BİR HUKUK DEVLETİ NASIL OLMALI? (2)

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü yazımızın ana çizgileri; devletin milli irade paralelinde adım atarak kişisel ranttan arındırılmış insanları görevlendirip, devletin mekanizmasını ter-û taze, pırıl pırıl bürokratlarla, akademisyenlerle ve siyasetcilerle yönetilmesi gerektiğine ilişkindi!

Tabi ki bunu ifade ederken;

Devletin kurum ve kuruluşlarının bünyesinde yaşana gelen bazı keyfilik, antidemokratik uygulamalar, tarih boyunca insanımızı inim inim inletmiştir, demiştik.

Özellikle yargı erkinin bünyesinde oluşa gelen bazı olumsuzluklar, meslek taassubuyla himaye gören bazı meslek mensupları, ister hâkim olsun, ister savcı olsun, ister kâtip olsun…

Birbirine uymayan çelişki ve tezatlarla dolu yargı kararları!

Bazı yargıçların mesleğini kötüye kullanarak, ideolojiye veya kişisel kine bağlı verdikleri kararlar...

Hiç kuşkusuz ki;

Millet adına (hem de aynı zamanda Türk milleti adına) olması devlete çok büyük zararlar verdiği aşikardır.

Ve tartışılmazdır..

Elbette ki bunu derken, kesinlikle yargı kurumumuzu ve ona mensup olan birçok değerli, vicdanları sapasağlam, temiz süt emmiş hâkim ve savcılarımızın da varlığını kimse inkâr edemez.

Ama herhangi bir hukuki eğitime tabi tutulmayan, rasgele adalet cübbesini sırtına alan ve yargı koltuğuna oturanların varlığı da az öz değildir, diye ifade etmiştik.

Ve ilaveten, “Hep bu kavramlar yanlış uygulamalara yönlendirilmiş olup, milleti keyfi bazı kurumların bünyesindeki yetkililerin şahsi arzularına dayalı veyahut kişisel rantlarına dayalı olarak millet hep inim inim inletilmiştir” demiştik.

* * *

Bu tür önemli tespitleri kaleme almamızın sebebi; basın olarak halka gerçekleri yansıtarak kamuoyunu aydınlatma düşüncesi olduğu gibi, gazetecilik görevimizin de yerine getirilmesidir.

Yoksa herhangi birilerini hedef alacak kastımız yok.

Yalnız unutmayalım ki, adalet mekanizmasını elinde tutup, şerefli bir mevkii ihraz eden insanlar, her kim olursa olsun her zaman kendini otokontrolden geçirip, vicdan muhasebesiyle hareket etmesi gerekir.

Aksi takdirde millet veya devlet nasıl bundan zarar görüyorsa, kendilerinin de zararlı çıkacağı hiç unutulmamalıdır.

Bundan birkaç yıl önce Diyarbakır Adliyesinde bazı yanlış ve skandal denilebilecek birileri tarafından verilen keyfi kararlar ve hukukun ana çizgisini geride bırakarak, ona gönderilen herhangi bir tekzip, yaptığımız tüm itirazlarımıza, savunmalarımıza rağmen, rasgele tekzibin yapılması için karar veriliyordu.

Oysaki verdikleri kararın hiçbirisi hukuki olmamakla beraber, mesleğinin gölgesinde keyfi ve kişisel ranta dair olmakla zaman dilimi içerisinde hep ortaya çıkıyordu.

O yargıcın bu tür uygulamalarını gözeterek, mercek altına aldık ki, başka bir ilden buraya tayin olup, o ildeki yaptığı yasa dışı keyfilik ve yüz kızartıcı suçlar diz boyu.

Yapılan şikâyetler neticesinde kendilerini ceza almaktan kurtaramamış birisi.

Bunları manşetlerimize taşımak zorunda kaldık ve bakanlık bu zatı muhteremi(!?) açığa almak üzereyken kendisi istifa etmek zorunda kaldı.

* * *

Yaptığımız tespitler kesinlikle yersiz olmayıp, dayanaklıdır ve sonuçta yanlış yapanlar, kendileri zarar görür.

Burada konu ettiğimiz mesele; birilerini uyarmak için değil, bu mesleğin kutsiyeti, üstünlüğü nedeniyle bunun mensupları mutlaka ona layık olması gerektiği için bunları yazıyoruz ve uyarıyoruz.

Aynı zamanda bu söylediklerimiz “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” kültürümüze mal olmuş atasözünü de unutmamak gerekir.

Yıllardan beri Diyarbakır Adliyemizin bünyesinde yaşana gelen skandal sayılabilecek bazı olumsuzlukları zaman zaman manşetlerimize taşımıştık.

Ve birebir tespitlerimiz gerçek olmuştur.

Bu arada doğrusu benim çok dikkatimi çeken, mümtaz şahsiyetlere sahip olan devletin bu hukuk kurumu içinde bulunan kimselerin adı bir eroin olayı içerisine karışması ve büyük puntolarla yazılan “ORGANİZE İŞLER” başlığı altında bu haber olmuştur.

Bu haberi de burada köşemize alarak sizinle paylaşmadan geçmek istemiyorum.

Bakınız, haber aynen şöyledir;

“Eroin ticaretinde Hâkim, Savcı ve Jandarma ortaklığı.

ORGANİZE İŞLER”

Haber devamla aynen şöyledir;

“İçerisinde Van Başkale hâkimi, savcısı ve Van Jandarmasından bir askerin de bulunduğu araçta yapılan aramada 20 kg kaçak uyuşturucu bulundu.

Olaya el koyan Organize Şube, Başkale Adliyesi ve Van İl Jandarma Komutanlığı’nın son iki yılını mercek altına aldı.

ARAÇ KAZA YAPINCA SKANDAL ORTAYA ÇIKTI, GİZLİ SEVKIYAT DEŞİFRE OLDU

Başkale’den 8 Ocak’ta Ankara’ya uyuşturucu numunesi götürmek için yola çıkan araç, 9 Ocak’ta Malatya’da kaza yaptı.

Kırşehir’e kadar giden araç, yürüyemez hale gelince servise girdi, tamir sırasında aracın bagajının açılmaması yönünde ısrardan şüphelenen çalışanlar durumu polise bildirdi.

Polis olay yerine gelince Hâkim Erdal Birşen ve Savcı Volkan Çetinkaya, numuneleri Ankara’ya götürdüklerini söyledi.

Polisler, Kırşehir Savcılığına durumu bildirdi, sevkıyattan haberi olmayan Kırşehir İl Jandarma Komutanlığı da Başkale Cumhuriyet Başsavcılığı’na sordu.

Verilen cevapta Hâkim ve Savcının böyle bir görevlerinin olmadığı bildirildi, yapılan tartı sonunda 56 kg olması gereken uyuşturucu 76 kg çıktı.

Fazla uyuşturucuya el konuldu, evrak düzenleyen Albay ile Hâkim ve Savcının önceki sevkıyatları soruşturma kapsamına alındı”

İşte haber olarak manşete taşınan hadise bu!

Bu vesileyle haberi manşetine taşıyan Star Gazetesini bir medya mensubu olarak kutluyorum, böyle kilit noktadaki haberleri takip altına almaları, gazeteciliğin kaçınılmaz görevidir.

* * *

Bu itibarla diyoruz ki;

Devlet, ne kadar şeffaf olursa o kadar da demokratik olur, adil olur, hukukun üstünlüğüne sahip çıkar.

Bu da temiz bürokratların kilit noktalara atanmasından geçer.

Kişisel rant ve ideoloji hallerin peşinden koşanları, kendi mesleğini kötüye kullanarak kendi emel ve şahsi işlerine kullanan her kim olursa olsun, devletin hiçbir yerinde barındırılmaması gerekir.

Nitekim bundan değil midir ki, geçenlerde Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın da “Türkiye için yargı artık sorun haline gelmiştir” demesi söylediklerimizin bir teyidi durumundadır.

Son yıllarda iktidar partisi de titizlikle bu tür önemli konuları ele almıştır.

Ergenekon hadisesi ve dönemin Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı bunun birer kanıtlayıcı örneğidir.

Henüz bu yetmiyor, öyle ümit ediyoruz ki daha da devam edecektir.

Böylece devlet, milli iradeyi yeri yerinde kullanmış olacak.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Konumuzu onaylayan, teyit eden ve pekiştiren tarihi Ziya Paşanın önemli bazı tespitlerini burada sizinle paylaşmak istiyorum.

Bakın, Ziya Paşa aynen şöyle diyor;

“Sirkat çoğalıp lafz-ı sadâkat modalandı

Namus tamam oldu hamiyet yeni çıktı

Sadıkları tahkir ile red kaide oldu

Hırsızlara ikrâm u inâyet yeni çıktı

Hak söyleyen evvel dahi menfûr idi gerçi

Hainlere amma ki riayet yeni çıktı

İsnâd-ı taassup olunur merd-i gayûra

Dinsizlere tevcîh-i reviyyet yeni çıktı”

Ahlakı milliyeyi (Milli ahlakı) ifsat ettiğini (bozduğunu) söyleyen Ziya Paşa şöyle devam eder;

“Ahlakı milliye fasit(bozuldu) oldu ve bunun devletimizin her şubesinde yeis ve üzüntülü görülen fenalıkların tamamı işte bu kaynaktan doğdu.

Ricali devlet (devlet adamları) beyninde dinsizlik modası muteber olup, bu avama, kadınlara ve hatta çocuklara kadar sirayet etti.

Hatta namaz kılmak, oruç tutmak gibi İslami farzları yerine getirmek bunlar için ahmaklık ve fısk û fücur işlemek gibi algılandı.

Bu tür ahlaki çöküntüleri yaşayanlar akıllı sayıldı.

Bir kere bu kaide düsturu amel olunca (adet haline gelince) diğer uygunsuzlukların hepsi birbirini doğurmakla şu yirmi otuz sene zarfında ahlakı milliye o dereceye geldi ki, babalarımız mezarından kalkıp, bizi görseler elbette kendi evladı olduğumuzu tanıyamazlar”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Tabii Ziya Paşa gibi bürokrasiden ve devletten gelen bir zat, aynı zamanda ilim ve irfanla dolu bir insan, yüz elli sene önce bu konuları dile getirmişse, onun gibi insanlar günümüzde yaşamış olsaydılar inanın ki tırlar dolu kitap yazacaklardı ve her gün skandallar silsilesine yeni yeni halkaları ekleyeceklerdi.

Gerçekten, durumlar çok vahim.

Günlük toplumsal hayat akışına bakıldığında, yazılı ve görsel medyamızın bünyesine taşıdığı ve tespit ettiği nice skandalların varlığı, inanın günler, haftalar, aylar ve seneler bunları yazmaya yetmiyor.

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra bu ülke hep darbelerle, oluşan askeri cuntalarla, BÇG’lerle, zorba yöntemlerle bu memleket demokrasi ve hukuk ilkeleri paralelinde yönetilmiş ise de hep sözde kalmıştır.

Bize göre gerçek hukuk, gerçek demokrasi, gerçek insan temel hak ve özgürlükleri ülkemizin semtinden geçmemiştir.

Ah, ah keşke geçseydi.

Bunca terör de olmazdı, bunca yanlış adalet cübbesini giyenler de olmayacaktı.

En derin saygı ve sevgilerimle.