BAŞBAKAN, TSK VE SİMON PERES!

Evet sevgili okurlar!
Son günlerde, yani üç gün evvel Davos’ta vuku bulan asrın olayı, yerküresini adeta sarsmış durumdadır.
Bu olay gerçekten az-öz bir olay değildir.
İnanıyorum ki son asrın büyük hadisesi olarak tarih sayfalarına geçecektir.
Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı yaptığı bu girişiminden dolayı kutluyorum, tebrik ediyorum ve "Sana selam olsun ey büyük insan!" diyorum.
Siyon emperyalizmine karşı senin yaptığın mücadele gerek Türkiye’nin ve gerekse İslam dünyasının izzet ve vakarını kurtardı.
Özellikle Türkiye, özellikle İslam dünyası ve tüm dünya sana müteşekkirdir.
Zira, zulme, çağımızın siyonist kokuşmuşluğuna ve edepsizliğine set çektiniz.
Salyalı ağızlara gem vurdunuz, haince uzatılan ayaklara da pranga oldunuz. Yalnız Simon Peres’e değil, dünyaya haykırdınız.
Sevgili Başbakanım!
İnanın ben Şemdinli Olayı’ndan bu yana özellikle Van Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın başına gelen ve hükümet olarak, devlet olarak o mazlumun hakkını savunmadığınız için veya sessiz kaldığınız için ülkemizin inanmış vicdanlı bir çok insanı gibi ben de zat-ı alinizden kırgındım.
Hatta son olarak İsrail Başbakanı Ehud Olmert’in Ankara’ya gelişinde sizinle tokalaşarak dönmesiyle üç gün içerisinde o Filistin, Gazzeli masum insanların üzerine yağdırdığı fosforlu bombalar yüzünden Allah demiş ya; "kulum doğru söyle" beni adeta büyük hayal kırıklığına sürüklemişti.
Hep kendi kendime diyordum, "ne olduk, neyi bekliyorduk ve nelerle karşılaştık?."
İstemeye istemeye gerek zat-ı alinizin, gerek Cumhurbaşkanımızın ve gerekse AK Parti’nin tutumlarını içimizden hep eleştiriyorduk ve inancımız sarsılıyordu.
Ama meğer ki yanlış düşünmüşüz. Size ve Cumhurbaşkanımıza bir kez daha buradan hayranlığımı iletmek istiyorum.
Gerekeni neyse yaptınız ve daha bundan sonra da yapacağınıza inanıyorum.
Diklemediniz ama dik durdunuz.
Sizin bu tutumunuz beni 100 yıl önceki İngilizlerin İstanbul’u istilası sürecine kadar götürdü.
Yani işgalci emperyalist Haçlı İngilizlerin İstanbul’u işgal ederken Osmanlı’nın artık elde kalabilecek bir şeyi yokken orada Angelikan Kilisesi’nin Baş Papazı tarafından diklenerek, gururlanarak, kibirlenerek Firavun misali Nemrutlaşmış bir edayla Meşihhati İslamiye’den altı soru sormak ister.
Ve bu soruların altı yüz kelimeyle cevaplandırılmasını ister.
O günün Şeyhülislamları ve Osmanlı’nın büyük ilim dehasına sahip ulema kesimleri bir araya toplanır, birbiriyle konuşarak "Biz buna nasıl cevap vereceğiz?" diye endişe içerisinde kıvranıp dururken, o günlerde Üstad Bediüzzaman hazretleri, İstanbul Üniversitesi’nin bir kolu olan Darül Hikmet-i İslamiye’de öğretim üyesi iken Meşihhati İslamiye Kurulu tarafından bu suallere cevap vermek üzere kendisinden yardım isteniyor.
Kendisi de orada izzet ve şehameti islamiyeyi muhafaza etmek için alaycı bir edayla İngilizler tarafından sorulan bu sorulara kendisi de tıpkı sizin Davos’ta yaptığınız gibi izzet ve gururuna dokanarak dayanmayıp ayağa kalkmış ve şöyle demiştir:
"Beyler! Bu sorulara karşı verdiğimiz cevap altı yüz kelimeyle değil, altı kelimeyle de değil, hatta bir kelime dahi değil, belki bir tükürük ile cevap veriyorum.
Çünkü, o işgalci devlet işte görüyorsunuz ayağını boğazımıza bastığı dakikada onun Baş Papazı mağrurane kibirlenmiş, üstümüzde dayatmacı bir edayla sual sormasına karşı değil cevap vermek, ancak yüzüne tükürmek lazım geliyor ve diyor ki, (tükürün o ehli zulmün o merhametsiz yüzüne, tükürün.)"
İşte sanki zati aliniz üstadın o yüz sene evvelki Haçlı emperyalizmine karşı tutumunu hatırlayıp bu tam yüz yıl sonra siz iman şehametiyle bu kez haçlılar değil, emperyalist siyonistlerin yüzüne adeta tükürdünüz.
Tekrar tekrar sizi kutluyoruz. İslam dünyasının ve tüm Ortadoğu halklarının içini okudunuz ve imanlarına tercüman oldunuz.
Aslında çok büyük bir olay başardınız ise de, bize göre geç kalınmış bir olay.
1923’lerdeki Lozan Antlaşması’na imza atan o günün yanlış insanları, o yanlışlığını tarihe kurtarıcılık ve kahramanlıkla geçiştirdiler.
Bu nedenle Lozan artık anıldığı zaman hezimet değil, zafer olarak adlandırılıyordu. Halen de öyle…
Oysa ki işin içinde büyük bir aldatmaca var, gerçek ve hukukdışılık vardır.
Lozan, o gün kurtarılamamış, belki kurtarma yerine hezimet olarak millete dönmüştür.
Evet.. Sevgili okurlar!
Bunu da burada belirtmeden geçmek istemiyorum.
Başbakanımızın yapmış olduğu bu tarihi kahramanlık elbette ki gerek bizim tarihimiz, gerek dünya tarihinin sayfalarına altın harflerle yazılması gerekir.
Ancak tüm bunları bi tarafa bırakalım. Türkiye’nin en büyük makus kaderi dost görünüp, düşman muamelesini yürüten hain anlayışlara bakalım.
Öyle çoklar ki. İşte bu hain anlayışlar maalesef hem medyamızda vardır, hem devletimizin bazı önemli kurum ve kuruluşlarında vardır hem de siyasette vardır.
Davos olayını ters yüz etmek isteyen hainler vardır.
Veyahut olayı getirip onların hegemonyasına sokmak ve işi ters yüz etmek fırsatını elde etme çalışmaları vardır.
İşte bizi üzen taraf Monşer ve Piyon ajanlar ne çare ki Başbakan’ın bu girişimini değişik yorumlarla yorumluyorlar.
Bana göre aslında Türkiye’nin en büyük problemi içten yıkmaya çalışan hain ve ihanet şebekelerdir.
Onlar fırsat buldukça dışa bağımlı ajanlarla, özellikle İsrail’le çalışanlardır.
Bunlar ülkemiz için antidemokratik hukukdışı nedenlerdir.
Hükümete düşen görev hemen bunları tespit edip ipliklerini pazara çıkarması lazım.
Bakınız sevgili dostlar!
Yukarda dedim ya! Dost görünüp düşman muamelesi yapanlar.
Bunlar maalesef devletimizin bünyesine sızdırılmış antidemokratik unsurlardır.
Kimin eli kimin cebinde belli değil. Bu unsurlar şeklen de açığa vurmayıp devlet yanlısı görünüyorlar ise de aslında devletin ekmeğini yiyorlar ama çalışma stilleri tam tersinedir.
Özellikle düşmanlık ve hainliktir.
Bakınız!
Bu hıyanet erbabının ülkemizde bulunan terör örgütleriyle nasıl işbirliği yaptığını size tüm yönleriyle ortaya koyacağım.
Bakın dünkü gazetemizin birinci sayfasında "TSK’nın Harekat Planı PKK’lı Hacker’da çıktı" başlıklı şöyle bir haber var:
"Diyarbakır’da ‘hırsız’ olduğu şüphesiyle gözaltına alınan R.Ç.’nin bilgisayar ve DVD’lerinde özel bir yöntemle şifrelenmiş Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) bağlı bazı birimlerin harekat planları bulundu. Zanlının ‘özel bir yöntemle şifrelenen’ bilgisayarında ayrıca İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne ait personel isim listesi ile bazı terörle mücadele şubelerinin dokümanları çıktı. Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı, iç ve dış güvenlikle ilgili gizli bilgilerin bulunduğu iki DVD’yi, muhafaza altına aldı. Savcılık, yargılama esnasında istenmesi halinde DVD’leri mahkemeye sunacak. Elde ettiği gizli bilgileri bir aracı vasıtasıyla PKK yöneticilerinden Murat Karayılan’a ulaştıran internet korsanının (hacker), ‘örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek’ suçundan 10 yıl kadar hapsi isteniyor"
Bir de "Savcı Öz’e Şemdinli’yi anlattı" başlıklı haber 01 Şubat 2009 10.28’de internette geçti.
Haber şöyle devam ediyor:
"ETÖ’yle irtibatı belirlenen çete sanığı, Şemdinli Olayı ile ilgili çarpıcı bilgiler verdi…
Ergenekon’la irtibatı belirlenen çete sanığı talimatla ifade verdi: Seferi Yılmaz uyuşturucuyu PKK’ya ihbar etti. Uyaracaklardı. İtirafçı bomba attı…
Malatya’da başka bir çete davasından tutuklu olan Veysel Şahin, Ergenekon Savcısı Zekeriya ÖZ’ün talimatıyla Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı’na verdiği ifadede şok iddialarda bulundu.  Bölgede görevli bir komutanın, uyuşturucu ticareti yapan aşiretin yanında yer aldığını ileri süren Şahin, şunları anlattı: ‘Kitabevi sahibi Seferi Yılmaz, Barzani’nin istihbarat birimine bilgi aktarıyordu. Şemdinli’den geçecek 96 kilo eroinle ilgili anlaşmazlık çıktı. Seferi Yılmaz bilgileri PKK Kongra-Gel’e bildirdi. Uyuşturucu üretilen mağara PKK’lılarca basıldı. Buradaki asit anhidrit ve amonyum nitrat alınarak götürüldü.’ Bunun üzerine uyuşturucu sahibi aşiretin yanında yer alan bölgedeki komutanın, ele geçirilen uyuşturucuyu envantere geçirmeden satan astsubaylar Özcan İldeniz ve Ali Kaya’yı tehdit için Seferi Yılmaz’a gönderdiğini anlatan Şahin, ‘Seferi Yılmaz’ı uyarıp döneceklerdi. Ancak itirafçı Veysel Ateş bomba atınca olay patlak verdi."
Bir de 24 Ocak 2001’de Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ın beş korumasıyla birlikte acımasızca katledilmelerinin hadisesini ise aynı Veysel Şahin anlatıyor.
Devamı yarın…