Artık Menfi Güçlerin Sonu Olmalı

Evet, sevgili okurlar.

İslam dünyası, özellikle Türkiye dâhil olmak üzere Ortadoğu, Kuzey Afrika yıllardan beri sosyalizmin, iştiraki kirlenmenin, kansız piyonların mezalimi altında inim inim inlemektedir.

Birinci cihan savaşından sonra İstanbul’a kadar kirli ayaklarıyla basan İngilizler ve Ortadoğu’nun özellikle Suriye, Irak dâhil olmak üzere Fransa’nın, Kuzey Afrika ve İtalya’nın istila zulmünden sonra büyük çapta kan akıtıldı, hem de sözüm ona demokrasi adına.

Özellikle Osmanlının taşıdığı Hilafet-i İslamiye bayrağının indirilmesiyle haçlıların çizmeleri altında dökülen masum kanlarının faturası bugüne kadar İslam dünyasına ağır bir şekilde mal olmuştur.

Kuzey Afrika’dan tut, Suriye, Irak ve diğer Ortadoğu İslam ülkeleri fiilen haçlıların birer müstemlekesi durumuna gelmiş ise de, Türkiye’miz fiilen olmamış ise hükmen ve zımnen daha fazlasıyla yüz yıla yakın haçlı ve Siyonistlerin etkisinde kalmıştır.

Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar üç defa anayasalar yenilenmiş ise de yani 1924, 1961 ve 1982 anayasası şekli olarak değiştirilmiş ve buna demokratik anayasa adı verilmişse de hiç de öyle değil, tam tersine darbeci cuntaların derin yapısına dayalı vesayetçi anayasalar olmuştur.

Biri diğerinden daha beter!..

Gerçekten haçlıların Türkiye’ye yapamadıklarını onlar dik alasını yapmıştır.

Ama yaptıkları haince tezgâh ve planları tümüyle Siyonist ve haçlı emperyalizm adına devletin temeline derin yapı oluşturmuş, İngilizlerin İstanbul’u istila ederken o gündeki atılan küfür, şirk ve nifak tohumlarından nemalanarak dik alasına devam edilmiştir.

***

Evet, müstevli küfür dünyasının Ortadoğu üzerindeki oluşturduğu yapı, 1917’den sonra başta Mısır, Libya ve Tunus olmak üzere devletin başına getirdikleri piyon askerler tümüyle haçlılık görüntüsünden Marksizm’e, Leninizm’e, Sosyalizm’e dönüştürülerek öncelikle ve özellikle hedefleri “İslam” olmuştur ve “İslam”ın başlıca temsilcileri olan büyük ulema kesiminin kıyımı olmuştur.

Ve bu rejime de destek veren aynı ülkelerin içinde çok azınlık durumunda olan Nusayri, Dürzî ve Alevi gibi mezhepçilik aktifliği olmuştur. Ve olmaya da devam ediyor.

Tıpkı bugünkü Suriye’deki yapı gibi...

Masum insanların oluk oluk kanı akıtılmış, ocaklar söndürülmüş, kadın, çocuk demeden insan kıyımı söz konusu olmuştur ve olmaktadır, görünen odur ki daha olmaya devam ediyor.

Ama tümüyle inkârcı, sosyalist, iştiraki bir anlayışın gölgesinde olmuştur.

Buna rağmen, Allah’a şükürler olsun ki, Mısır halkı bugün artık Arap baharını yavaş yavaş geliştirerek iki gün önceki anayasa seçimiyle bunu kanıtlamıştır.

Halkın haklarının tabii hakkı olan İslam’a ve inanca dayalı hür yaşaması, sandıktan çıkan yüzde 60 “evet” oyu bunu kanıtlamıştır.

* * *

Öbür taraftan bakıldığında zalim Nusayri, Sosyalizm’in kölesi durumunda olan Esed, yine bombalıyor.

Hama’da, Humus’ta Fırın önünde ekmek kuyruğunda bekleyen çocukları havadan bombalıyor, yalnız önceki güne mahsus 100 kişi fırınlar önünde can vermiştir.

Ve sözüm ona çağdaş medeni dünya da buna seyirci kalıyor.

Ve ne hazindir ki utanmadan kendilerine demokratik, insan haklarına saygılı, medeni bir dünya tanımını kimseye bırakmamaktadırlar.

Esed’in katliamlarını görmezlikten gelen aynı dünya “Süt dökmüş kedi” gibi arkasına bakıp pis pis seyrediyor.

Bunlar böyle devam ederken Mısır’daki İhvan-ı Müslimin ve diğer Müslümanlar Kur’an’ın yüce bayraktarlığını beyinlerine, ruhi derinliklerine dikerek, omuzlarına taşıyarak cihada dayalı mücadelesini sürdürmektedirler.

Ah o demokratik zemindeki yapılan cihat ve mücadele bir an evvel Türkiye’mize de nasip olsaydı!

Başta söylediğim gibi Türkiye’miz her ne kadar diğer bu Müslüman ülkeler gibi birazcık olsa rahatlamakta olduğunu hissediyorsa da, hiç de öyle değil.

Yine gizli batıl mezhepçilik inancına ve cuntalara dayalı gizli oluşumlar hala da varlık göstermektedirler.

Bunun baş temsilcisi de inanıyorum ki CHP anlayışıdır.

Ve yıllar yılı taşıdığı kirli mezhepçilik anlayışıdır ve piyon olarak da kullandığı DHKP-C, PKK, İşçi Partisi ve BDP ile Ergenekoncu generallerdir.

Bunlar hiç kuşkusuz bilinmelidir ki devletin bünyesinde bulunan askeri derin yapıyla ve karanlık kurullarla işbirliği içinde olup, bir an evvel yeni yeni ihtilaller, yeni yeni darbeler zorbaca dayatmalı oluşumların gerçekleşmesinin peşindeler.

* * *

İnşallah ümit varız ki, ülkemizde yaşayan yüzde 99 Müslüman ruhuna sahip olan halkımız, Resulullah Efendimiz (s.a.v) ve yüce Kur’an-ı Kerim’in cihat emri paralelinde 7’den 70’e kadar kendilerini yetiştiriyor.

Ve yetiştirmeye de devam ediyor.

Zira kesinlikle meşru zeminde hak arayışı içinde ne vesile olursa olsun, vazgeçilmez demokratik bir haktır.

* * *

Yüce kitabımız Bakara suresinde ve Enbiya suresinde olmak üzere aynı paralellik arz eden şu iki ayetin yüce mealinin ışığı altında kendine sembolize etmek üzere yoluna devam ederek i’lâ-yı kelimetullah paralelinde yürümektedir.

Bakara suresinin 251. ayetinin yüce meali aynen şöyledir;

“Allah'ın izniyle onları tamamen bozdular. Davud, Calut'u öldürdü ve Allah, kendisine hükümdarlık ve hikmet (peygamberlik) verdi ve ona dilediği şeylerden de öğretti. Eğer Allah'ın, insanları birbirleriyle savması olmasaydı, yeryüzü mutlaka bozulur giderdi. Fakat Allah, bütün âlemlere karşı büyük bir lütuf sahibidir”

Büyük bir lütuf sahibidir ki gerçek inanan Müslümanları her devirde tarihin akışı içerisinde zaferlerle sonuçlandırmıştır.

Hac suresinin 40. ayetinin yüce meali aynen şöyledir;

“Onlar ki rabbimiz bir Allah’tır demelerinden başka bir sebep, bir hakk olmaksızın diyarlarından çıkarıldılar. Allahın da nasıl bir kısmını bir kısmiyle defetmesi olmasa idi her halde manastırlar, kiliseler, havralar, mescitler yıkılırdı ki bunlar da Allahın ismi çok zikir olunur ve elbette Allah kendine nusret edeni mensur kılacaktır, şüphe yok ki Allah çok kuvvetli, çok izzetlidir”

Allah, inanan kitleleri koruma altına almıştır ve büyük cihat mücadeleleri sonunda zaferi onların eline vermiştir ve böylece yeryüzünü küfrün, şirkin, batıl mezhep inançlarının kirliliğinden ve terör unsurlarından temizlemiştir.

Bu realiteyi yüce Allah, özellikle yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de cihad gerçeğini vazgeçilmez olarak bize bildirmiştir.

Nitekim birçok yerde cihad  ile ilgili geçen ayetler söz konusu ise ama en çarpıcı ayet Tevbe suresinin 39. ayetidir ve ayetin meali aynen şöyle;

“Eğer topluca savaşa katılmazsanız, O sizi acı bir azaba uğratır ve yerinize başka bir kavmi getirir ve siz O'na zerrece bir zarar veremezsiniz. Allah'ın her şeye gücü yeter”

Yüce Allahû Teâlâ küfür ve zulüm unsurlarının bünyesinde taşıdığı soykırımları yeryüzünden temizlemek için ve yeryüzünü fesat ve bozgunculuktan kurtarmak için kesinlikle cihadı meşru kılmıştır.

* * *

İnsanların özgürce Allah’a kulluk yaparak fetbaz fitneci insanların bünyesinde taşıdığı küfür sistemleri yok edinceye kadar, dinin ana unsurlarından olan cihadı emretmiştir.

Bunu geri çeviren toplumlar, kesinlikle varlığını sürdürememiştir, sürdüremez de.

Nitekim hali âlem meydandadır.

Yani yüz yıldan beri haçlı batı dünyasının Siyonist, Yahudi lobilerinin Ortadoğu İslam ülkeleri üzerine nasıl hükümran olduklarını, kimse inkâr edemez.

Yaradılışı itibariyle tarih boyunca insanlar birbiriyle çarpışarak, savaşmaya devam ede gelmiştir.

Bu da beşeriyetin bünyesinde vazgeçilmez bir oluşumdur.

Zalimin zulmü var ise de mazlumun daima Allah’ı olmuştur ve sonuç itibariyle mazlum toplum zalimlere geç de olsa galebe çalmıştır.

Böyle olmazsa zaten insanlık yaşayamaz.

Nitekim Mısır’daki kahraman lider Mursi’nin zaferi bugün onu kanıtlıyor.

İşte darısı Türkiye’nin başına!

Zira, Mısır’da Mursi var ise de, Türkiye’de de Nürsi vardır.

Ama ne çare ki gelen giden muhafazakâr iktidarların başında muhterem Erdoğan gibi kahraman liderlerin varlığı söz konusu olmuşsa da ne hazindir ki sistemin çarpıklığı nedeniyle kozmopolit particilik anlayışıyla oluşa gelen karma bir çoğunluğun içinde yamuk anlayışların varlığı da kaçınılmazdır.

Zira çoğulcu parlamenter sisteminin gereği de budur.

Mecliste çoğunlukta parmak kaldıran hangi anlayışsa söz onundur, bunu da gerçekleştirmek için oy çoğunluğu elde etmek amacıyla yola çıkan liderler ne yaparsa yapsınlar kendi içindeki yanlış insanlardan bir türlü kendini arındıramıyorlar.

Tekrar ediyorum, Mısır’ın “Tahrir” zaferinin darısı Türkiye’nin başına olsun.

Ama toplumca yekvücut olarak üzülmemiz gereken, kulağımızın dibindeki Suriye’deki Müslüman kardeşlerimizin dağınık hali ve akıtılan kanın bir an evvel durdurulması, önlerine geçip o zalim Esed’i o temiz toprakların üzerinden defetmemiz, tüm İslam dünyasına ve hatta tüm insanlığa düşen yegâne vazgeçilmez kutsal bir görevdir.

Dünya ne yapıp, yapsın bugün artık kanın fazla dökülmemesi için “Kan emici Megalo Manyağın” varlığının ortadan kaldırılması gerekir.

En derin saygılarımla.