ARŞİVİMİZDEKİ ZENGİNLİK – 2

Evet sevgili okurlar!
Bugünkü yazımız, dünkü yazımızın bir nevi devamıdır.
Dün, Fatih Altaylı’nın tam 9 yıl önceki yazısını arşivimizden çıkarıp köşemize taşımıştık.
Bu bir nevi kıssadan hissedir demiştik.
Yani tek kelimeyle diyelim ki; "Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna bile az"
Onu okuyan her bilim erbabı, düşünce ve fikir sahibi neler yazıldığını ufak bir düşünceyle anlar ve hissesini kapar.
Fazla uzatmaya da gerek yok.
Ancak Albay Cemal Temizöz’ün bölge insanımızı ve Diyarbıkır’ımızı iğrenç komplo teorileriyle karalayarak yazdığı fişlemenin bir bölümünü dün size aktarmıştık.
Bugün de aynı belgenin diğer bazı önemli bölümlerini sizlere buradan sunmak istiyorum.
Bu  bir ders-i ibrettir. Ve bu iğrençliği yapanları bu toplum hiçbir zaman affetmemekle beraber, ağızlarının dolusu tükürükle kirli yüzlerine tükürmektedir. Çünkü ellerinden başka bir şey gelmemektedir.
Bakınız tüm bunlara rağmen, yani antidemokratik hukukdışı dayatma ve zorbalıklara rağmen, hala da bu kişiler hakkında herhangi bir işlem yapılmamış.. Derdest olan Albay dahil, ancak Şırnak ve Silopi’deki faili meçhul cinayetlerden dolayı hakkında dava açılmıştır.
Yıllardan beri yaptığımız şikayetlere rağmen, maalesef şikayetlerimiz hep sürüncemede kalmıştır.
Dosyalar raflarda tozlanmıştır. Ve kritik yargılama dosyaları ise maalesef kayıplara karışmış ve bulunması için hiçbir araştırma ve karıştırma yapılmamıştır.
Dünkü yazımız bundan ibaretti.
Ama, bizi düşünceye sürükleyen diğer bir olay da şudur;
Demokrasi ve hukukun üstünlüğüne inanan sosyal bir hukuk devleti anlayışı ile yola çıkan demokratik bir devletin bünyesinde hukuk adına, kurtarıcılık adına, devlet adına yapılan bu çeteleşme organizasyonluğudur.
Hem de çağdaş, muasir medeniyet seviyesine ulaşmak için çabalayan bir devlet…
İşte bunun için kamuoyu adına diyoruz ki; endişeliyiz, düşünceliyiz, üzüntülüyüz ve üzgünüz.
Zira adil bir hukuk devleti, temiz ve sade bir anayasaya sahip olmalıdır.
Askeri vesayetlerden, tabulaşmış hukukdışı uygulamalardan uzak kalmalıdır. Hainleri, çeteleri, mafyayı hiçbir zaman gözardı etmemelidir.
İşte devlet deyince böyle olmalı, yoksa başta ben olmak üzere bu memleketin insanları, yediden yetmişe kadar hayal kırıklığına uğrar…
Neden mi?
İşte hali alem meydanda!
Dünkü yazımda belirttiğim odak noktası hep adalete dayanıyordu. Hep Türkiye’deki geçmişe yönelik, yaşanmış kirlenmelere dayanıyordu.
Onun için önceki günkü Taraf Gazetesi’nin birinci sayfasının sağ alt köşesinde şöyle bir haber vardı. Pür dikkat okudum.
"Yargı Utanç Veriyor" başlığıyla verilen haber şöyle devam ediyor:
"Küresel Mali Kalkınma Endeksi verilerine göre Türkiye neredeyse tüm kategorilerde geriledi. Yargı bağımsızlığı endeksinde 12 sıra birden düşerek 40’ıncılığa kadar gerileyen Türkiye ‘utanç verici’ ülkeler içinde yer aldı. Politikacıya güven endeksi de 10 puan düştü."
"Ne siyasetçiye ne de yargı bağımsızlığına güven yoksa askere mi güven var" diye insanın aklına böyle bir sorunun gelmemesi mümkün değil.
Asker – Sivil ilişkileri deyince akan sular durur. Nazar değmesin maşaallah evlere şenlik…
Demezler mi ‘Yahu allah aşkına, yargı bu memlekette utanç veriyorsa, bağımsızlığıyla (!) utanç veriyorsa, siyasete güven kalmıyorsa ya askere ne diyorsunuz?
Askere de bu halk artık inanıyor mu, güveniyor mu bilemiyorum?
Nitekim bir yıldan beri Türkiye’de yaşayagelen Ergenekon davaları, askere güvensizliğin ifadesi değil midir?
Avrupa Birliği Komisyonu önceki gün yayımladığı İlerleme Raporu’nda Hükümete tam destek vererek "Demokrasi ve hukukun üstünlüğü için fırsat" dedi. Türk Silahlı Kuvvetleri ve yargının kıdemli mensuplarını adaleti etkilemekle itham eden AB, askeri yetkililerin bazı basın yayın organlarına ‘ayrımcılık’ yaptığını vurguladı.
Peki buna rağmen halkın güvencesi artık nerede kaldı?
Cemal Temizöz’ün organizatörlüğü altında 1998’de tanzim edilen sözde PKK adına yazılmış bu belgeye Türk Silahlı Kuvvetleri, yargı ve siyaset nereye sığdırıyor?
10 yıldan beri dillere destan olmuş, basında yer almış, manşetlere taşınmış bu iğrenç levhası tümüyle 7. Kolordu Komutanlığı’nın himayesi altında Cemal Temizöz’ün organizatörlüğünde Jandarma Başçavuş Ali Kaya ile PKK itirafçısı Nizamettin Öztoprak’ın eliyle yazılmış bu karalama ve utanç verici yalan ve yaftalar levhasına kamuoyu ne diyor?
Peki ya bağımsız yargıya ne diyorsunuz?
Evet sevgili dostlar!
Bugün de bu kirlenme levhasının küpürünü sizlere sunuyorum.
Hem de Cemal Temizöz’ün gerek benim, gerek Diyarbakır’ın ve gerek bu levhanın sahteciliğini ortaya çıkaran 4 Nolu DGM Hakim ve Savcılarının aleyhinde yazılan karalama fişlemesi ve meslek hayatlarının zora sürüklenmesinin bir sahte raporu.
Onun da birkaç paragrafını sizlere sunmak istiyorum.
Şöyle diyor:
2. Diyarbakır içinde, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, hür demokratik düzen ve nitelikleri Anayasa’da belirtilen Cumhuriyet aleyhine işlenen ve doğrudan doğruya devletin iç ve dış güvenliğini ilgilendiren suçlara bakmakla görevli Devlet Güvenlik Mahkemesi mevcuttur.
3. Güvenlik güçlerinin büyük feragat ve fedakarlıkları sonucu sakat kalma, hatta şehit olma pahasına ele geçirdikleri terör suçlularının, söz konusu mahkemede görev yapan ve terörle mücadelenin önemini kavrayamamış veya bilinçli olarak taraflı hareket eden hakimlerce tahliye edilmeleri kamu vicdanında derin yaralar açmaktadır.
4. Özellikle irticai suçlarla ilgili davalarda 4 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin verdiği kararlar dikkat çekici ve incelemeye değerdir. Bahse konu mahkeme heyeti incelenmiş olup Mahkeme Başkanı Hakim Ali ÇAĞAN’ın,
"a. İmam Hatip Lisesi mezunu olduğu, 1996 yılında Refah Partisi marifetiyle Diyarbakır 4 Nolu DGM yedek üyeliğine, aynı 3 nolu DGM asil üyeliğine, 1997 yılında da, 4 nolu DGM başkanlığına atandığı, aynı zamanda DGM Adalet Komisyonu üyeliği görevini de yürüttüğü,
b. Hakim Ali ÇAĞAN’ın kendisiyle aynı düşünceleri paylaşan arkadaşlarını da etkileyerek adliye binasında mescit açma gayreti içerisine girdiği,
c. 4 nolu mahkemede üye iken, 1999 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile üyelik sıfatı kaldırılan ve başka bir göreve atanan Hakim Albay Tarık SENKERİ’nin özellikle Hizbullah’la ilgili davalarda kendi görüşü doğrultusunda karar vermesi karşılığında adı geçen Hakim Albay’ın İstanbul’daki özel işlerini takim etmesi ve sık sık rapor almasına göz yumduğu,
Evet!
İşte Albay’ın ağzından ve kaleminden dökülen maharetler dolusu belge (!)
Hem Diyarbakır’ı isyancı ve terörist olarak ilan ediyor, hem de Devletin bir hakimi olan Hakim Ali ÇAĞAN ve arkadaşarını da çıkar ve menfaat sağlamakla suçluyor.
Bu sahteciliğin, yalancılığın, çeteciliğin dik alası karşılığında yapılan bunca şikayet ve verilen dilekçelerimiz maalesef bir türlü yürürlüğe girmiyor ve birileri, birilerini kolluyor ve koruyor demektir.
Hem de sosyal bir hukuk devleti ülkesinde.
Haydi gelin bakalım sevgili okurlar, beraber bu kararı verelim.
Böylece devletin bunca utanç verici kurumlarına bu memleket insanı nasıl güvensin, nasıl inansın, nasıl dayansın?
"İmam böyle yaparsa cemaat ne yapmaz" misali…
Peki basınımızın dünkü bazı haberlerine bakıldığında gerçekten tüyler ürperten haberlerle karşılaşıyor insan.
Zaman Gazetesi’nin birinci sayfasında ve en alt köşede yayınlanan iki haberin kısa özeti şöyle:
"Teğmen Hakime İtiraf etti…. Pimi çekip bombayı askerin eline ben verdim. 4 askerin ölümüne yol açan olayla ilgili yargılama Elazığ’daki askeri mahkemede başladı.
Teğmen Mehmet Tümer, medyaya yansıyan iddiaları doğruladı ve şöyle dedi; ‘Beni bu olaya sürükleyen 55 günlük askeri hayatımın acemiliği olmuştur."
İkinci haber şöyle:
"Vatanseverler davası Ergenekon’la birleşti.
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Derneği Başkanı Taner Ünal’ın da yargılandığı davanın da Ergenekon’la birleştirilmesine karar verdi."
Ya parçalanan küçük Ceylan’ın ölümüne ne dersiniz?
Suçlama tamamiyle kendisine havale edildi. Ceylan kendini öldürme suçunu işlemiş (!)
Ama hiç merak etmeyin Allah kesinlikle zalimlerden mazlumun intikamını alacaktır.
Bakın!
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi harekete geçti. Küçük Ceylan’ın ölümünü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi sonuna kadar takipçisi olacaktır ve olayı aydınlatacaktır.
Evet sevgili dostlar!
Gelin de güvenin!
Kime güveneceksin, kime inanacaksın, kime dayanacaksın.
Ve Fatih Altaylı’nın dediği gibi "Ne zaman adam olacağız?"
Ne zaman ki adam olmayanları seçebildiğimiz zaman…
En derin saygılarımla…