âlem-i İslam’ı zelzele ve depremlere maruz bırakan kesinlikle nifaktır, münafıklıktır ve onların kirlenme çalışmalarıdır”

***

Bunun içindir ki, yüce Kur’an-ı Kerim, nifak tohumlarını ekenleri fazlasıyla deşifre etmektedir.

Evet, o sekizinci ayetin özetlenmiş şekli böyle.

Ama 9. ve 10. ayetler ise yine münafıkların, kimliklerini gizli tutanların hıyanetlerini anlatıyor.

Ne kadar İslam’a zarar verdiklerini bir bir böylesine anlamaktadır. Ki anlatılanlar, insanların aklına durgunluk veriyor.

Mesela; 9. ayetin başındaki geçen ifade mealen şöyle;

“Allah’ı aldatmaya çalışıyorlar”

Oysaki o hainler hiç de Allah’ı ve iman edenleri kandıramazlar.

İllaki münhasıran kandırma olgusu söz konusuysa kendi kendini kandırırlar, ama farkında bile değiller.

10. ayette ise Allahû Teâlâ onları şöyle tanımlıyor;

“Kalplerinde hastalık var”

Yani o münafıkların kalbi hastadır.

Ama Allahû Teâlâ onların o kalp hastalığını onların üzerinde yayar ve arttırır.

Farkında bile değiller.

“Onlar her ne kadar hileli oyunlarla Allah’ı kandırmak istiyorlar ise de aslında onun habibi olan Resulullah (s.a.v)’e yönelik hileli çalışmaları ve oyunları söz konusudur.

Oysaki ona yapılan hile yalnız ona değil, Allah’a da yapılmış olur, ama farkında da değiller.

Çünkü fark edebilecek kabiliyeti Allah vermemiştir onlara.

10. ayetteki geçen cümle “Kalplerinde hastalık var”

Ayetin belirttiği hastalık, nifak yayan münafıklık karakterini bünyesinde taşıyan haset ve çekemezlik hastalıkları ruhların derinliklerine öylesine inmiştir ki o hastalık; hakkı batıl, gerçekleri hurafe telakki etmeye sebeptir.

Yani gerçeği, batılı normal gözle görmezler.

Gerçeği ters çevirerek, batıl ve karanlık olarak gösterirler.

Nitekim kalpleri zaten bozuktur ve bozguncudur.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Kur’an bize münafıkların ne kadar yalancı olduğunu, yalanın da ne kadar kötü olduğunu açıklamaktadır.

Tartışılmaz olan hakikatte şudur ki;

Yalanın beşeriyete, insanlık cibilliyetine verdiği zarar oldukça büyüktür.

Hele hele İslam dünyasının içine sızdırılıp, Müslüman kitlelerin örf ve adetlerini, kılık ve  kıyafetlerini taklit ederek, kendilerine herkesi bağlamak için o yalancılığın, değişik hile ve oyunlarıyla adeta zehirli bomba tesiri yapmaktadırlar.

Zira yalancılık ve aldatmacalar, küfrün ve inançsızlığın temel taşıdır.

Dahası küfrün yalandan ibaret olduğunu ve yalanın başı olduğunu, nifak alametlerinin başını çektiği bilinmelidir.

Yalan ise, Allah’ın kainat içerisindeki yaratmış olduğu gerçek ilahi kader tecellisine iftiradır.

Yalancılık, ne kadar toplumda seviyeli ve yüksek ahlaklı dürüstlük varsa, hepsini zedeler.

İslam ülkelerinin içine yılan zehri gibi zehir saçar.

Bir de tarihi “müseylemetül kezapların” yalancı peygamberliği gibi, günümüzdeki İslam ülkeleri başında nice “müseylemetül kezaplar” vardır.

Bunların başını çeken bugünkü Suriye’deki Esed’in karakteridir.

Sevgili okurlar!

Dürüstlük, gerçek kimlik göstermek, toplumlara neşû nema verir, gelişim ve oluşum gerçekleştirir.

Zira İslam’ın temel esaslarındandır ve imanın ana haysiyetindendir.

Yönetimlerin ve yöneticilerin İslam dünyasındaki gerçek kimliklerinin gösterilmesi, toplumsal rabıtanın köküne dayanan bir gayret damarıdır.

Âlem-i İslam’ın yegâne nizamnamesidir.

İnsanları yücelikler Kabe’sine yüceltir.

Bu dürüstlükler sayesinde Hz. Muhammed’ül Haşemi (s.a.v) beşeriyetin en yüksek mertebesine yükselmiştir.

Burada sizinle paylaşmak üzere özetlemek istediğim gerçek;

İslam dünyasının gücünü alt üst ederek ters çeviren münafık ruhlu deccal karakterini taşıyan zalim yöneticilerdir..

Bugünkü Suriye’deki olup biten Esed'in vahşi karakteri nice tarihi Neronlara, Mussolinlere, Ebu Cehillere ve Leninlere taş çıkartır.

Burada çok ince bir tarihi olayı size sunmadan geçmek istemiyorum.

Evet, hadisçe sabittir ki kıyamet alametlerinden birisi Yahudi ırkına bağlı büyük deccalın yanı sıra, bir de Müslümanların içinden çıkan İslam deccalı vardır.

Bu deccalın bir adı da Sûfyani’dir.

Bu Sûfyani deccal Yahudi ırkına mensup büyük deccalın sempatik bir maşasıdır ve hizmetkârıdır, ama İslam’a da çok büyük zarar verendir.

Efendimiz (s.a.v) bir Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyuruyor;

“Şam’ın ortasından çıkacak Sûfyani deccal genellikle Şam ile Irak arasında faaliyetlerini gösterip, büyük katliamları gerçekleştirir” Öylesine katliamlar yapar ki, Müslümanların kadınlarının karnını bile yarıp, içindeki ceninleri bile öldürür.

Çoluk çocuk demeden onlara yönelik şiddetli saldırılarda bulunur.

Hatta öyle bir şey olur ki, kimse cesaret edip de “sen niye böyle yaptın” diyemeyecek duruma gelinir.

Özellikle sözüm ona medeni dünya (!)

Bu Hadisin orijinal metni Hz. Ebu Hureyre’ye aittir, kaynağı çok sahihtir. Ve dayanaklıdır.

Müslim ve Buhari’nin onayladığı bir hadistir.

Bana göre bu hadis günümüzde yaşanmakta olan İslam deccalı olan Suriye’nin Sûfyani’si Beşar Esed’in ta kendisidir.

Ve inşallah bu yalnız ona değil, hem ona hem zürriyetine hem de ona tapanlara kadar yürüyecektir ve mazlum insanların ahını katbekat en yakın bir gelecekte ödeyecektir.

Ve onu mağlup edenler de Mehdinin orduları olacaktır.

Bu da inananlığa bir ders-i ibret niteliğini taşıyacaktır.

En derin saygı ve sevgilerimle.