BAŞBAKAN DİYOR Kİ!

Evet, sevgili okurlar.

Bugünkü yazımdan önceki;

12 Şubat ve 13 Şubat tarihli, “BUGÜN VİRANE OLMUŞ MÜLK-İ İSLAM” başlıklı on binleri aşan okuyucunun okuduğu her iki yazının içeriği tarihi Ziya Paşa’nın, İslam dünyasının ne kadar sahipsiz olduğunu ve ne kadar biçareliğe düşürülmüş olduğunu tarihi tespitleriyle, kaleme almıştık.

Burada bunları tekrarlamaya gerek duymuyorum.

Ancak; “Geçmişinden ders alamayan toplumlar, hiçbir zaman geleceğini kestiremez” ifadesi de tarihsel bir gerçektir.

Yüce İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v), İslam devletini Medine’de kurarken çok büyük bir azınlık içerisinde olmakla beraber, büyük güçsüzlükte vardı.

Bunun aksine çok büyük düşmanlar da etrafını sarmıştı.

Gerek Mekke müşrikleri ile gerek Medine’de bulunan Yahudilerin işbirliği, bir de bunun yanı sıra Medine’deki Müslüman görünüp, Yahudilerle işbirliği yapan münafıkların varlığına rağmen, İslam her gün biraz daha parlıyor, sesi yükseliyor ve yeryüzüne yayılıyordu.

Bu da elbette ki tüm varlığını tevhit inancına adayan o büyük İslam lideri Efendimiz (s.a.v)’in ve onun etrafındaki ihlâslı bireylerin varlığıyla gerçekleşiyordu.

O büyük insanın vefatından sonra her iki halifenin döneminde, yani Hz. Ebubekir (r.a) ve Hz. Ömer’in(r.a) hilafeti sürecinde de o büyük ilerleme devam ediyordu.

Zaten bilindiği üzre, Diyarbakır’ın fethi bile Hz. Ömer’in hilafeti esnasında olmuştur.

Ama ne yazık ki, Hz. Ömer’e yapılan suikastın sonucunda hilafet makamına oturan Hz. Osman’ın dönemi pek fazla sürmedi.

Zira başta anlatmaya çalıştığım, İslam’ın ilk günlerinde Mekke müşrikleri, Medine’deki Yahudiler ve münafıkların işbirliğine rağmen Efendimiz (s.a.v)’in çalışma samimiyetinin önünde etkisiz kalmıştılar.

Ama herkes yani Müşriklerle Yahudiler kısa bir süreç içerisinde yok olmaya başladıysa da, münafıklar varlığını gizliden gizliye her gün biraz daha artırarak devam ediyorlardı.

Ta ki Hz. Osman’ı şehit düşürünceye kadar!

Daha sonra Hz. Ali ile Hz. Ayşe arasındaki bir hiç uğruna çıkan kavga ve ondan sonra Muaviye’nin Hz. Ali’ye karşı vermiş olduğu yanlış yöntem mücadelesi ve Muaviye’nin vefatından sonra devlet mekanizmasını oğlu Yezid’e teslim etmesiyle çok büyük fitnelerin uyanışına neden oldu.

Bunun temelinde yatan da, hani dedik ya münafıklarca gizliden gizliye devlet bünyesine atılan nifak tohumları söz konusu olmuştur.

Günümüze dek devam eden bu tür kimliği meçhul olan kişi veya kişiler, hep devlet büyüklerine yanaşmışlar, sureti haktan kendini göstermişler.

Ve kişisel rantlarını ön planda tutup, böylece devlet büyüklerini geçici de olsa yanıltmaya çalışmışlar.

Tıpkı bugünkü AK Partinin temeline sızdırılmış birçok meçhul kimlikler gibi.

* * *

Sevgili okurlar!

Sözün kısası, fazla başınızı ağrıtmadan sizi merhum Necip Fazıl Kısakürek’in tarihi “Büyük Doğu” dergisinde yazılan önemli ve ibret veren bazı tespitlerine götürmek istiyorum.

Evet, Büyük Doğunun 9 Mart 1951 yılı 51. sayısı 2 gün evvel elime geçti.

Bir göz gezdirdim, rahmetli Necip Fazıl Kısakürek’in kalemi ne kadar keskin, ilmi dehası ne kadar büyük ve bir o kadar da yüreği büyük bir insan olduğunu bir kez daha, gördüm ve hatırladım..

Dergideki önemli tespitleri zaten bu güvenirlik ve büyük insan olma özelliğini gösteriyor.

Bakınız, derginin birinci sayfasındaki başlık aynen şöyle;

“YIKILMAYA MAHKÛM MEDENİYET”

“Maddeden başka payandası kalmayan garp

Geriye dön küçük sütunlar yıkılacak!!!”

Son sayfasında “DİN BOZGUNCULUĞUNA MİSAL” başlıklı haber ve bunun yanı sıra kareye alınmış büyük harflerle yazılan “TAKDİM” ifadesi.

Tabii ki “DİN BOZGUNCULUĞUNA MİSAL” başlıklı yazı bir hayli uzun olduğu için hepsini buraya alamayız, bunu zamanla sizinle bazı pasajlar halinde paylaşacağım.

Ama “TAKDİM” başlıklı yazısı kısa olduğu için, bir ibret olsun diye sizinle burada paylaşıyorum.

***

“Türk anglo amerikan postası isimli ve D.P. organlarından biri olan bir mecmuada gördüğümüz bu yazıyı dindar görünüp de dinimizi içeriden tahrip etmek isteyen ve hatta Protestanlık âlemi tarafından idare olunan iğrenç zihniyetin en parlak misali ve başlıca (antitez)lerimizden biri olarak dikkat ve ibret nazarınıza vazederiz (sunarız)”

Tabii bu meyanda kocaman bir sayfa bu tür dindar görünüp de ve temelde dinin, toplumun ve cemaatlerin temelini dinamitleyen çok önemli ikiyüzlü insanların varlığı söz konusu olmuştur.

Başta ifade etmek istediğim gibi, ta devrisaadetten günümüze kadar, kimliklerini meçhul tutan münafıkların devletler bünyesinde çok büyük rol aldıklarını ve neticede zaman zaman da beklediklerine de ulaşmış oldukları da tarihi vakalar içerisindedir.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Malumunuz üzre dün, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Mardin ve bazı ilçelerinde büyük bir kitleye karşı yaptığı konuşmalar, gerçekten birer tarihi levhalardır.

Ülkemizin hatta özellikle coğrafyamızın ve bu coğrafyadaki bazı illerin portresini çizen Başbakanın, tespitlerinin ne kadar gerçekçi olduğunu kimse inkâr edemez.

Örneğin; Sayın Erdoğan Mardin’de 29 tesis ve yatırımın açılışını muhterem hanımefendi eşi Emine hanımla beraber yaptı.

Bunun yanı sıra Aileden Sorumlu Bakan Fatma Şahin hanımefendiyle beraberdiler.

Samimi ve zevkli üçlü bir sohbet görüntüsü vardı.

Başbakan şöyle diyordu;

“Terör biterse her il Gaziantep olur”

Ve aynı zamanda özellikle Diyarbakır’ımızı herkese gösteriyordu.

Zira “Terör etkisiyle kepenklerini kapatan esnaf ve iş dünyası hiçbir zaman bir yere varamaz” diye Diyarbakır’a gönderme de yapıyordu Sayın Başbakan.

Aynı zamanda “Sermaye terörün bulunduğu yere de gelmez” demesi gerçekten tarihi bir tespittir bizce.

Ama muhterem Başbakanımıza da bunu hatırlatma babında diyoruz ki;

Evet, evet Sayın Başbakanım, yerden göğe kadar haklısınız..

Bu köşede zaman zaman dile getirdiğim gibi, zat-ı âliniz bu ülke için son bir şanssınız.

Ama yazımızın başında dile getirmek istediğim tarihi bazı gerçekler var.

Onları da bir devlet büyüğü olarak, etrafınıza bakıp da bizce düşünmenizde fayda var.

* * *

Bakınız, Güneydoğu illeri arasında Gaziantep’in terörsüz ve yatırımcı bir il olduğunu örnek olarak gösteriyorsunuz.

Mardin’de 29 tesis açıyorsunuz.

Keza Şanlıurfa’ya da sık sık geliyorsunuz ve halkın dertleriyle dertleniyorsunuz.

Ve bu arada Diyarbakır’a da birer mesaj vererek uyarmaya çalışıyorsunuz.

Elbette ki çok önemlidir, memnuniyet vericidir.

Yalnız bu iller hakkındaki tespitleriniz, ne kadar yerindeyse de Diyarbakır’a da bakışınız bizce o kadar yanlıştır.

Zira Diyarbakır halkı, hiçbir zaman terörü bağrına basmamıştır ve basmaz da.

Ancak tarihi tespitlerimize göre Diyarbakır’ı her gün biraz daha terörün kucağına iten ve sürükleyen Diyarbakır halkı değil, muhafazakâr geçinen partilerin Diyarbakır’daki yanlış insanlarca kurdukları il ve ilçe teşkilatları neden olmuştur.

Keza Ankara’ya seçtirilip, gönderilen bazı siyasilerimiz neden olmuştur.

ANAP döneminden Refah-Yol’a kadar ve 10 yıllık iktidarınıza kadar görünen odur ki, kurulan il ve ilçe teşkilatlarınız halk tarafından sevilip bağrına basılan insanlar olmamıştır.

Hep halka yukarıdan kuş bakışıyla bakan kimseler olmuştur.

Öncelikle seçilip, TBMM’ne gönderilen bazı önemli şahsiyetlerin varlığı Diyarbakır’ın bu hale düşmesine neden olmuştur bizce.

Bunu açık ve net olarak zat-ı âlinize ifade edeyim ki, Gaziantep’ten çıkan bir Aile Bakanı aktif, objektif, uyanık bir Fatma Şahin hanımefendinin varlığı ise Şanlıurfa’nın da Şanlıurfalı bir bakan değil Ordu’lu Bakan Faruk Çelik’tir.

Mardin ise Sanayici İşadamlarından fedakâr yatırımcıların başında sayılabilen Zeynel Abidin Erdem’in kendi illeri için ne kadar rol aldıkları bölgesel gerçekler içerisindedir.

Peki ya Diyarbakır’ımızda kimler var?

Siyaset alanında 8 yıldan beri Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığını Sayın Mehmet Mehdi Eker yönetiyor.

Bugün, Diyarbakır seçmenleri arasında bir referandum yapılırsa Sayın Bakanımıza olumlu oy verebilecek kaç kişi söz konusu olabilir acaba?

İl ve ilçe teşkilatlarına bakıldığında da bugünkünü kastetmiyorum, yıllardan beri halkla teşkilat arasında ne gibi bir insicam, sevgi bağı ve ilgi kurulmuştur?

Tüm bunlar birer soru işaretleridir.

Acı gerçeklerdir ve özeleştiridir.

Yoksa biz burada kimsenin şahsiyetini küçük düşürmeye veyahut herhangi bir şeyler isnat etme niyetinde değiliz ve olmayız da.

Ama kamuoyunun tespitleri de bundan ibarettir.

Evet, il teşkilatlarınız yıllardan beri kim başa gelmişse ve etrafında bulunan siyasilerin hepsi değil ama bazılarının Diyarbakır’ın diğer illerden geri kalışının sebebi, Diyarbakır halkının terörize edilmiş bir halk olmayıp, sadece terörün kucağına iten siyasetin önemli bazı unsurlarıdır.

Artık bunun çözümü de zat-ı âlinize düşüyor.

En derin saygılarımla.