BU KİRLİ İTTİFAK KİME KARŞI? (II)

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü birçok yazılı medyanın sürmanşet ve manşetlerinde “Roboski’ye takipsizlik kararı” haberi vardı.

Bilindiği üzre iki yıl önce Uludere’de, kamuoyuna Roboski katliamı olarak yansıyan hava bombardımanı olayında 34 sivil vatandaşımız hayatını kaybetmişti.

İki yıldır saklanan "çirkin sır" askeri savcı eliyle askerin tekrar siyasete girdiği bir atmosferde soruşturmanın sonuclandırılarak olayın “takipsizlik” kararıyla kapatılması gerçekten çok düşündürücüdür.

“Bu 34 kişilik katliam emir komuta zinciriyle gerçekleşen kaçınılmaz bir hatadır” demekle soruşturmanın kapatılması, Türkiye’de yeni bir tartışmaya neden olmuş durumda.

* * *

Diyarbakır Söz Gazetesinin dünkü manşeti aynen şöyle;

“ROBOSKİ’YE 2. ROBOSKİ”

“34 kişinin yaşamını yitirdiği hava operasyonuyla ilgili soruşturmada takipsizlik kararı verildi”

Elbette ki "o insanların ölümü" ve verilen karar, hem yöre insanlarının, hem de ailelerinin öfkelerine neden olmuştur.

Dosyanın Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına intikal etmesiyle yaklaşık bir yıl Başsavcılığın raflarında kalarak, herhangi bir incelemeye tabi tutulmaması ve nihayet 11 Haziran 2013 tarihinde “Görevsizlik” kararıyla dosyanın Askeri Savcılığa devredilmesi ve altı ay sonra da Askeri Savcılığın takipsizlik kararı vermesi akla ziyan bir durum.

İnsan şunu demekten kendini alı koyamıyor.

"Âmme hukukunu koruyan Yargı erki ne hazindir ki bugün öyle bir hale geldi ki artık tarafsızlığına, bağımsızlığına gölge düşürmüş durumdadır."

Nitekim bu günlerde yaşanmakta olan yargının düştüğü badire ve içinden çıkamaz hale gelmesi, “17 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu” bunun başlıca kanıtlayıcı bir delilidir.

Ergenekon ve Balyoz davalarına gölge düşürmek için Türkiye’nin ne kadar tartışılır bir hale geldiğini, tüm olup bitenleri bize göstermektedir.

Bırakın şu Roboski davasının “takipsizlikle” sonuçlandırılmasını 2000’li yıllardan 2010’a kadar JİTEM kaynaklı kirlenmeyi ve karanlık odakların bizler dahil olmak üzere bu bölgede yapıla gelen zoraki bir oluşumun varlığı ve bu bölgede bu oluşumun kirlenmesinden zarar görmeyen aileler parmakla gösterilecek kadar azınlıktadır.

Özellikle bir hafta önce Diyarbakır’da 6. Ağır Ceza Mahkemesinin iddia makamı tarafından Albay Cemal Temizöz hakkında verdiği mütalaa beş defa müebbet yüz yıl da hapis istemi her şeyi anlatmaktadır.

Ama ne çare ki böyle vicdanına danışan ve Ergenekon, Balyoz ve derdest olan JİTEM’in davaları yüzünden ne yazık ki HSYK tarafından veya siyaset meydanında oynatılan oyunlar ve sahneye konulan senaryolar, artık böylesine hakim ve savcılara da kumpas kurmaları söz konusudur.

* * *

Diyarbakır’da 2006/19198 sayılı hazırlık dosyası Başsavcı Durdu Kavak’ın döneminde savcılığın tozlu raflarında tam 6 yıl bekletilmişti.

Netice itibariyle 7. Kolordu Askeri Savcılığı tarafından “görevsizlik” kararı verilmesiyle tekrar sivil Cumhuriyet Başsavcılığına nakledilmiş ve Avukatlarımızın itirazı üzerine dosya Malatya Ağır Ceza Reisliğine gitmiş ve itirazımızın kabulüyle geri dönmüş, incelemeye tabi tutulması gerekirken kaşla göz arasında “takipsizlik” kararı verilmişti.

Avukatlarımız tarafından dosya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitmiş ise de hala neticelenmemiştir.

Tek kelimeyle özetlemek gerekiyorsa hukukun üstünlüğü insan temel hak ve özgürlüğü Yargı erkinde artık öyle bir hal almış ki tartışılır durumdadır.

Deveye demişler ki “Boynun neden eğridir” deve demiş ki “Benim nerem doğru ki” misali.

“Görünen köy kılavuz istemez” örneğiyle her şey ortada.

***

17 Aralık Operasyonu savcılarından tutun da, Emniyet teşkilatlarına kadar ve hükümeti nasıl sıkıntıya soktuğuna kadar, tüm kamuoyu olup-bitene şahittir.

Şu halde;

“Artık yeter!

Söz milletindir” deme zamanı gelmiş ise de fakat hiç de öyle değildir.

90 yıldan beri bu millet milli iradesine sahip olamamıştır ve bundan sonra da söz sahibi olacağı da pek görünmüyor.

Gerek yargı olsun, gerek yürütme olsun ve gerekse yasama erki olsun.

Halkın yegâne güvendiği bu üç ana erk, maalesef hiç de hukukun üstünlüğüne paralel gitmiyor, hiç de milli irade doğrultusunda adım atmıyor.

Olan yine millete olmaktadır.

Halkın güvendiği AK Parti, 11 yıldan beri iktidarda olduğu halde ne çare ki hala da devleti ideolojik batıl Cumhuriyet Halk Partinin ve onun gibi düşünen yan kuruluşlarının hegemonyasından kurtaramamıştır.

Ergenekon ve Balyoz dosyalarının iade-i itibarla sıfırdan ele almak isteyen Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun militanca, hatta şımarıkça gerçekleri tersyüz ederek, her tarafı güllük-gülistanlık göstermesi de Türkiye’nin ne halde olduğunun açık bir göstergesi olsa gerek.

* * *

Sevgili okurlar.

Bu devlet, bir türlü tüm kurum ve kuruluşlarıyla bu vesayetçi yanlış ve batıl politikalardan kurtulup, şeffaf olamadı.

Her gün biraz daha karanlığa doğru yürüyor.

Açık, şeffaf ve devletin net bir siyaset özlemini çeken ve yanıp tutuşan bir ülke ve bir toplum ne çare ki bir türlü hedefini yakalayamıyor.

Şeffaflaşmayan, açık politika yürütmeyen, hukukun üstünlüğünü koruyamayan bir siyasetle, bu devlet ve bu millet nereye kadar gidebilecek ki?

Âmme hukukunun üstünlüğünü koruma altına alan yargı erkinin; tümüyle olmasa bile çoğunlukla siyasi, vesayetçi sola ve CHP’ye yakın anlayışlarla karşı karşıya olduğundan kimsenin kuşkusu olmasın.

Yıllardan beri batıl ve sol mezhepçilik bir ideolojya örgüsü içinde yaşaya gelen bir HSYK, bir türlü kendi bağımsızlığını ve tarafsızlığını koruyamamıştır.

Bu itibarla AK Parti, özellikle Sayın Başbakan ne kadar iyi niyet beslerlerse beslesin, ki her zaman bu köşede vurgulamak istediğim tek bir ifade vardır:

O da “Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu ülke için son bir şanstır” dememize rağmen dış mihraklar olsun, iç mihraklar olsun, ona yakın çevreler olsun, onun gibi düşünmeyen ve tüm bildiklerini hep gizli tutan çevresi maalesef zaman zaman Başbakanı çok zor duruma düşürmektedirler.

Bu meyanda görünen odur ki yıllardan beri AK Partiyi destekleyen, inanmış muhafazakâr kesim, nerdeyse bölünmüş durumda.

Bu kesimi bölünmeye sürükleyen neden, nedir acaba?

Kamuoyunun ekseriyetle düşündüğü tek bir gerçek, bu bölünmenin nedeni hiçbir şeye dayalı değil, olsa olsa tümüyle kişisel rantlara dayanmaktadır.

Evet, inandığımız, dayandığımız yegâne gerçek olan yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “El en’âm” suresinin 159. ayeti bize bu durumu tüm çıplaklığıyla anlatmaktadır.

Deyim yerindeyse siyasi, kültürel bütünlüğümüzü simgeleyen temel unsur bu ayetin kapsamında yer almaktadır.

Bölünmeye, parçalanmaya, yüz tutan bir ümmet, bir millet her ne durumda olursa olsun, hiçbir zaman kendini toparlayamaz, gücünü koruyamaz ve eninde sonunda bölüp parçalamakla rakiplerinin elinden, baskısından ve politikasından da kendini kurtaramaz.

Keza bu ayetin misyonunu güçlendiren, “Enfâl” suresinin 46. ayeti de aynı şekilde muhafazakâr kesimi uyarıyor.

İnanan toplumumuzu açıkça uyarıyor ve diyor ki münazaaya yanlış tartışmalara düşmeyin.

Eğer düşerseniz, gücünüz dağılır.

Siz de yok olmaya neden olursunuz.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bakınız, “Enfâl” suresinin 46. ayeti mealen aynen şöyle diyor;

“Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir”

Keza bu meyanda birbirini güçlendiren bu her iki ayet (El-en’am suresi 159. ayet ve Enfâl suresi 46. ayet) toplumun ciddiyetini, bütünlüğünü muhafaza altına almaktadır ve inanan bir ümmetin başka kirli ideolojilere sapmaması bakımından da uyarıyor.

Evet, “El-en’âm” suresinin 159. ayetinin meali de şöyledir;

“Şu dinlerini bölük pörçük edenler ve kendileri de grup grup ayrılmış olanlar var ya, Ey Habibim (senin) onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra (O), yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir”

Bu paralelde Üstat Bediüzzaman Hazretleri de aynen şöyle buyuruyor;

“İki büyük dağ terazinin her bir kefesine konulduğunda ne kadar ağır olurlarsa olsunlar, çok ufak bir taş dahi her ikisini rahatlıkla oynatabilir”

Üstadın bu veciz ve derin manalı ifadesi de anlayanlar için büyük bir düstur olmalıdır.

Aksi takdirde bu millet daha ne zamana kadar CHP’nin değirmenine su taşıyacaktır.

Ve çok ufak bir taş durumunda olan Türkiye Barolar Birliği Başkanının anlayışını daha ne zamana kadar dinleyecek.

Cemaat ve iktidar partisi, yıllardan beri aynı davayı göğüsleyip savunma birliği içindeyken birden bire bu yüce anlayış, kirli bazı müdahil odaklar tarafından maalesef zedelenmiş durumda.

Allah encamımızı hayreylesin.

En derin saygı ve sevgilerimle..