BU DA TÜM ZALİMLERE DERS-İ İBRET OLSUN

Evet sevgili okurlar!
Zalimin zulmü var ise mazlumun da ahı vardır. Hakkın da bükülmez kolu ve sapmaz gerçeği vardır.
Bu ülke daha ne zamana kadar sahte kurtarıcıların sahte kurtarma oyunlarıyla karşı karşıya kalacaktır.
İnanın sevgili can dostlarım..
İnsan her sabah uykudan uyanırken hele hele merak saikasıyla olsa güncel olayları öğrenmek için yazılı ve görsel medyaya göz atarak araştırma yoluna girerken Türkiye’nin günlüğü insanlara neleri öğretmiyor ki…
Hele bir de değişik internet sitelerini kurcalamaya girilirse, deyim yerindeyse büyük okyanusların derinliğinden çok çeşitli mücevheratları elde eder ve zeka, beyin zenginleşir..
Ülke, bu kadar karmaşık ve çapraşık olayların üstesinden gelme şansını nasıl yakalar.
Bana göre hiç de kolay değildir, yine de Allah’tan ümit kesilmez.
Yedi başlı hürmüzlerle mücadele ederken bakıyorsun ki yetmiş ayaklı ahtapotlarla karşı karşıya geliyorsun..
Gel de bu grift, bunaltıcı sistemin mezalimiyle mücadele et ve çıkış yolunu ara…
Bu arayış içerisinde yola çıkarken insan şöyle bir kanıya da varmıyor değil.
"Tek kelimeyle Türkiye bu sistemle hiçbir zaman barışamaz ve barışma şansını da yakalayamaz".
Zira cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek vatan sathındaki yanlış sistemin bunaltıcı uygulamaları ile ülke insanının bireyinden tutun da ailelere, ailelerden tutun da toplumun tümüne kadar…
Hiç, ama hiçbir zaman barış, sevgi ve mutluluk gerçeğini yakalayamamıştır…
Dün aynı bu köşede açıklamaya çalıştığım ülke gerçeği ile ilgili "Kayıp Dosya Bulunamadı" başlıklı yazım çok dikkat çekmiştir.
Bir çok dostlardan gelen telefonlar ve hatta bizatihi gazete bürosuna destekleme amacıyla gelip ziyaret edenlerimiz oldu.
Türkiye genelinde altı bine yakın okurlar tarafından gazetemizin internet sitesi tıklandı…
Gazetenin günlük sattığı 5 bin tiraj hariç.
Ayrıyeten bazı okurlar tarafından gelen telefonlar da elbette ki bizi çok sevindirmiştir…
Zaman zaman yetiştiremeyip yazı yazma imkanı bulamadığım halde zor şartlarda dahi bizi yazı yazmaya zorluyor bu tür istekler…
Ama, elbette ki mutlu oluyoruz..
Zira kamuoyuna bir hizmettir, bildiğimiz gerçekleri halkımıza yansıtma görevidir…
Evet fazla uzatmadan sizi yine dünkü sohbetimiz paralelinde Abdülkadir Aygan’ın daha çarpıcı ve çok önemli anılarıyla baş başa bırakıyorum.
Bakın Aygan "Derin Albay’ın sırları" başlıklı anılarında ne diyor. Ki bu anıları, internet sitelerinde "furya" şeklinde yer alıyor.
Ve bu anılar Almanya'da da kitaplaştı..
İnternette yer alan; anılarının "Cemal Temizöz"le alakalı bölümünde; şu iddiaları sıralamakta.
"1990’lı yıllarda binlerce insanı yasadışı yöntemlerle kaçırarak işkence eden, sonra da öldürüp cesedini dahi kaybeden bu teşkilat da yukarıdan gelen emirle kılıf değiştirdi ve bir süreliğine bu faaliyetlerine ara verdi..
Bölgelerdeki JİTEM Grup Komutanlıkları Jandarma Bölge Komutanlıklarına bağlandı. JİTEM timleri ise Alay Komutanlıkları emrine verildi. Buna ek olarak psikolojik harekat birimleri kuruldu, bu birimlerin başına da Erhan Tavşanlı albay tayin edildi. (5 Haziran 1998’de 7.Kolordu kurmay başkanlığı görevini üstlenen, bu arada hakkımızda sözde PKK tarafından tanzim edilmiş düzmece belgeyi meşrulaştırarak DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakar’a ‘Kişiye Özel’ olarak gönderen subaydır)
O esnada Diyarbakır JİTEM Grup Komutanı makamına Ali Yıldız binbaşı tayin edildi. Abdulkerim Kırca ise Ankara’daki Gruplar Komutanlığına atandı.
Bu göreve atandıktan kısa bir süre sonra ani bir emirle Antalya Jandarma Komutan Yardımcılığı görevine verildi. Antalya Serik’te PKK gerillaları ile çıkan çatışmada sırtından aldığı bir kurşun yarasıyla ömür boyu tekerlekli sandalyeye bağlı olarak yaşayacağı bir hayata mahkum oldu.
İlahi Adalet Bazen Gecikmiyordu..
A.Kerim Kırca, Diyarbakır’da görevde iken diz çöktürüp kafalarına kurşun sıkarak öldürdüğü genç insanların vebalini ödüyor. Aldığı kurşun yarasıyla ölseydi belki bu onun için kurtuluş olurdu. Ömür boyu bir tekerlekli sandalyede, belden aşağısı felçli olarak yaşaması bütün zalimlere bir ibret-i alem’dir.
Son düzenlemeden sonra JİTEM Grup Komutanlığı emrindeki personel kendi asli, yani ‘kanuni’ görevine döndü denilebilir. Hepimiz evrak, yazı ve istihbarat işiyle iştigal etmeye başlamıştık. Hatta boş zamanlarımızda görev binamızın arkasında bulunan küçük arazide bostan bile ekmeye başlamıştık.
Fakat, JİTEM Diyarbakır Timi’nin başında bulunan Zahin Engin (Cemal Yüzbaşı), kendi emrindeki elemanları boş durdurmuyordu.
Her gün bir kaç insanı kanundışı yöntemlerle yakalayarak, Saraykapı’daki hücrelere atıp işkence ile sorguladıktan sonra, cesedini sağa sola atıyorlardı.
Bazen mesaiye erken geldiğimde Şehmuz (Yüksel Uğur) uzman çavuşun bazı elbise ve şahsi eşyaları yakarak imha ettiğini görüyordum. O zaman anlıyordum ki yine bazı insanları infaz etmişler ve arkada delil bırakmamak için o insanların şahsi eşyalarını imha ediyorlar.
Başımızdaki Ali Yıldız binbaşı, bize dış görev vermiyordu. Basınla ve JİTEM dışında kimselerle konuşmamızı yasaklamıştı. Kendisi, arasıra Diyarbakır’a gelen ünlü mafya babası Sedat Peker’le ilgileniyordu. Sedat Peker JİTEM’e misafir geldiği zaman onun önünde düğmelerini ilikleyip arabasının kapısını açıyordu.
Ali binbaşıdan sonra Diyarbakır JİTEM Grup Komutanlığı görevine Cizre Jandarma Komutanı olan Cemaz Temizöz (Metin) binbaşı atandı. Bu Jandarma Komutanı, henüz Cizre’de yüzbaşı rütbesinde görev yaparken, kendisine verilen geniş yetkilerle, Özel Savaş’ta epey tecrübe sahibi olmuştu. Diyarbakır’a atanmadan önce, görev yaptığı Cizre ve çevresinde kaç kişinin faili meçhul şekilde kaybedildiğini bilmiyorum.
Fakat, kaybedilen insanların yüzde doksanından bu kişi ve emrinde çalıştırdığı kontra timinin sorumlu olduğuna adım gibi eminim…
Bazen A.Hekim Güven ile dedikodu tarzında konuşurken bu şahıs, Cizre çevresinde 7 kişi birlikte nasıl bir kör kuyuya attıklarını, örgüte ait sığınaklara insanları nasıl indirip, sonra sığınakta bomba ile imha ettiklerini, bazı insanların evlerinin temeline nasıl anti-tank mayın döşeyip patlattıklarını gayet soğukkanlı olarak anlatıyordu.
Tabi ki tüm bu insanlık dışı faaliyetler Cemal Temizöz’ün emir ve direktifleriyle gerçekleştirilmişti. Diyarbakır’daki JİTEM’in başına atanınca, Susurluk olayı sonrasının taktiğine uygun olarak, o da araziye uymuştu.
Cizre’de iken yeterince "nüfus planlaması" yapmıştı. Artık yukarıdan gelen talimata uygun olarak "asli istihbarat" görevine dönmüştü.
Emrindeki personele devamlı yeni talimatlar vererek adımlarını daha dikkatli atmaları gerektiğini hatırlatıyordu. Örgütü çözebilecek nitelikte bilgileri elde etmeye çalışıyordu.
Bu esnada, Şemdin SAKIK’ın Güney Kürdistan’da yakalanıp Diyarbakır’a getirilmesi Temizöz’ün işine yaramıştı. "Şemo" zaman zaman cezaevinden çıkarılıp Saraykapı’ya getiriliyor ve kapalı kapılar ardında görüşmeler yapılıyordu. Bu görüşmelere A.Hekim Güven de dahil ediliyordu."
İşte buyrun sevgili okurlar!
Kürdistan’ı kurmak için (!) kürtlerin hakkını aramak için (!) bölge gençlerini, ana baba kuzularını dağa çıkarıp silahlı eylem ve eğitim yaptıran sahte kahramanların rezalet ve iğrençliğine bakın.
Bir yandan sözüm ona Kürtlerin hakkını arıyor, öbür yandan da geceleri JİTEM mensuplarıyla eğlenerek hayat sefasını geçiren Şemdin Sakık adeta yöre insanını avlamak için ispiyonculuk pozisyonuna giriyor, yalan şahitlik yapıyor ve sözümona devletin görevlileri geçinen soyguncu ve katil anlayışla işbirliği yapıyor.
İşte A.Hekim Güven ve Şemdin Sakık’ın rezalet portresini Aygan şöyle anlatıyor:
"Metin Binbaşı kendi grubuna insan avlamayı veya yargısız infazı yasaklamıştı. Ancak, bizimle aynı binada kalan JİTEM Timi’nin başındaki Zahit Engin (Cemal) yüzbaşı yine boş durmuyordu. Faili meçhullere devam ediliyordu. Bu faaliyetlere benim çalıştığım JİTEM Grup Komutanlığı’nın personeli dahil edilmiyordu.
Bu kez hedef Diyarbakırlı işadamı Mehmet Ali Altındağ’a yöneldi. İlla ki bölgede bulunan bazı önemli işadamlarından çıkar ve rant temini için JİTEM bir tehdit aracı olarak kullanıldı.
Yaklaşık üç ay içerisinde doksana yakın işadamları gözaltına alındı. Bu olayın baş kahramanı tabii ki Cemal Temizöz ve ekibiydi.
Mutkili Ali Kaya ve Yüzbaşı Ali Osman Celasın işbaşında büyük rol oynuyorlardı.
Bilinmeyen bir nedenle Jandarma Bölge Komutanlığı sorgulamasında görev yapan Mutkili Ali Kaya ve A.Hekim Güven’in A.İ.K. isimli bir firma sahibi ile çok yakın dostluk ilişkileri vardı.
Hep o firmanın Ergani yolu üzerindeki bürosuna gidiyorlardı.
Bir gün beni de aldılar. Oraya gittik.
Mehmet Ali Altındağ hakkında PKK’ya yardım ettiğini, bazen de Hizbullahı örgütleyip finanse ettiğine dair bir komplo hazırlıyorlardı.
Her akşam anılan firmanın Elazığ yolu üzerindeki bürosuna gidiyorlardı.
Birlikte yiyip içiyor ve Altındağ’ı mahvetmek için çok iğrenç planlar yapılıyordu.
Bir gün özel olarak A.Hekim Güven beni de oraya götürdü. O sırada maddi sıkıntı çekiyordum.
Banka kredi kartımdan dolayı zor durumdaydım.
Güven bu konuyu anılan firma sahibine açmıştı önceden. Ve bana yardımcı olmasını istedi.
O kişi 145 milyon TL vererek bununla kredi kartı borcunu kapatmamı istedi.
Daha sonra konuyu Altındağ meselesine getirip bu konuda kendilerine yardımcı olmamı istedi.
Ben Mehmet Ali Altındağ’ı görmemiştim ve tanımıyordum.
Ben o toplantıda aynı kişiye bu olay üzerine düşüneceğimi söyledim ve ayrıldık ordan.
Sonradan Metin Binbaşı (Cemal Temizöz) beni ve Kemal Emlük’ü Elazığ yolu üzerindeki Altındağ Turistik Tesisleri’ne gönderip burada Hizbullah’çılara ait dershane bulunup bulunmadığını araştırmamızı istedi.
Çevrede yaptığımız araştırmada Kur’an Kursu’na benzer bir öğrenci vakfının varlığını tespit etmiştik. Ama yasal bir Kur'an kursuydu.
Binbaşı Cemal Temizöz’ün emrinde çalışan Hıdır Altuğ (Tayfun), gayri resmi olarak Temizöz’ün insiyatifi doğrultusunda A.İ.K.’ya özel koruma görevlisi olarak verilmişti."
Evet sevgili okurlar!
Bakınız bölgemizde geçmişe yönelik ne karanlık komplo teorileri yaşanmıştır ve sözde kurtarıcı kahraman olarak kendilerini devlete lanse etmeye çalışan yoz beyinli katil kafalar kimlerle işbirliği yapıyorlardı ve ne gibi servet elde etmişlerdi.
Cemal Temizöz ve ekibinin iddia edilen rivayetlere göre aynı kirlenmeyi müştereken ve müteselsilen işleyen daha nice işadamları bölgede bulunuyordu.
Kendi ihtiras ve kin intikamını böylece devletin önemli birimlerini kullanarak ne işler yaptırıyorlardı…
Cemal Temizöz gözaltında beni sorgularken kendisine şu ifadeyi kullandım:
"Biz vatan haini değiliz. Mustafa Kemal Atatürk’ün Misak-ı Milli hudutları dahilinde vermiş olduğu bağımsızlık mücadelesinin hayranıyız.
Ama ne var ki; bu yörede görev yapan bazı önemli rütbelilerin kimlerle flört atarak ve kimlerin direktifleriyle hareket edip nice insanları mağdur ederek Akdeniz kıyılarında güzel villalara sahip olmuşlar onu da çok iyi biliyoruz."
Böyle deyince rengi sarardı, küçüldü ve hemen sorgulama hücresini terk etti, bir daha da gelmedi.
En derin saygılarımla…