BİZDEKİ SALAMONLAR!?

Evet, sevgili SÖZ okurları.
Gerçekten ülke olarak, millet olarak, devlet olarak işimiz çok zor.
Neden mi?
Zira bizi yaklaşık bir asırdan beri yani yüz yıldan beri içimizi karıştıran, deyim yerindeyse altını üstüne getiren acımasız bir çalkantılı hareketlilik var?
Kargaşa, kavga, kan ve gözyaşları.
Bunların varlığı bir gerçek; ama bundan daha önemli gerçek bu sıralanan menfur ve gerçek olumsuzlukların kaynağı..
Bize göre bizdeki ne idüğü belli olmayan kimliksizlerin belirsizliğidir.
Her zaman bunu söylüyoruz.
Aslında iktidarın özellikle Sayın Başbakan’ın "Demokratik Açılım"ın adımını atarken önce ülkeye, sisteme ve halkın kültürel olgusuna yepyeni bir yapılandırma getirmesi gerekirdi.
Bu da ülke çapında tüm kamu kurum ve kuruluşlarının bünyesindeki kilit odaklara getirilen görevlilerin ve özellikle üniformalıların gerçek kimliklerinin şeffafiyetiyle mümkündü?
Kim dosttur, kim düşmandır?
Bilinmesi gerekirdi.
Kimin eli kimin cebindedir meçhulüne artık dur denilmesi lazım.
"Meçhul-ül hüviyyet" yani kimlik belirsizliği bu ülkeyi yıllar yılı içten kemirmiştir, sülük gibi sömürmüştür ve hala da kemirilmeye ve sömürülmeye devam edilmektedir.?
Ama ne hazindir ki kimsenin haberi bile yok.
Bana göre Türkiye’nin yegane kurtuluş çaresi ve panzehiri "kimliklerin açığa" verilmesidir.
Büyük bir şeffafiyetle devlet politikası halka bu şekilde anlatılmalıdır.
Kimlik belirsizliği devleti gerçekten tüm kurum ve kuruluşlarıyla maceralı bir meçhule sürüklemektedir.
Bu belirsizlikler tıpkı kurtların dumanlı havadan faydalanması gibi.
Bunlar da aynı türden Türkiye’nin geleceğini etkilemektedirler.
Nereyi, nasıl ve ne zaman karalayacaklar büyük bir belirginsizlikler içerisinde.
BU vuku bulduğu müddetçe ülke hiçbir yere varamaz.
Sayın Başbakan’ımız ne kadar derin nefesten avaz avaz bağırarak, bu iyi niyeti bu kahramanca çabası bize göre boşunadır.
Zira at bakışı bakmamak lazım.
Milli iradeyi üstlenen yöneticiler biraz etrafına bakmalıdır.
Dümdüz gitmemek gerek.
Evet, dedik ki kimlik belirsizliği Türkiye’yi bilinmeyen meçhule götürür.
Milli iradeyi elinde tutanların temel hedefleri önemli mevkileri işgal edenlerin kimliklerinin ne olduğunu kamuoyuna açıklamalıdır.
Aksi takdirde; geçen bir yarım asır içinde yaşananlarla her zaman için Türkiye karşılaşabilir.
Onun için bugünkü sohbetimizin ana konusu meçhul kimlik ve meçhul insanların ülkede cirit atmış olmaları nedeniyle bizdeki salamonlar diye yazımıza başlık attık.
Bu Salamon kelimesi Süleyman kelimesinin karşıtıdır. 
Evet, sevgili okurlar.
Açık ve net olarak bu gerçekleri sizinle paylaşmak istiyorum.
Tanzimat döneminden günümüze dek yaklaşık yüz elli yıldır çok değişik entrikalarla, değişik isimlerle çeşitli makyajlanmalarla bu ülkeyi ele geçiren birçok hain erbaplarıyla karşı karşıya kalınmıştır.
Maalesef hala da devam edilileceği gibi görünüyor.
Hele hele İttihat Terraki Cemiyeti’nin II. Meşrutiyetten sonra oynadıkları rol ve hedefe ulaşmalarının temel nedeni; gerçek kimliklerini gizleyerek bir yerlere gelip oturmalarıyla kendilerince büyük işler başarmışlardır.
İşte nice Salamonlar, kimliğini gizleyerek Süleyman olarak devlet mührünü kullanmışlardır.
Nice Joseph’ler Yusuf olarak kimlik taşımışlar.
Hani merhum Necip Fazıl Kısakürek’in dediği gibi:
"Adı iffet olan nice fahişeleri gördük"
Evet bu tarihi bir gerçektir.
Salamonlar, Süleyman olarak bu halkın karşısına çıkıp halktan oy istemişlerdir.
Halkın iradesini ele geçirmişlerdir.
Maalesef bu sistemin bunaltılı havasından faydalanan kurtlar gibi devleti İsrailoğulları adına kullanmışlardır.
Mavi Marmara Gemisinin uluslararası sularda seyrüsefer ederek insani yardımları Gazze insanlarına yetiştirmek için büyük bir fedakârlık ve ihlasla yola çıkan İHH Vakfı’nın girişimleri maalesef menzili muradına ulaşmadan Yahudinin saldırısına maruz kalmışlar.
Dokuz masum ve kahraman insanlarımız İsrail komando timlerinin hedefine maruz kalmışlar, şehit olmuşlar, yaralanmışlar.
Onları her an için rahmetle anıyoruz.
Ama velâkin bunu da hemen belirtmeden geçemiyorum.
Sayın Başbakan’ımız bu olaydan sonra kükremiş bir imanla İsrail’i nefretle kınamıştır.
Dışişleri Bakanımız muhterem Ahmet Davutoğlu’nun da ayağının tozuyla Amerika’ya gidip BM’yi toplamış, sert bir konuşmayla İsrail’i kınama kararını çıkarmıştır.
İşte bize göre bu ihlâs bu samimiyet gerçek devlet adamına yakışır bir çabadır.
İnanıyoruz ki bundan 10 yıl önce olsaydı 28 Şubat oyunları döneminde olsaydı hiç kimse kılını kıpırdatmıyor olacaktı?
Çünkü iktidardaki hükümetler hemen hemen adı Süleyman olup da Salamonlar tarafından yönetiliyordu.
Bırakın İsrail’e bağırıp çağırmayı kenar semtinden bile geçme cesaretinde değillerdi, zaten onların namına çalışıyorlardı.
Hali âlem meydanda.
Hele hele TSK’nın yıllar yılı bünyesinde barındırdıkları birçok generallerin bir yerlere gelebilmeleri için İsrail’deki ağlama duvarının önüne gidip Kemal-i ihtiramla dimdik ayakta durup kemer beste-i hayat ediyorlardı.
Yani Kemal-i inkıyatla ağlama duvarı önünde dimdik ayakta durmuşlar, el bağlamışlar ve hazır ol durumuna geçmişler.
Peki, aynı anlayışı yaşayan hangi generalin ciddiyetine güveneceksin ki İsrail’e savaşa girişeceksin ve donanmayı denize koyacaksın.
Sormazlar mı geleceğin temini için ağlama duvarı önünde hazır ol duruşunda bulunan hangi Genelkurmay Başkanı senin için İsraille savaşır.
Zaten bütün yaşam icazetlerini ondan alıyor.
Senin için kiminle savaşacak?
Ve sevgili merhum Ali Haydar Bengi’nin kanını araştıracak.
Ben şahsen hiç inanmıyorum.
Zira bugünkü Türkiye’nin yaşanmakta olan hali bundan yirmi, otuz sene evvelki Irak ordusunun ve Devlet Başkanları Saddam’ın yaşamasıyla aynıdır.
Saddam’ın adeta alıp verdiği her nefes İsrail ve Amerika adına adım atıyordu.
Iraklılar ona Amilül Yehüd diyorlardı. Yani İsrail ajanı diyorlardı.
Nitekim öyle çıktı.
Sahiden Amerika Bağdat’a girerken o sarhoş sahaflar, Tarık Azizler, Taha Yasin Ramazanlar nereye gittiler ve ne oldular?
Nihayet Saddam’ın yaptığı iğrençlikler onların boyunlarına dolandı.
Peki, sormazlar mı AK Parti iktidarı ve Sayın Başbakanımız hangi yürekle hangi cesaretle, arkasına kimi takarak İsrail’le savaşmak ister veya meydan okuyabilir.
Dost acı söyler.
Özeleştiri olarak diyorum bunları.
Böylesine sonsuz özgürlüğe sahip olan medyanın kalemşörleri ve siyasetin muhalefet liderleri ve aynı zamanda sözde Güneydoğu temsilen bazı siyasi çevreler her Allah’ın günü İsrail’e övgüleri ve dizeleri sayıyorlar ve hazırlıyorlar.
Donanmamız Akdeniz kıyılarına gidildiği zaman kim ne bilir nelerle karşılaşacak.
İşte bu gerçekten meçhulümüz ama merak ediyoruz.
Zira kimlik tazeliği, kimlik belirtileri ve şeffafiyet, bu üç ana faktörle yola çıkıldığında Sayın Başbakan çok önemli ipuçları elde edecektir.
Yeter ki doğru dürüst kimliğini bilsin.
En derin saygılarımla..