BALYOZ ÜSTÜNE BALYOZ!

Evet, sevgili okurlar.

Malumunuz üzere Türkiye, insanıyla ve devletiyle bir bütün olarak çok büyük ızdırap çekmektedir.

Ve hep "badireler" geçirmektedir.

Çünkü çok önemli odaklar, ülkeyi ve milleti vahim derecede meçhullere doğru sürüklemektedir.

Tabiî ki bu "kara tablo" ve ızdırap içeren olaylar salt bugüne özgü değil..

Yıllar yılı süre gelen önü arkası kesilmeyen olaylar silsilesidir.

Ne acı bir gerçektir ki; derin uçurumları icra eden tablo içerisinde insanımız bir türlü kim dost, kim düşman kestirememektedir.

Peki bu; bilerek mi, yoksa bilmeyerek mi "vuku" etmekte!

Doğrusu; bilerek kestirmiyor. Ve kestirebilmeye de niyeti yok gibi.

İşte felaket ve helaket te bu noktadadır..

Milletleri, devletleri ve ülkeleri yönlendiren sevk ve idareyi elinde tutan malum çevreler hiç kuşkusuz ki;

Basındır, siyasi partilerdir, yasama, yürütme ve yargı kuruluşlarıdır.

Bunların arasında herhangi bir anlaşmazlık çıkarsa, vay o ülkenin haline..

Devletlerin yönetiminde en büyük fonksiyon sahibi hiç kuşkusuz hükümetlerdir.

Ama ne var ki; ülkemizde bu böyle değildir.

Tam aksi istimakette söz sahibi basındır, medyanın önemli kalemleridir ve üzülerek belirteyim ki asker ve yargı vesayetidir ..

Medyanın yönlendirmesiyle askeri vesayet altına giren ülkeler hiçbir zaman ümitsizlik vadilerinden çıkıp sahili selamete ulaşamazlar.

Sevgili okurlar!

Şimdi bu anlattıklarım devede kulak bile değil..

Türkiye’nin gerçek yüzü çok daha vahimdir.

Ama biz istiyoruz ki Türkiye’nin bu gerçek yüzü biraz daha "deşifre" olsun ki gerçekçiliğe çıksın ve gerçek bir yola girsin.

Aksi halde kimin eli kimin cebinde olduğu hiç bir zaman su yüzüne çıkmaz.

Kim kimin namı hesabına çalışıyor gerçeği hep kapalı kapılar ardında kalır.

Peki;

Devletin kilit noktasındaki odakların başında bulunan zevat acaba neleri düşünüyor?.

Halkına neleri öneriyor?.

Demokrasiyi mi, antidemokratik bir mezalimi mi yoksa direk olarak ülkeyi vesayetleri altına almak mı?

Yavaş yavaş gizliden gizliye devleti eline geçirmek mi istiyorlar.

İnanın bu da yabana atılacak fikir değil..

Görünen köy kılavuz istemez misali, her sabah çıkan olaylar bunu gösteriyor.

Yazılı medyanın birinci sayfalarını ele alarak okuduğunuz zaman der demez tüyleriniz ürperiyor.

Gözler yaşarıyor, renkler soluyor; ama hiç kimsenin elinden de bir şey gelmiyor.

Herkes hayretler içerisinde duraklayarak birbirine bakmak zorunda kalıyor.

Karşınızda; göz yaşına boğulmuş analar. Feryat ve ağıtları yükselen bacılar..

Söndürülen ocaklar. Deyim yerindeyse incir ağacı dikilen; baba ocakları..

Acı üstüne acı..

Hazin ve vahim bir; sürec!

Sahi sormazlar mı hani bu memlekette kurtarıcılar vardı?

Ki inanıyorum ki herkes kendi kendine bu soruyu soruyor..

Nerde bu ülkenin "kurtarıcıları" diye!

TSK’nın başındaki ve içindeki çok önemli büyük üniforma sahibi generallerimiz var..

Fakat bunların başında da Genelkurmay Başkanımız var.

Bazen öylesine dehşet-engiz bir uslüp ve düşünce üretiyor ki; akla ziyan!

Mesela geçtiğimiz günlerde bir televizyonda yapılan mülakat..

Ağızdan dökülen inciler, inanın manevi olarak insanı beyninden vurulmuşa çeviriyor.

Gerçekten "kullandığı" dil ve düşünce noktasında TSK’ya yakışmayan bir baş temsilci durumuna düşüyor.

Bu hareketleri niye yapıyor o da meçhulümüz.

O sorumluluğu da kendisinin taşıması lazım.

Bakınız!

Taraf gazetesinin dünkü sürmanşetine taşıdığı şu ifade Türkiye kamuoyuna yeter de artar bile.

"Malum general"

Ve manşet haber şöyle devam ediyor..

"Taraftan malum gazete diye bahseden malum general milyonlarca izleyicinin önünde yine hukuku ihlal etti"

Bu ifadeyle gazete Genelkurmay Başkanını kalemiyle ve eleştirileriyle iyice sıvıyor ve yerden yere çakıyor.

Sayın Başbuğ diyor ki: "İrticayla mücadele planını polis sızdırdı"

Bunu nereden bildiğini planın gerçek olup olmadığını ise açıklamıyor.

İşte Genelkurmay Başkanı’nın iki gün önceki basına vermiş olduğu mülakat şöyle üç-dört başlıktan ibarettir.

İkincisi Sayın Başbuğ diyor ki: Bağlı olduğu Meclisin BDP’li vekillerine "Ya Milletvekilliğinden ayrıl ya da dağa git.."

Üçüncü başlıkta ise;

"Cizre’de yirmi cinayetin emrini vermekle yargılanan Albay Temizöz’e "yapılanlara üzüldüğünü" söylüyor..

Peki bu hukuka müdahale değil mi?

Hem de bal gibi müdahale!

Aynı zamanda yönetimi esir alırcasına bazı tavsiyelerde bulunuyor.

Evet!

Albay Temizöz’e üzülen bir general varsa o da demek Genelkurmay Başkanımızdır.

Tıpkı Org. Yaşar Büyükanıt’ın Şemdinli olaylarında yakalanan Başçavuş Ali Astsubay için dediği gibi "iyi çocuktur.."

O günün Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt gibi oturduğu makamdan halka deyim yerindeyse ahkâm kesiyor.

Bir insan rütbesiyle insan olamaz.

İnsanlığın yüce değer faktörü ruhunda zerk edilmesi gerekir.

Yoksa makyajlı ve takma yaldızlı yıldızlarla hiçbir zaman insan efendi olamaz.

Bu durumda bu hal insana bunu dedirtmekten başka bir şey değildir.

Yani der demez insanı bu tür ifadelere sürükleyen bu unsurlar daha ne zamana kadar halkının karşısına geçip, halkı yönetecekler?

Ve daha ne zamana kadar bulanık suda balık avlayacaklar?

Ne zamana kadar İsrail generalleriyle boy ölçüşecekler?

Bunu sormaktan başka kendimize bir görev bulamıyoruz.

Ancak bunu deriz.

Maşallah.

Böylesine generaller, böylesine Genelkurmay Başkanları dostlar başına(!)

Nazar değmesin, evlere şenlik.

Kocaman bir Türk devletinin koca bir ordu ve bu ordunun bünyesinde bulunan TSK diye adlandırılan bir kurum ve o kurumun başındaki zevat.

Oraya gelebilmesi için illa İsrail’e gidip ağlama duvarında dimdik bekleyen ve ağlayan insanlara da bu yakışır zaten.

Bakınız, sevgili dostlar.

Mehmet Altan’ın "Malum General" başlıklı yazısından birkaç paragrafı sizinle paylaşalım.

Bana göre çok önemli ve iğneleyici ifadeler.

Prof. Mehmet Altan’ı tebrik ediyorum.

Okurlarını ve Türk kamuoyunu aydınlatıyor ve ruhuna hitap ediyor.

"Burasının nasıl palavra bir devlet, nasıl çakma bir askeri cumhuriyet olduğunu üzülerek bir kez daha gördüm.

Sanki yirmi altı yıldır söz konusu olan beş bin kişilik silahlı gayri nizami bir güç değil de düvel-i muazzama…

Üç saat sadece PKK dinledik…

Nizami bir devlet ordusu ile savaşa girişsek ne olacak?

Daha da vahimi…

Sanki başarısızlığı ve yetersizliği her geçen gün biraz daha ortaya çıkan, karakollarını bile koruyamayan, PKK’lıları görüp "çoban zanneden", kekik toplayan ihtiyarları "PKK diye öldüren" bir manzara yok…

Sanki darbeleri ortaya çıkarmayan, sanki Ergenekon’u kendi içlerinden temizlemekte isteksiz davranan, sanki akıllarını siyasete takmış zafiyet yok…

Gözümüze hayatın soktuğu bu gerçeklere karşın, hiçbir cazibesi ve pırıltısı olmayan onca boş laf dinleyip durduk.

Çok üzüleceksiniz…

Anayasa gündemin en acil konusu ama…

Bu "çakma askeri cumhuriyeti" toptan AB standartlarında "demokratik bir cumhuriyet’e" dönüştürmeden her şey hikâye…

Askeri Ceza Yasası’nın 148. maddesinden başlamak ister misiniz?"

İşte sevgili dostlar.

Böylesine manzaralar, dedik ya dostların başına.

Milli güç, milli ordu demektir.

Ya da diğer bir deyimle milli ordu milli güç demektir.

Yıllar yılı eğer bir ordu bir terör örgütüyle başa çıkamıyorsa orada ayrı bir düşündürücü hesap var.

Başta dedik ya kimin eli kimin cebinde belli değil.

Burası Türkiye.

Ve birde Bugün gazetesinin manşetinde yer alan haber;

"BALYOZ DARBESİNDE 196 SUBAY SANIK"

Kaos çıkarmak için camilerin bile bombalanmasının öngörüldüğü "balyoz darbe planı" iddianamesi tamamlandı.

Eski Kuvvet Komutanlarının da aralarında bulunduğu 196 subay sanık olarak yer aldı.

Evet, anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna bile az.

Allah-u Teala bu mübarek günlerin, bu mübarek gecelerin yüzü suyu hürmetine bu milleti sahili selamete göndererek akıl, şuur ve izan sahibi olmayı nasip eylesin.

Herkes ferasetini kullanmalıdır.

Nerde inceyse orda kopsun misali ancak bunu diyebiliriz.

En derin saygılarımla.