ASİL VE ANA İLKE, TOPLUMSAL BASİRETTİR!

Evet, sevgili SÖZ okurları!

Bilindiği gibi iki gün önce Anayasa Mahkemesi cumhuriyet tarihinde olağan hale gelen yine bir hukuk dışılığa imza attı.

Kocaman yüksek bir hukuk kuruluşu olarak bilinen yüksek mahkeme maalesef antidemokratik, hukuka değil, devlet ideolojisine yönelik siyasal bir partinin kapatılmasına yönelik oy birliğiyle karar verdi.

Gerekçe belli, DTP’nin teröre endeksli olma hali. Hukukçuların görüşüne göre bu gerekçe tutarlı bir gerekçe değil. Zira CHP’nin lideri olan Deniz Baykal, "ben Ergenekon Terör Örgütü’nün avukatıyım", İP’in başta Genel Başkanı olmak üzere bazı yöneticileri tutuklu olarak Ergenekon davasından yargılandıkları halde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı bunu görmezlikten gelerek hiç olmamış gibi, çifte standartla olayları geçiştirmiştir.

Gerek Baykal olsun, gerek İP olsun hiç birisinin kapatılmasına yönelik herhangi bir teşebbüse girilmemiştir.

Zira mantıksal bir kaziye olarak bunun tartışması yapılırsa Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı elbette ki kendini hukuksal eleştirilerden ve çifte standart uygulamalarından kurtaramaz. Adil olmayan görüşleriyle hazırladıkları iddianame kesinlikle hukuki değildir. İddianamede DTP hakkındaki gösterdiği deliller tümüyle çürük.

"Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurahman Yalçınkaya’nın AK Parti davasında olduğu gibi DTP’yi kapatma davasında da sunduğu delillerin büyük çoğunluğunun çürük olduğu ortaya çıktı" diyen görüşler ortada.

Bakınız, aynı Başsavcı AK Partiye ilişkin kapatma davasının iddianamesini hazırlarken mahkemeye sunduğu 400 delilden sadece 50’si geçerli görüldü. Yüksek mahkemenin DTP’yi kapatmasıyla cumhuriyet tarihinde kapatılan siyasi partilerin sayısı tam 25’e yükseldi.

Gazetelerin haberlerine göre ve aynı zamanda Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Haşim Kılıç’ın da demeçlerine göre, asıl iddianameye girmesi gereken isimlerin, iddianameye konulmaması ayrıca dikkat çekicidir.

Hatta Başkan’ın söylediklerine göre mahkemenin bu tavrı iddianamedeki bu tutarsızlık mahkeme heyetinin dikkatini çekmiştir ve yüksek mahkemece başsavcıdan sorulmuştur. Yani bir ek iddianamenin gerektiği ima edilmiş ise de başsavcı gerek duymamıştır.

Böylece tutarsız ve eksik bir iddianame hazırlamış!.. Anılan partinin en ılımlı ve ağırbaşlısı durumunda olan Ahmet Türk ile Aysel Tuğluk’un parlamenterliğine son verilmiş, hedef gösterilmiş.. Partinin şahin kanadı durumundaki isimler göz ardı edilmiştir. Bu uygulama birçok hukukçunun görüşüne göre antidemokratik hukuk dışı bir keyfilikten ibarettir.

Düşünün, Kurtulan’ın sözleri bile iddianamede yer almadı. Eşi dağda PKK için çalışan DTP Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın da birçok provokatif söylemlerine rağmen Yalçınkaya tarafından iddianameye alınmaması düşündürücüdür ve hayretle karşılanmaktadır.

Türkiye’deki yargının özellikle üst yargının böylece ideolojik ve yanlı kararları artık gözden kaçmamaktadır.

Bakınız sevgili okurlar!..

Son Danıştay’ın katsayı ile ilgili almış olduğu karar. YÖK Başkanlığı’nca bir üst mahkemeye yapılan itirazın reddi bırakın Türkiye’deki hukuk anlayışını, Dünya hukuk literatüründe dahi bir skandal olarak algılanmaktadır.

Dünkü Zaman gazetesinin manşetine dikkatinizi çekiyorum! Haberi 1. sayfada manşete taşıyan Zaman gazetesi şöyle diyor:

"PKK’NIN YENİ STRATEJİSİ, KARŞI ŞİDDET OLUŞTURMA"

"DTP’nin kapatılmasını bahane ederek dün Beyoğlu’nda yürüyüşe geçen 200 kişilik grup; ev, işyeri ve araçlara molotoflarla saldırdı. Malları zarar gören sokak sakinleri balta, döner bıçağı ve sopalarla protestocuları kovalarken, kalabalık arasına karışan eli silahlı bazı kişiler dikkat çekti. Terör örgütünün yeni stratejisinin halkı tahrik ederek, karşı şiddet oluşturmak olduğunu belirten terör uzmanlarına göre PKK, bu tür eylemleri provokasyon amacı ile yapıyor, vatandaş sağduyulu ve basiretli davranmalı."

Evet, sevgili okurlar!

Bize göre de gerçekten bu tür antidemokratik uygulamalara ve saldırılara karşı toplumsal bir tavır takınmak lazım. Cumhuriyet’teki Mehmet Faraç’ın birkaç gün önce Haber Türk’te yaptığı açıklama bize göre yerinde bir açıklamaydı. Faraç, şöyle diyor: "DTP PKK’nın kurbanı oldu. DTP, Abdullah Öcalan’ın oyununa geldi" gibi açıklamaları çok dikkat çekicidir.

Diğer bazı basın kuruluşlarının da manşetlerine taşıdığı görüntüler gerçekten ibret vericidir. "Reşadiye’deki 7 askerin şehit edilmesi KCK ile derin devletin işbirliği mi?" diye uyarı bakımından görüşler var.

Zira her zaman belirttiğimiz gibi 22 Haziran 1996’da Altındağ Dinlenme Tesisleri’ne yapılan saldırı sonucunda 8 masum insan katledilmiş, 15 kişi ağır yaralanmıştır. Ancak saldırı tıpkı bu Reşadiye’deki vuku bulan olay gibi.. Tam 4 gün sonra PKK üstlenmiş ise de sonradan yapılan araştırma ve soruşturmalar neticesinde işin altında JİTEM’in gizli damgası yani olayın patenti derin devletin ve JİTEM’in patenti olarak anlaşılmıştır. Böylece kirlenme oyunlarının devletin derinliğine inmesi zaman zaman terör örgütlerini taşeron olarak kullanması kaçınılmazdır.

"Görünen köy kılavuz istemez" misali. Kadıköy moda deniz kulübündeki Encüman-i Danışların masonik kafaların zaman zaman bir araya toplanıp Türkiye’nin huzurunu bozmak için böylesine kaos ve kargaşa yaratılmasına ilişkin aldıkları kararlar gün yüzüne çıkmaktadır.

Gösterilen çaba aşikardır ve bu husus da yalnız günümüze münhasır değildir.

İttihat ve Terraki Cemiyeti’nin uzana gelen bir kirlenme oyunudur ve komplo teorileridir. Bu tutum gerek Siyonist ve gerek Haçlı emperyalizminin Türkiye’ye gizliden gizliye bir müdahalesidir. Bunu yaparken de mutlaka devletin bazı odak noktalarını ele geçirip maşa olarak kullanmaları, böylece kaos ve kargaşa yaratılması için uğraş verilmektedir. Bunun stratejik amacı da bin yıllık tarihi bir bütünlüğün zedelenmesidir, bölünmesidir ve "böl-yut" politikasıdır.

Onun için bize düşen dostça uyarı, bazı provakatif olaylara gelinmemesi gerekir. Yalnız fiziksel göz görüntüsü ile değil,

Basiretli, inançlı, uyanık bir kalple, beyinle olayları seyretmek ve olaylara yön vermek lazım.

Her nedense yıllardan beri ülkemiz doğusuyla batısıyla kendini bir türlü kaos, kargaşa, fitne ve fesat bozgunculuğundan kurtaramıyor. Kan, gözyaşları had safhasına varmıştır. Nice ocaklar söndürülmüştür. 

Bize göre Kürt’ün de Türk’ün de birlik ve bütünlüğünde dil ve ırk gerçeğinden öte daha yüce bir gerçek vardır ki, o da İslamiyettir, Kur’an’dır ve yüce Peygamberimiz olan Hz. Muhammed’in faktörüdür. Bu yüce faktör bizi bin seneden beri birbirine bağlayıp Allah’ın ipine sarılmamızı sağlayan bir kardeşlik ve barış faktörüdür. Bu tarihi ve bilimsel bir gerçektir.

Tüm halkımıza ve siyasal partilerin basiretli liderlerine düşen görev de olayları yüzeysel ve ideolojik değil basiretli, kalbi ve ruhi görünümlerle değerlendirmeleridir.

Evet sevgili okurlar!

Bugünkü yazımıza başlık olarak koyduğumuz ifade içi boş bir kavram değildir, içi dopdoludur, anlamlıdır.

"ASİL VE ANA İLKE, TOPLUMSAL BASİRETTİR" ifadesinin devamı ise şöyledir.

Toplumda fitneyi uyandırmama, bozgunculuk yaratmama, masum insanların kanını, malını, canını koruma altına almaktır.

Bu paralelde ben burada siz değerli okurlarımı yüce Kur’an-ı Kerim’in şu ayet-i kerimesiyle uyarmak istiyorum. Bu ayet-i kerimenin mana değeri çok yücedir. Yüce olduğu kadar da kapsamlıdır, anlamlıdır ve kurtarıcıdır. Toplumları şerden, bozgunculuktan, fitne ve fesattan kurtarmaya yöneliktir.

Bakınız; El-Araf süresinin 55 ve 56. ayetlerine, 55. ayetin son cümlesi  şöyledir. "İnnehu La yuhibbül-mu’tedin (O Allah, mütecavizleri kesinlikle sevmiyor, dost olmuyor) 56. ayetin son cümlesi olan Vela tufsidu fil ardi ba’de islahiya (Yeryüzünün sulh ve barış içinde olduğu halde bozgunculuk yaratmayın)"  

Evet sevgili can dostlar!

Bu ayetin cevherine çok dikkat etmek lazım. Sımsıkı sarılmak lazım. 55. ayetin son cümlesi açık ve net olarak diyor ki, Allah-u Teala kesinlikle mütecaviz saldırganları sevmez ve dost olmaz.

Mu’tedin kelimesinin terim olarak anlamı şudur. Mütecaviz olanlar, yani başkasının hakkına tecavüz eden, başkasına zulmedenler, maddi ve manevi hukukunu çiğneyenler, zira bu zulümdür.

Anlamı çok kapsamlıdır. Mütecaviz zalim kimdir, başkasının malına, mülküne, canına, ırzına ve kanına tecavüz eden kimselerdir. Gerek mali olsun, gerek fiziksel vücudunun herhangi bir organına olsun ve gerek diğer varlıkları olsun, tecavüz edene mu’tedin denir, zalim denir.

Keza Allah’ın hukukunu tanımayıp, hududu aşanlar, onlar da aynı şekildir. 56. ayetin son cümlesi ise, Yeryüzündeki yaşamakta olan toplumların barışına, fesat sokmayın uyarı boşuna değildir.

Gerek kültürel, ekonomik ve teknolojik gibi toplumsal günlük hayat akışlarına müdahale edip, bozgunculuk yapmayın, bunu yapan karşılarında insanları gördüğü gibi, onların baş düşmanları da Allah’tır.

Düşünün, bir ülkenin bir toplumun barış hayatına çomak sokarcasına müdahale etmek, o toplumun ekonomisinden tut, kültürüne, tarihine ve ahlakına kadar, kargaşa ve kaos yaratmak.

Tek kelime ile tağuti ve zorba düzenlerin köleliğidir ve uşaklığıdır.

En derin saygılarımla.