BELİRSİZLİKLER İÇERİSİNDE YÜRÜYEN BİR İSLAM DÜNYASI!? (III)

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği üzre üç günden beri, “BELİRSİZLİKLER İÇERİSİNDE YÜRÜYEN BİR İSLAM DÜNYASI” başlığı altında sizlerle sohbet ediyoruz..

Bugün de aynı başlık aldında, hasb-i hal edeceğiz..

Çünkü, sohbet başlığımız çok kapsamlı manaya sahip..

Günümüzdeki olup bitenleri de kapsamına almaktadır...

Onun için de ne yazık ki; “BELİRSİZLİKLER İÇERİSİNDE YÜRÜYEN BİR İSLAM DÜNYASINDAYIZ" diye, haykırıyoruz..

Keza Türkiye’mizde…

Yüz yıldan beri, yani cumhuriyetin kuruluşundan bugüne dek hep belirsizlikler içerisinde yürüyen bir İslam dünyası içerisinde yer almıştır.

Neden böylesi kargaşalar?

Neden böylesi belirsizlikler?

Neden böylesi kimin eli kimin cebinde meçhuliyeti?

Niye böylesi, "at iziyle it izi birbirine karışmış" yaşam hali?

Bunların hepsi derin mana içeren sorular silsilesi!.

Bu köşemizde yıllardan beri yazdığımız konuların ikmale getirdiği sorulardır bunlar!?..

Can alıcı, cevap isteyen sorular...

Ortadoğu İslam ülkelerinde uygulanmakta olan hileli oyunlar, Mekir, oyun ve siyaset hep mevcut.

Ama enva-i türlü şekliyle..

Lakin, biri diğeriyle paralellik arz ettiği gibi, tetiklemektedir de!...

İki gün önce, Birleşik Arap Emirlikleri’nin zinaya ve alkol tüketimine verdiği meşruiyeti dile getirmiştim.

Akla ziyan, bir karar!...

İslam dünyası için, çok ama çok düşündürücüdür.

Bir o kadar da vahim...

Vaziyet, Müslüman toplumların akıbetinin uçurum olduğunu göstermektedir...

Nedir bu?…

Bu bir milleti, toplumsal olarak irtidada (dinden dönmeye) sürüklemek mi istiyorlar?

Arap yarımadasının kilit noktası olan kutsal mekân olarak bilinen Mescid-i Haram, Kabetullah, Mescid-i Nebevi, Mekke, Medine vs. devrisaadetten miras olarak İslam dünyasına kalmış birer eserlerdir.

Kur’anın hükümleri, ayetler, hadisler ve şeriatın fıkıh imamlarının getirmiş olduğu şer’i hükümlerin hepsinin buralarda uygulanmakta olması gerekir.

Ve bugüne kadar tüm İslam dünyası da oraya akın akın gidip hac ziyaretlerini, umre ziyaretlerini yapmalarının sebebi de bu.

Tarihi azamete sahip olan o kutsal mekânların, şeriatın vermiş olduğu meşruiyete rağmen, birden bire bir kararla kaldırıp Yahudi unsurlarına geçit verilmesi insanın aklına birçok şey getiriyor.

Ama tek kelimeyle şunu diyebiliriz.

Mekke ve Medine’de, özellikle Medine’de Yahudilerin çoğunlukta olduğunu İslam tarihi bize gösteriyor.

Hayber Kalesinin fethi esnasında Resulullah (S.A.V)’ı zehirlemeye çalışıyorlar...

Ama zerre kadar etki edemiyorlar...

Çünkü, hedefinden şaşmamıştır...

O hedefe doğru yürüyen iman ve İslam ordularına bir fütur gelmemiş, davalarına sımsıkı sarılmışlardır!.

İslam’ın namus ve izzeti adına canını, malını, mülkünü feda eden o kahraman İslam ordusuna rağmen, ne yazık ki İslam dünyası bugün keyfiyet batağı içerisinde bulunuyor..

Özellikle Arap Emirliklerinin keyfiyete müptela, sadece şehvani arzularına düşkün iradesiz üç beş tane soytarının yüzünden, İslam dünyası kurban ediliyor..

İğrençlik hali, gerçekten kanıma dokunuyor.

Ama ne yapacaksın?..

Nitekim, Türkiye’mizin yüzyıldan beri İslamsız yaşam şekli de bundan ibaret değil midir?

Siyonistlerin masonlara gösterdikleri üstatlık yolu, kesintisiz devam ediyor...

Ve bu yolu kesen olmamıştır..

Adım adım da hedeflerine ulaşmak üzere tehlike saçıyorlar.

Peki, bize ne oluyor da sabahtan akşama kadar Müslümanlığı kimseye bırakmıyoruz, hacılığı, şeyhliği, müritliği ve siyasetin en püf noktalarını ele geçirdiğimiz halde, bir türlü sadra şifa verebilecek bir çalışmaya sahip olamıyoruz?..

İslam’a, İslamiyete yönelik “hainliklere” bir dur diyemiyoruz?

Kendimize çeki düzen veremiyoruz...

Yaşanmakta olan bir gerçek var.

O da masonların yıllardan beri devlet bünyesinde kurmuş olduğu Siyonist mahfiller ve mason localarının aktifliğidir...

Burada yetişen sözde yazarlar, akademisyenler, gazeteciler ve iş çevrelerinin “nüfuz” ediciliğidir…

Bunlar, her platformda “fitnenin körüğü” misali görev almışlardır..

Tarihi olup biten kirlenmeleri tersyüz edip, kalaylayarak, makyajlayarak televizyonlar vasıtasıyla, açık oturum ve programlarla milletin zihnini bulandırmaktadırlar...

Kelime oyunlarıyla, olmayan bir şeyi olmuş gibi gösterip, küfür yobazlığı yapıyorlar...

Münafıklıklarını büyük bir sanatla icra ediyorlar...

Tabulaşmış tarihi yalanları gerçekmiş gibi millete yutturuyorlar.

Yaşanan tablo karşısında, en yüce rehberimiz, önderimiz olan Kur’an-ı Kerim’in “Maide” suresinin 41. Ayeti aklıma geldi.

Tıpkı Medine Yahudilerinin ve hatta yeryüzüne dağılan tüm Yahudi unsurların, gerçekleri tahrip edip, cümleleri ve kelimeleri tağyir ve tahville halkı, insanları kandırmışlardır...

Morfinlemişlerdir...

İslam dünyasında hedeflerine ulaşmışlar.

Tabiri caizse, altını üstüne getirmişler.

Hiç kimse de bunu inkâr edemez...

Hal-i alem orta yerde, kendi deşifre ederek çığlık atıyor?

Bakınız, “Maide” suresinin 41. Ayetinin meali aynen şöyledir;

“Ey Resul! Kalpleri iman etmediği halde ağızdan “inandık” diyen (münafık)larla (Yahudilerden oluşmuş) küfür yarışçıları seni üzmesin! O Yahudilerden, sürekli yalan dinleyen ve senin karşına çıkmayan bir grubun sözlerini tutanlar vardır. Onlar kitaptaki kelimelerin yerlerini ve anlamlarını değiştirirler. “Size şu hüküm verilirse alın, o verilmezse kaçının” derler. Allah, (kötü niyet ve eylemlerinden dolayı) kimin düştüğü sapıklıkta kalmasını isterse, artık sen onu Allah'ın elinden kurtaramazsın. (Kendileri istemediği için) Allah da onların kalplerini temizlemek istememiştir. Dünyada onlar için bir rezillik, ahirette ise büyük bir azap vardır..”

Kalpleri inanmadığı halde, dillerinin inanmış gibi söylemlerde bulunmaları, münafıklar için kullanılan bilimsel bir ifadedir.

Evet, sevgili okurlar.

Ayetten anlaşılan budur ki her ne kadar dilleri güzel konuşursa da kalpleri karanlık, vicdanları başka yerdedir...

İşte bunlar münafıkların ta kendileridir.

Onun için kullanılan bir ifadedir.

Kur’an’daki tarihsel referansların tümünde sıkça görüldüğü gibi bu hitap genel bir muhteva (kapsam) taşımaktadır.

Ve bütün zamanlar ve şartlar için geçerlidir.

Dolayısıyla aynı kapsam, bu ayetin bahsettiği insanlar için söz konusu olsa da burada hitap dolaylı olarak İslam’a karşı ün yapmış olan ve onun mesajlarının pratik hataya müdahalesine karşı olanlardır.

Bakınız, sevgili dostlar.

Gerçekten nereden nereye geliyoruz?

Her gün biraz daha meçhule doğru yürüyen bir Türkiye ve bir İslam dünyasındayız.

Artık yeter denmelidir.

Her tarafımızı kirlettiler...

Hem de liberal demokrat bir siyasi anlamla kirlettiler...

Bu itibarla İslam dünyası gerçekten yeniden toparlanmak istiyorsa, mutlaka İslam dininin ana gerçeği olan Kur’an’a sımsıkı sarılması gerekir.

Aksi halde “heba en mensura” olur.

En derin saygı ve sevgilerimle.