BİZİ BİRBİRİMİZE DÜŞÜREN HIYANET UNSURLARI?!

Evet, değerli Söz müdavimleri…

Yakın tarihimiz olan Cumhuriyet döneminde başımıza gelen yıpratıcı hıyanet unsurları ve bozguncu fesat yuvaları kuşkusuz olmuştur.

Selçuklulardan Osmanlılara kadar..

Yekvücut olarak yeryüzüne hükümran olan bir devlet ve o devletin mensubu olan bir ümmetin bireyleri, sarsılmaz tarihi bir güce sahip iken kendi rakiplerine hiçbir zaman “eyvallah” demeyip, başı dik, alnı açık olan birer iman kal’aları durumundayken her nedense son yüz-yüz elli yıl içerisinde başımıza gelmeyen kalmadı.

Tüm olup bitenler ne yazık ki bizim o sarsılmaz gücümüzü gevşetti.

Enva-i türlü çeşit çeşit bünyemize yerleştirilen fitne, fesat ve bozgunculuk unsurlarından bir türlü kendimizi koruyamadığımız gibi arındıramadık da.

Bunun sebebi mucibesi de dindeki "lakaytlığımız" olmuştur.

Kendi dinimizi, inancımızı, medeniyetimizi, ahlakımızı, kültürümüzü, tarihimizi aramızdan, kalp ve beynimizden sildiler, aramıza ihtilaf ve bölünme gibi nifak tohumlarını soktular.

Bu itibarla önümüzü kestiremeyip, hedeflerimize ve gerçek ana stratejimize ulaşamaz duruma düştük.

İnsanlarımız;

Doğulusu olsun, Batılısı olsun, Türk’ü olsun, Kürdü olsun, Arabî olsun her ne olursa olsun hepimiz birer kolon durumundayken, yani bir milli şuurla halat gibi, yedi ipçikten oluşmuş güçlü ve taşıyıcı bir ipken maalesef gücümüzü yitirdik, o yedi ipçikten oluşan taşıyıcı ve çekici halat yerine bir ipçik haline geldik ve güçsüz pamuk ipliği gibi inceldik ve güçsüzleştik.

* * *

Nitekim Bediüzzaman Saidi Nursî Hazretlerinin “Nutuklar” isimli kitabında şöyle bir tespiti var.

Bir vecize halindeki bu tespitini bugün sizinle paylaşmak üzere köşeme taşıyorum.

Evet, Bediüzzaman diyor ki;

“Hali içtimaımız (birlikteliğimiz) bizi toplumsal bir güç olarak gösterirken, hiçbir fert o kuvvete, o güce tek başıyla sahip olamaz.

Yedi ipten meydana gelen bir kalın şerit gücü hiçbir zaman bireysel tek başıyla güç taşıyamaz.

Veyahut kamuyu teşkil eden milli birlik ve beraberlik temsilcisi olan hükümetlerimiz tıpkı iktidarlar gibi, eğer iktidarlar devlet ve milleti temsilen büyük bir güce sahip oluyorlarsa o, bireylerin gücü değil, toplumsal bir milletin inanca dayalı gücüdür.

Şu halde Ey millet!

Biz şimdi kalın şeridiz (güçlü çekici bir kalın ipiz), her kim muhalif ve hutsarane ile (kendi başıyla) bu gücümüzü zu’fe düşürürse umumun hakkına affedilmez bir cinayet işlemiş olur.

İkincisi: zaman-ı salif denilen geçmişe yönelik süreçte (Ortaçağ cehalet karanlığında) vahşete ve zorbalığa dayalı hükümranlıklar birer vahşet ve haydutlaşma mahsulü (ürünleri) olduğundan gerileme ve inkıraza (düşüşe) mahkûm olmaktan kendilerini kurtaramamışlardır.

Cebir jakobenlik dayatma saltanatları onların bu saltanatları, devletlerinin çöküşünden kendilerini bir türlü kurtaramamışlardır.

Öylesine devletlerin tarih sayfaları baykuşların aşiyanı gibi inkırazlarını çağırıyorlar, bağırıyorlar ama iş işten geçiyor.

Aslına bakılırsa gerçekten toplumların ve medeniyetlerin güçlü olmaları, tarihe dayalı yeryüzünde hükümranlıkları olmuşsa da, mutlaka bir ilme, medeniyete, marifete dayalı olarak var olabilmişlerdir.

Medeniyet şan ve şerefle, uzun ömürle ebedi kalmak isteyen herhangi devlet olursa olsun, başındakilerin çok mazbut ve şuurlu olmaları başlıca sebep olmuştur”

Nitekim bunun bariz ve açık delili de cumhuriyetimizin kuruluşundan günümüze dek gelen giden hükümetlerin hali pür melalidir.

İllaki dürüst çalışan merhum Turgut Özal’ın 10 yıllık dönemi ile bugünkü dönemin 10 yıllık ömrünün ayakta durması bunun gerçek delili olsa gerek.

Göründüğü gibi milletimizin başına yıllardan beri bela kesilen CHP’nin altı oklu rejim anlayışı ile İsmet İnönü, Demirel veyahut onların yaltakçıları olanların dönemlerinde eğlence geceleri tertipleyip, orta yerde anadan doğma dansöz oynatmaları ile şarap şişelerinin devrilmesi ve kumar masalarının kurulması, bizim bugünkü hale düşmemizin başlıca nedenleri olmuştur.

Bizi tefrikaya, bölünmeye, anlaşmazlığa, terör unsurlarının bu milletin bünyesinde gelişmesinin ana dayanağı geçmişe yönelik o kirli fetbaz anlayışlar olmuştur.

Devletin önemli kurum ve kuruluşlarının bünyesindeki çalışan en yetkili kalemler veya bürokrat, akademisyenler yalnız kişisel rant ve çıkarları ön planda tutmaları olmuştur.

Devlet, yanıltılmıştır.

Devlet büyükleri, Başbakanlar ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar, yanıltıcı ve bozuk bilgilerle devlet hep kaygan zemin üzerine oturtturulmuş ve herhangi bir ilerleme, kalkınma bir arpa boyu kadar kaydedilememiştir.

Sevgili okurlar!

Buna örnek ve dayanak istiyorsanız, buyurun dünkü Sabah Gazetesinin önemli kalemlerinden, deneyimli, tecrübeli yazar Yavuz Donat’ın kaleminden çıkan yazıya bakın..

Evet çarpıcı, çarpıcı olduğu kadar da önemli tespitlerini buradan sizinle paylaşmak istiyorum.

* * *

Evet, deneyimli kalem sahibi Sayın Donat’ın, dünkü köşe yazısına başlık olarak kullandığı ifade aynen şöyle;

“MİT, DÜN, BUGÜN…”

“2003-2004 asker kıpır kıpır müdahale hevesleri…

Ve Başbakanın her şeyden haberi var.

Zira MİT bir şeyler gizlemiyor.

Ya daha önceleri?

İsteyen zamanın ruhu desin, isteyen günün koşullarından bahsetsin.

Ortada bir gerçek var.

Her dönemin hikâyesi farklıdır.

Sondan başlayalım.

2002 AK Parti tek başına iktidar.

2003-2004 asker kıpır kıpır, müdahale hevesleri…

Bu amaçla toplantılar…

Hazırlıklar var.

Ve çok önemli bir şey daha var.

Başbakanın her şeyden haberi var.

Zira MİT Başbakandan bir şey gizleyemiyor.

Başbakan, kimin nerede-ne zaman-ne dolap çevirdiğinin farkında…

Ya daha önceleri?

Ya 1971’ler, 1980’ler?”

Sayın Donat, şöyle devam ediyor;

“KÖKÜ DIŞARIDA”

“Demirel 12 Mart muhtırası veren 5 Orgenerali neden emekli etmedi?

Baba 2,5 aydır rahatsız, soğuk algınlığı bir türlü atlamadı, dün konuştuk.

1- Demirel dedi ki; Çankaya muhtıracılarla birlikteydi. Öylesine birlikte ki Cumhurbaşkanı, Başbakanın telefonuna çıkmıyor.

Kimi nasıl emekli edersiniz?

Çankaya’nın imzası gerekli…

Evet, MİT ve 1980

Ve yine MİT 2012… 

Son olarak Yavuz Bey şöyle diyor;

Asker muhtıraya ihtilale bir gecede karar vermiyor.

Akşam darbe muhabbeti yapıp, sabah tankları sokağa sürmüyorlar.

Aylarca hazırlık yapıyor ve siyasetin, hükümetin altını oyuyor, sıkıyönetime rağmen ayağını sürüyerek görev yapıyor, ihtilal için şartların oluşmasını bekliyor.

Bu aşamalarda Başbakana bağlı olan MİT’in yapması gereken nedir?

Başbakana her şeyi haber vermek…

1-         MİT bugün olması gereken yerde Başbakana haber veriyor.

2-         MİT dün başka yerdeydi ihtilalciyle işbirliği halindeydi.”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bakınız, tarihi skandal ve devletin derininde ne gibi kirlenmeler oluşmuş.

Yavuz Donat dâhi bunu son dünkü yazısında kamuoyuna bildirmiş.

Gerçekten eski yıllara ve süreçlere dayalı MİT, MİT’lik sıfatını geri plana atmış, deyim yerindeyse bitleşmiş durumdaydı.

Özellikle bu yörede insan kılığındaki münafık tinetli insanlar, MİT’in bünyesine taşınmıştı, işleri güçleri camii ve cemaatlerdeki inananları fişliyorlardı.

Mevlit okuyanları, Kur’an kursları, İmam Hatip ve İlahiyatçıları gözetim altında takip ediyorlardı.

Tarassut, (takip ve gözetim) altına alınmıştı.

Muhafazakâr, inanan esnaf ve tüccarlar camiye, cemaate gittikleri zaman vay haline hemen MİT Diyarbakır Bölge Başkanlığına bildiriliyor ve Nurcular filanca yerde toplandılar, Saidi Nursî’nin propagandasını yapıyorlar..

Ve bunu yazanlar da aynı cemaatin içine girip çıkan, uzun boylu münafık tinetli sahtekâr bazı MİT mensuplarıydı.

Evet, bu millet ve bu devlet, bu tür hıyanetliklerin elinden neler çekmemiş ki?

İşte onun için zaman zaman diyoruz, Allah Cumhurbaşkanımıza, Başbakanımıza ve onlarla beraber ekiplerine uzun ömür nasip etsin ve bu millete de daha fazlasıyla mükemmel bir iman ve aşınmaz bir şuur, aldanmaz ve sapmaz bir inanç nasip eylesin.

Amin..

En derin saygılarımla.